Kayıtlar

Kâfir etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Allah Dilerse Kâfir, Münafık Ve Fâsık Bir Adamın Eli İle

  Allah Dilerse Kâfir, Münafık Ve Fâsık Bir Adamın Eli İle   Allah dilerse kâfir, münafık ve fâsık bir adamın eli ile de dinine hizmet ettirebilir!   Facir: Kelime olarak "Haktan sapmış, haram ve günaha dalmış kötü ve günahkâr insan" demektir. Facir ifadesi burada mutlak bırakıldığı için, biz âcizane bu kelimeye birkaç mana daha ilave edeceğiz.   Şöyle ki:   Facir burada kâfir, münafık, fâsık olmak üzere üç anlama gelebilir. O zaman mana şöyle olmuş oluyor: "Allah dilerse kâfir, münafık ve fâsık bir adamın eli ile de dinine hizmet ettirebilir."   "Pekâlâ, bunun gerçek hayatta örnekleri var mı?" denilirse, bunun örneklerinin hem Asr-ı Saadet'te hem de günümüzde olduğunu görüyoruz.   Mesela Ebu Talip kâfir olmasına rağmen Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem'e ve Müslümanlara büyük hizmetlerde bulunmuş, onları himaye ederek İslâm’ın kuvvet kazanmasına büyük katkısı olmuştur.   Medineli münafıklar zahirde de olsa

Kâfir mi, Mümin mi?

  Kâfir mi, Mümin mi?   İmam-ı Azam’ın da bulunduğu bir mecliste birisi şöyle bir soru sordu: “- Bir adam ki, cenneti istemez, cehennemden korkmaz, ölü eti yer, rükûsuz, secdesiz namaz kılar, görmediğine şahitlik eder, fitneyi sever, hakkı istemez, bu adam kâfir midir, mümin mi?” Mecliste bulunanlar ağız birliği etmişçesine “- Bunlar kâfirin sıfatlarıdır, böyle bir adam kâfirin ta kendisidir.” dediler. İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh susuyordu: “- Ya imam sen ne dersin?” dediler. İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh, “- Bunlar müminin sıfatıdır, böyle biri müminin ta kendisidir” dedi. İtiraz ettiler: “- Ya imam nasıl olur, mümin cenneti istemez mi, cehennemden korkmaz mı?” diye. İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh tek tek açıkladı: “- Gerçek (bilinçli) mümin cenneti istemez, sahibini (Allah’ü Teâlâ’yı) ister, cehennemden korkmaz, sahibinden korkar, ölü eti dediğiniz balıktır, görmediğine şahitlik eder, çünkü Allah’ü Teâlâ’yı görmez ama kesin inanır, rükûsuz secdesiz kıldığı

İmanı Koruma Yolları

İmanı Koruma Yolları “İman” , Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem’in Yüce Allah Teâlâ'dan bildirdiklerinin hak olduğunu kalple tasdik, dille ikrar etmektir. Bunun tamamlayıcı unsuru ise, inandıklarının gereğini yapmaktır. İman, Yüce Allah Teâlâ'nın inançlı kullarına en büyük armağanıdır. Bu ilâhî armağan, üstüne titizlenip korunması gereken değerli bir varlıktır. Din dilinde buna "iman selâmeti" denmektedir. İman selâmeti, imanın, tanımına uygun bir biçimde inanmak ve davranmak suretiyle korunmasıdır. İmanın korunması yolları: 1-      İmanda şüphe etmemek, 2-      İman esaslarını bilmek, 3-      İmanda sebat edip ümitsizliğe düşmemek 4-      Ve imanı olgunlaştıracak işler yapmak şeklinde belirtebiliriz. 1-      İmanda Şüphe Etmemek İmanın temeli, kesin kabul ve tasdiktir. Bu yüzden, şüphe ve tereddüt, gerçek imana yakışmayan tutumlardır. İmanın şüphe ve tereddüdü kaldırmadığı, iman-teslimiyet (boyun eğme) karşılaştırması çerçevesinde şöyl

Ölüm Mümine Nasıl Gelir? Kâfire Nasıl Gelir?

Ölüm Mümine Nasıl Gelir? Kâfire Nasıl Gelir? Mümin, vuslat-ı canana nasıl erer? Ölüm, kâfire nasıl gelir? Onu, bu âlemden inkâr ettiği âleme ve korkunç azaba nasıl yollar? Bunları anlatalım: Rivayet olunur ki, Allah’ü sübhanehu ve Teâlâ, her mümine öldükten sonra sorar: - Seni tekrar dünyaya iade edeyim mi? Mümin; Hakkın bu sualine, ölüm anında duyduğu acı dolayısıyla menfi cevap verir, yani dünyaya dönmek istemez. Kâfir ise, gördüğü ve ileride daha da göreceğini bildiği azabın yanında, üç yüz kılıç darbesi acısı gibi olan azaba tahammül eder ve iman ile ölmek, amel-i saliha işleyebilmek için; tekrar dünyaya dönmeyi ister. Şehitler ise, ölüm anında gördükleri iltifat-ı-ilâhiyeye nail olabilmek için, tekrar tekrar dirilerek Allah’ü Teâlâ yolunda ölmeği ve aynı iltifata nail olmayı temenni ederler. Üseyd bin Abdurrahman hazretlerinden rivayet olunur ki meyyit tabuta konulduğu zaman: - Kaddimuni! Kaddimuni! (Beni, tez ve çabuk yerime götürün) diye seslenir, duyanlar

Hazreti Ali Radiyallahü Anh'ın Kâfiri Affı

Hazreti Ali Radiyallahü Anh'ın Kâfiri Affı Bir harpte Hazreti Ali Radiyallahü Anh Radiyallahü Anh bir kâfirle çarpışıyor ve kâfir usta bir savaşçı olduğu için bir türlü mağlup edemiyordu. Tam karşı karşıya geldikleri bir sırada Hazreti Ali Radiyallahü Anh: — “Ya Allah!” diyerek kâfirin üzerine hücum edip yere yatırdı. Çıkıp göğsü üzerine oturduktan sonra hançerini çıkarıp geberteceği sırada kâfir Hazreti Ali Radiyallahü Anh’ın yüzüne tükürdü. Kâfir, bunu Hazreti Ali Radiyallahü Anh gazaba gelsin de; daha çabuk öldürsün diye yapmıştı. Hazreti Ali Radiyallahü Anh hemen kâfirin üzerinden kalkarak onun da ayağa kalkmasına müsaade etti. Kâfir şaşırmıştı: — Ya Ali Radiyallahü Anh, ben seni kızdırmak için yüzüne tükürdüm, sense beni tam öldüreceğin sırada serbest bıraktın. Bunun sebebi nedir? Diye sordu. Hazreti Ali Radiyallahü Anh kâfire şu cevabı verdi: — Ben bu harp meydanında Allah rızası için çarpışıyorum... Sen yüzüme tükürdüğün zaman içimde sana karşı bir hiss

Kâfir mi Mümîn mi?

Kâfir mi Mümîn mi? İmam-ı Azam‘ın da bulunduğu bir mecliste birisi şöyle bir soru sordu: “Bir adam ki, cenneti istemez, cehennemden korkmaz, ölü eti yer, rükûsuz secdesiz namaz kılar, görmediğine şahitlik eder, fitneyi sever, hakkı istemez, bu adam kâfir midir, mümin mi?” Mecliste bulunanlar ağız birliği etmişçesine “Bunlar kâfirin sıfatlarıdır, böyle bir adam kâfirin ta kendisidir.” dediler. İmam-ı Azam susuyordu: “Ya imam sen ne dersin? “ dediler. İmam-ı Azam, “Bunlar müminin sıfatıdır, böyle biri müminin ta kendisidir” dedi. İtiraz ettiler: “Ya imam nasıl olur, mümin cenneti istemez mi, cehennemden korkmaz mı? ...” diye. İmam tek tek açıkladı: “Gerçek (bilinçli) mümin cenneti istemez, sahibini (Allah’ı) ister, cehennemden korkmaz, sahibinden korkar, ölü eti dediğiniz balıktır, görmediğine şahitlik eder, çünkü Allah’ı görmez ama kesin inanır, rükûsuz secdesiz kıldığı namaz cenaze namazıdır, fitneyi sever, çünkü fitneden maksat mal ve evladdır… (Kur’an’da