Kayıtlar

selam etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Mümin'i Görünce Selam Ver ki…

  Mekke’de yetişen velilerden Müslim bin Yesar Kuddise Sirrûh hazretleri bir sohbetinde “Kâbe'yi (mümini) ilk görünce yapılan dua kabul olur!” buyurdu.   Hikmetini sordular.   “Çünkü Kâbe-i şerif çok kıymetli bir yerdir. Ama müminin kalbi daha kıymetlidir. Zira Kâbe, kul yapısıdır. Kalp ise Allah'ü Teâlâ’nın kudretiyle var olmuştur. Onun için bir mümini görünce yapılan dua kabul olur!” buyurdu.   Sordular: “Nasıl dua edelim efendim?” Buyurdu ki:   “En güzel dua, selâm vermektir. Selâm verince ona dua edilmiş olur. O da selâmı alınca, selâm verene dua eder.”   Müslim bin Yesar Kuddise Sirrûh hazretleri, Allah’ü Teâlâ korkusundan titrerdi! Ve devamlı ağlardı! Sevdikleri ona; “Allah’ü Teâlâ'nın lütfu boldur, niçin bu kadar çok korkuyorsun?” dediler. Buyurdu ki:   “Bir kimse bir şeyden korkarsa, ondan kurtulmak için çalışır, öyle değil mi?” “Evet öyledir.”   “Bir kimse de bir şeye kavuşmak isterse, o da bunun için çalışır, değil mi?”

Şikâyetname

  Şikâyetname   Fuzuli “Şikâyetname” (Selâm verdim rüşvet değildir deyi almadılar)   Halk arasında selâm için “Allah’ın selâmı” derler. -Yahu Allah’ın selâmını verdik, onu bile almadı diye serzenişte bulunurlar. Şair Fuzuli de ünlü mektubu Şikâyetname’ye “Selâm verdim, rüşvet değildir diye almadılar” şeklinde başlamış. Gelin geçmiş zamanın bu ünlü hikâyesini dinleyelim. 16. yüzyılın büyük Divan şairi Fuzuli, yalnız bir insandır. Onun şu beyitini çoğunuz bilirsiniz.   “Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge Ne açar kimse kapım bad-ı sabâdan gayrı” Demiştir.   Yani şair o kadar yalnız birisidir ki evinin kapısından içeri sadece sabah rüzgârı girmektedir. Çileli geçen bir ömür… Yalnızlık, yoksuzluk, kimsesizlik onun için kader olmuştur. Hâlbuki Fuzuli, ana dili Türkçe dışında Arapçaya ve Farsçaya o derece hâkimdi ki üç dilde de divan sahibi olacak kadar… Her üç dilde de oldukça güzel şiirler yazıyordu ama bunlar, o devirde onun geçim sıkıntısını aşmasına yetmedi

Allah Cennet veya Cehenneme Gideceğimizi biliyorsa, ne diye bizi bu dünyaya gönderdi?

Allah Cennet veya Cehenneme Gideceğimizi biliyorsa, ne diye bizi bu dünyaya gönderdi? Değerli kardeşimiz, Sorunuzu bazı soru ve cevaplarla açıklamaya çalışalım. Kader, bir iman rüknüdür ve şöyle tarif edilir: Kader: “Hak Teâlâ’nın, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak her şeyin, her şeyini ve her hâlini, zamanını ve mekânını, sıfatlarını ve özelliklerini ezelî ilmiyle bilip, ona göre, takdir etmesidir.” Kaza ise, kaderde planlanan bir şeyin yaratılması, varlık sahasına çıkarılmasıdır. Kâinatın altı devrede yaratılışından, insanın ana rahminde dokuz ayda teşekkülüne kadar her hâdise kaderi gösteriyor! Güneş sisteminden atom sistemlerine kadar her hikmetli tanzim, kaderi ilan ediyor! Elementlerin sayıları ve özellikleri, kaderden haber veriyor! Bitkilerin ve hayvanların cinslere, türlere ayrılmış olması, her türe farklı kabiliyetler takılması, hep kader ile olmuş! Meleklerin, hayvanların ve cansızların sabit makamlı kılınması, insanların ve cinlerin ise im

Hazreti Cebrail Aleyhisselâm'ın Hazreti Hatice'ye Selamı

Hazreti Cebrail Aleyhisselâm'ın Hazreti Hatice'ye Selamı Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem evde bulunmuyorlardı. Hazreti Hatice Radiyallahü Anha   validemiz Efendimizi aramak maksadıyla dışarı çıkmıştı. Çünkü Hazreti Hatice radıyallahu anhâ validemiz islâmiyeti henüz yeni i'lân etmiş olan Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimize düşmanlarının bir kötülük edeceklerinden korkuyordu. Dışarda karşısına bir adam çıktı. Hazreti Hatice Radiyallahü Anha   adama bir şey söylemeden gece olduğundan eve geri döndü... Peygamberimiz Hane-i Saadetlerinde idi. Henüz Hatice validemiz bir şey söylemeden Peygamberimiz: — O karşına çıkan kimdi biliyor musun? Buyurdular. Hazreti Hatice Radiyallahü Anh: — Bilmiyorum ya Resûlallah! Allah ve Resulü bilir, dedi. Peygamberimiz: — Ya Hatice Radiyallahü Anha, o karşına çıkan adam suretinde Cebrail aleyhisselâmdı. Senden sonra beni ziyaret etti ve sana selâm etti. Şunu söyledi ki, Cennette senin için incilerden yapılmış

İlm-i Siyaset

İlm-i Siyaset Şam’da bir medresede ilim tahsil eden bir Molla Ahmet varmış. Bir gün memleketinden bir tanıdığı ziyaretine gelerek annesinin selamını iletmiş. Annesi oğluna, babasının Hakkın rahmetine kavuştuğunu, kendisinin yalnız başına kaldığını, artık oğlu yeteri kadar tahsil gördüyse yanına gelmesini ve şu ahir ömründe oğlunun birkaç gün de olsa hayrını görmek istediğini bildirmiş. Bu haberi alan Molla Ahmet bir tarafta babasının ölümünden duyduğu üzüntü, diğer yanda annesinin yalnız başına yaşayakalmasından duyduğu kaygı, koştura koştura medresenin baş müderrisinin kapısını çalmış. Baş müderris Ahmet’e telaşının sebebini sormuş. Aldığı kötü haberi hocasıyla paylaşan Molla Ahmet hocasına, artık ilim tahsilini tamamlamış olduğunu, hocası ona bir icazetname yazarsa gidip memleketinde annesinin hizmetini görmek istediğini söylemiş. Başını biraz kaygılı kaygılı sallayarak Ahmet’i dinleyen hocası ona, ilim tahsilini tamamladığını ama henüz “ İlm-i siyaset” tahsilini yapmadığın