Kayıtlar

İnsanlardaki sıfatlar

İnsanlardaki sıfatlar… Yüce Rabbimiz insanları dört sıfatla yaratmıştır: 1- Hayvanlara mahsus sıfatlar: Yemek, içmek, uyumak, nefsanî arzularını tatmin etmek gibi… 2- Yırtıcı hayvanlara ait sıfatlar: Saldırmak, parçalamak, üstünlük sağlamak ve galip gelmek arzusu gibi… Bu iki sıfat dünya hayatında mevcuttur. İnsan ölünce bu her iki sıfat da insanda yok olur. Artık ne yemek içmek arzusu ve ne de saldırma, galip gelme isteği kalır! Ölen bir insanda hareket etme kabiliyeti kalmaz. 3- Meleklerin sıfatları: İman etmek, güzel ahlâk sahibi olmak, cömertlik, şefkat ve merhametli olmak gibi… 4- Şeytanların sıfatları: Küfür, kötü huy, yalan, cimrilik, katı kalpli olmak gibi… Son iki sıfat kalıcıdır. Ölümle son bulmazlar. Kabirde de, ahirette de insanla beraberdir. Ya sahibini nimete kavuşturur veya azap çektirirler… Bu iki sıfat birbirine zıt güçlerdir, sürekli savaşırlar. Savaş meydanı ise insanların kalbidir. Bu muharebeyi hepimiz az veya çok hissederiz, şöyle ki: Bir faki

Biri Eşek Biri Öküz

Biri Eşek Biri Öküz İki molla, ramazanda mukabele okuyup bahşiş toplamak için köyün birinde bir eve misafir olurlar. Hoşbeşten sonra, içlerinden biri tuvalete gider. Güngörmüş ev sahibi, bu mollaları kontrol etmek için odada kalana sorar: - Senin arkadaşın nasıl bir adam? Bilgisi var mı, yok mu?" O da kendini üstün göstermek için; -Bırak şunu, eşeğin tekidir", cevabını verir. Biraz sonra diğer molla tuvalete gidince ötekine de aynı soruyu sorar: – Senin arkadaşın nasıl bir adam? Bilgisi var mı, yok mu? Bu molla da öteki gibi; "Bırak şunu, öküzden farkı yoktur", cevabını verir. Akşam olunca iftar sofrası kurulur. Kapaklı Osmanlı sahanları içinde yemekler gelir. Eşek denenin önünde arpa; öküz denenin önünde saman vardır. Mollalar şok olmuştur, hayretle sorarlar: – Bunlar nedir? Ev sahibi gülerek cevap verir: – Biriniz eşek, ötekiniz öküz. Kendiniz söylediniz. Sizin için bunlardan daha iyi yemek olur mu?" Mollalar kıpkırmızı olmuştu

İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh ve Dehri

İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh ve Dehri   İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi Aleyh hazretleri, Hanefi Mezhebi'nin kurucusudur. Yaşadığı dönemde Müslümanlar arasında "İmam-ı Azam" yani "En Büyük İmam" lakabıyla tanınmıştır. Müslümanlara imamlık etmiş, İslam'ı tebliğ etmek ve AllahTeâlâ'nın hükümlerini insanlara açıklamak için hayatı boyunca mücadele etmiştir. İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh'in, AllahTeâlâ'nın varlığını ispat ve tebliğde kullandığı en önemli yöntem ise; “İman hakikatleri” olmuştur. Pek çok fıkıh meselesini çözmüş, halledilemeyen pek çok meseleyi halletmiştir. Bağdat Şehrine bir gün bir Dehri (ateist) gelir. Halkı toplayarak: “- Ben Allah’ü Teâlâ’ya inanmıyorum. İnanan varsa gelsin bana ispat etsin. Allah’ı göstersin!” der. Zamanın âlimleri toplanırlar istişare ederler ve derler ki: “Bu işi çözse çözse İmamı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi Aleyh çözer.” İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh’e haber gönderirler. İmamı Azam Ebu Hanife Rahm

Bir Bebeğe Deseler…

Bir Bebeğe Deseler… Annesinin karnındayken; hayatı, anne karnından ibaret sanan bebeğe; "Yakında buradan çıkıp, başka bir âleme gideceksin. Işığın dünyası var, uçsuz bucaksız denizleri, yüksek dağları, alabildiğine uzanan düzlükleri, çiçek açan muhteşem bahçeleri, nehirleri, yıldızlarla dolu seması ve parlayan güneşiyle, yer çekimiyle, daha birçok şeyiyle orası bambaşka bir dünya… O dünyaya geçerken seni besleyen bu hortumun da kesilecek. O dünyaya alıştıktan kısa bir süre sonra artık rızkını sen kendin temin edeceksin! Hem de kesinlikle anne karnına geri dönemeyeceksin! Sen gideceğin dünyanın tüm bu ihtişamına rağmen, burada karanlıklar arasında, bir hortuma bağlısın, Orada kanla değil kebap, lahmacun, baklava vs. diye bir sürü yiyecek ve içecekler var. Onlarla besleneceksin! O dünyada kalabalık insanlar var, sen orada bir yere bağlı değilsin! Adımlar atacak, bineklere binecek istediğin birçok yerlere gidebileceksin! Orada acıların, sevinçlerin korkuların olacak… O d

Babasının Kabri Başında Ağlayan Küçük Kız

Babasının Kabri Başında Ağlayan Küçük Kız Hasan-ı Basri Rahmetullahi Aleyh hazretleri bir kabristandan geçerken bakar ki, küçük bir kızcağız bir kabrin başında oturmuş, ağlayarak şöyle diyor: “Babacığım! Her gece senin yatağını ben açardım, bu gece kim açtı?” “Her akşam senin yemeğini ben hazırlardım, bu gece sofranı kim hazırladı?” Bunları hem tekrar ediyor, hem de ağlıyordu… Hasan-ı Basrî Rahmetullahi Aleyh o kızcağıza şöyle seslendi: “Yavrum! Bu soruları sormanın artık zamanı geçti. Babanın yatağı topraktır. Yemesi, içmesi de bitmiştir. “Babana soru soracaksan, şunları sor;” “İmanla kabre girebildin mi baba!” Hadîs-i şerifte buyuruluyor ki: “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.” “Senin kabrin bunlardan hangisidir baba?” “Münker ve Nekir meleklerinin sorularına doğru cevap verebildin mi?” Melekler, kötü insanların yüzünü kıbleden çevirirlermiş. “Senin yüzün bıraktığımız gibi hâlâ kıbleye doğru mudur?” “Bunla

Cihan Tarihi, Eşsiz Bir Kahramanlık Vakası

Cihan Tarihinde Eşsiz Bir Kahramanlık Vakası, Filek Kalesinin Fethi! Macaristan’ın Osmanlı idaresinde kaldığı yüz elli sene içindeki Budin valilerinin en meşhuru, Sokullu Mehmet Paşa’nın amcası oğlu olan Mustafa Paşa’dır. Kale ve palangaların akıncı yiğitleri arasında Paşa Baba diye meşhur olmuştu. Kapısında bine yakın şahbaz yiğit beslerdi. Bir bora, bir kasırgaya benzeyen bu serdengeçtiler, birçok kale ve palanga fethetmişlerdi. Bunların içinde Filek kalesinin fethi ise, eşsiz bir kahramanlık destanıdır. Filek kalesi, yüksek ve kayalık bir tepenin üstünde kartal yuvası gibiydi. Bu kaleyi top ile yıkmak, taarruz ederek almak mümkün değildi. Mustafa Paşa’nın akıncılarının arasında Demirbaş Hasan isimli yirmi beş yaşlarında tığ gibi bir delikanlı vardı. Bir gün Demirbaş Hasan, yanına kırk seçme akıncı alarak Filek kalesini fetih etmek için yola çıktı. Gece vakti kale önlerine varan kırk akıncı, kalenin karşısındaki bir kayanın tepesine tırmandılar. Üç-dört merdiveni kuşakları

Akıncılar

Akıncılar Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik; Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik! Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle! Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle… Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan; Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan... Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla, Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla. Cennet’te bugün gülleri açmış görürüz de, Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde. Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik, Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.                                         Yahya Kemâl

Bağdat’ta Yangın Hikâyesi

Bağdat’ta Yangın Hikâyesi Bir gece halkın yanık bağrından çıkan ah ateşinin, Bağdat’ın yarısını küle çevirdiğini duydum. O anda adamın biri ellerini havaya kaldırıp Allah’a şöyle dua etmiş; “Çok şükür, bu yangın dükkânıma zarar vermedi. ” Yoldan geçen bir ulu kişi, adamın niyazını işitince onu uyarmak istemiş; “Ey bilgisiz adam, sen yalnız kendini mi düşünürsün! Koca şehrin yarısı yanıp küle dönmüş, sense dükkânının kurtulduğuna seviniyorsun, öyle mi! İnsanların açlıktan karınlarına taş bağladığını gören birisi, taş yürekli değilse, ağzına bir lokma atamaz. Yoksulların açlıktan kan tükürdüğünü gören bir zengin, ağzındaki lokmayı ne yüzle çiğner! Hasta sahibi sağlıklıdır diye düşünme! Çünkü hastasının derdiyle kıvranmaktadır. Merhametli yolcular konak yerlerine vardıklarında, geride kalan dostları gelmedikçe uyumazlar. Diken taşıyan kişinin eşeği çamura saplandığı zaman padişahların gönlü bundan mustarip olur. ” Mutlu olmak isteyen irfan sahibi kimseye Sadi’nin şu sözü yetişir.

Allah’ü Teâlâ’ya Tevekkül Edin

Allah’ü Teâlâ’ya Tevekkül Edin Moğolların Anadolu umumi valisi Baycu Noyan Konya'yı muhasara etti. Konyalılar gayet sıkıntılı ve ıstıraplı günler yaşadı. Muhasaranın kaldırılması için Mevlânâ hazretlerinin huzuruna çıkıp; "Efendim! Bize merhamet ediniz. Baycu Noyan bildiğiniz gibi Konya'yı muhasara etti. Çoluk-çocuğumuzla gayet sıkıntıya düştük. Korku içinde yaşıyoruz. Şayet bize yardım etmezseniz sonumuz felâket olur. Çünkü Baycu Noyan hangi şehri fethettiyse halkı kılıçtan geçirip mallarını yağmaladı. Bu işe bir tedbir istirham ediyoruz." dediler. Mevlânâ; "Siz Allah’ü Teâlâ’ya tevekkül edin. Doğru bir itikat ile Cenab-ı Hakk'ın evliyasını vesile ederek dua edin. İnşallah sıkıntınız def olur." buyurdu. Sonra şehirden dışarı çıkıp meydanın ortasında durdu. Kıbleye dönerek namaz kılmaya başladı. Etrafta binlerce Moğol askeri vardı. Baycu Noyan'a kocaman bir çadır kurmuşlardı. Askerler hemen komutanlarına koşup; "Şehirden yaşlı bir

Amaç, Niyet, Yön…

Amaç, Niyet, Yön… Amaç, niyet, yön… İnsanı en yüce makamlara yükseltebilen faktörlerdir. Hayatta neye ulaşmak istiyorsak, mutlaka hedefimiz, zirvemiz olmalıdır. İnsan böyle kuruldu; hep gözü ileride… Kim önde giderse insan ona ulaşmak ondan üstün olmak ister. İnsan kendini örnek aldığı birine benzetmeye çalışır. Belki de bu yüzden Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de bize peygamberini en güzel örnek “Üsvetül-i Hasene” gösterdi. İnsanlığın en yüce zirvesini örnek olarak sundu ki, gözümüz Onda olsun, O'na benzemeye çalışalım. Kendimizi ucuz Hollywood filmlerinin, Pembe Brezilya dizilerinin sahte yıldızlarına benzetmeyelim. Hayatları skandallarla, şovlarla, boyalarla, foyalarla sunan ahlâkları lekeli sözde yıldızlara benzemeye gerek yok. Eğer onlara benzemeye çalışırsak parlamadan söneriz. O yollarda nice kişiler kaybolmuştur. Her adımda iki cihan güneşi sevgili peygamberimizin sünnetini kendimize rehber edinelim. O yüce sünnetleri şeref bilerek, Onun gibi yaşayalım,

Mercedes’in Hikâyesi

Resim
Mercedes’in Hikâyesi 1901 yılında bugün Fransa’nın Nice kentinde görevli Avusturyalı diplomat Emile Jelinek, Daimler firmasına ısmarladığı 4 silindir otomobili teslim aldı. Emile Jelinek bu yeni otomobiline kızı Mercedes‘in adını verdi. Nice’de konsolosluk yapan Avusturyalı Emil Jelinek, burada düzenlenen otomobil yarışlarına kızı Mercedes’in adıyla katılıyordu. Katıldığı bir yarışta kaza yapınca, daha güçlü ve güvenli otomobil arayışına girdi. Bu arayış, onu Daimler-Motoren-Gesellschaft’ın kurucusu Wilhelm Maybach’la buluşturdu. Jelinek, Maybach’a 5.5 milyon marka mal olacak 36 otomobil ısmarladı, ‘‘Adını Mercedes koyun’’ dedi. İşte o Mercedes, bugün 100 yaşında ve bu adı taşıyan 19 milyon araç yollarda. 20’inci yüzyılın başlarında üretimine başlanan Mercedes, bugün dünyada en çok tanınan otomobil markalarından biri… Şirketin kurucusu Karl Benz, Deutz'daki motor fabrikasındaki görevinin ilk yıllarında, Köln ve Deutz manzaralı evinin tepesine bir yıldız amblemi koymu

Dürüst İnsanlarla Arkadaşlık Kurun

            Dikkat! Dikkat! Muhterem dostlar aşağıya bir alıntı yazı yayınlıyorum. Dürüst insanlarla arkadaşlık kurun diyor. Çok güzel bir yazı... Allah’ü Teâlâ razı olsun, çok güzel kaleme alınmış. Ama ne yazık ki dürüst insan bulmak neredeyse imkânsız... O sebepten her kardeşimi dürüst insan ararken ince eleyip sık dokumaya davet ediyorum. Hatta akrabalardan bile dürüst bulmak neredeyse imkânsız. Ümitsizlik yok ama… Yüreğimiz öyle yanmış, öyle yanmış ki… Galiba ahır zaman alâmetleri… Tekrar ediyorum arkadaş edinirken, dost edinirken çok dikkatli olalım. Çaktırmadan birkaç defa deneyelim! Hoşça kalın, dostça kalın, Allah’ü Teâlâ’ya emanet olunuz efendim! Dürüst İnsanlarla Arkadaşlık Kurun Evlilik sosyal hayata adım atmanın farklı bir boyutu. Bu yol ile yeni bir ortama giren kadın ve erkek, derken kalabalık bir topluluk olan aile kadrosuna geçiş yapar. Bunu fırsat bilen bazı eşler, pek çok insanın varlığını öne sürerek eşinin yeni arkadaşlıklar geliştirmesine engel olur. “

Bununla Dua Edip de İcabet Görmeyen Yoktur

Bununla Dua Edip de İcabet Görmeyen Yoktur Bismillahirrahmanirrahim Hz. Sa'd (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki: “Balığın karnında iken, Zü'n-Nûn'un yaptığı dua şu idi: لَا إِلهَ إلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ Okunuşu: Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine'z-zâlimin. Anlamı: Allah'ım! Senden başka ilah yoktur, seni her çeşit kusurlardan tenzih ederim. Ben nefsime zulmedenlerdenim. Bununla dua edip de icabet görmeyen yoktur.” (Tirmizi, Da'avât 85)

Cemşid ve Çeşme Taşı

Cemşid ve Çeşme Taşı İyi huylu Cemşid meğer bir çeşme taşına şunları yazdırmış; “Bizim gibi nice insanlar vardı, bu çeşme başında oturdu, dinlendi, sonra gözlerini kapayıverdi. Kimi mertlikle, kimi kuvvetle dünyaya hükümdar oldu. Ne ki aldıkları yerler hep geride kaldı. Süleyman peygamberi düşün. Mal-mülk, güç-erk her şey ondaydı. Tahtını sabah-akşam rüzgârlar taşırdı. Peki, şimdi o taht ve sahibi nerde? Asıl mutlu kişi, şöhretini ilmiyle adaletine borçludur. Gelen, gider; eken, biçer. İnsana iyi ya da kötü bir ad kalır geride. Düşmanını yendiğinde onu öldürme. Bu yenilginin acısı ona yeter. Düşmanının minnet ederek etrafında dolaşması; kanının, eteğine bulaşmasından daha iyidir. (Gülistan ve Bostan) 

Dara ve At Çobanı

Dara ve At Çobanı Dara Yun bir sürek avında askerlerinden uzaklaşıp ayrı kaldığını duydum. Bir at çobanı, koşarak ona doğru ilerliyormuş. Adamı tanımayan Daranın kalbine kuşku düşmüş ve kendine; “Bu gelen, düşmanlarından biri olsa gerek. Yanıma varmadan okumla onu öldüreyim.” demiş. Yayını germiş, okunu hazırlamış, biraz daha yaklaşsın diye beklemeye koyulmuş. Bunu gören çoban uzaktan seslenerek; “Ey İran’la Turan’ın şahı, ey ulu Dara; kem gözler senden ırak olsun. Ben düşman değilim. Efendimin atlarını besleyen basit bir çobanım ve işim yüzünden buradayım.” Haykırışları duyan Dara rahatlamış ve gülerek; “Hey düşüncesiz adam, sana mübarek bir melek yardım etti. Yoksa öldüğün gün, bugündü.” Çoban da gülerek karşılık vermiş; “İnsan iyiliğini gördüğü efendisine hiç kötülük düşünür mü? Haddimi aşarak size, doğru yolu göstermek ve bu bağlamda öğüt vermek istiyorum. Dostuyla düşmanını ayıramayan sultan, acizdir. Büyükler, küçüklerini bilmeli. Siz, beni sarayınızda defalarca gördünüz

Cümleten Aşk Olsun!

Cümleten Aşk Olsun! Tasavvufta şöyle güzel bir adet varmış: Dervişin biri, yine bir dervişler topluluğu içerisine gelip, selam vererek oturduktan sonra, topluluk gelen dervişe; "Merhaba!" yerine "Aşk olsun!" dermiş... Derviş de "Aşkınız cemal olsun Efendim!" diye mukabele edermiş... Bu sefer topluluk "Cemaliniz nur olsun!" Dediğinde, derviş "Nurunuz ayn olsun!" Dermiş ve böylece selamlaşma bitermiş… Tasavvufta aşk o derece içselleştirilmiş, o derece özümsenmiş ki selamlaşma bile aşk üzerine kurulmuş... Tasavvufta bütün diyalogların böyle kalbi incelikler içerisinde cereyan, etmesi ne kadar hoş değil mi? Bir de günümüzdeki selamlaşma diyaloglarını düşünün! "- Naber lan!" "- Naber oğlum!" "- Naber çırağım!" "- Naber ortağım!" "- Naber kanka!" "- Selam moruk!" Tasavvuftaki aşk anlayışı, elbette "televole aşkı" bir aşk a