Kayıtlar

Karınca etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Karınca da İrşad Eder

Karınca da İrşad Eder   Bir Hak dostu: “- Beni bir kedi irşat etti!” der. Tasavvuf kitaplarında Timurlenk’le alakalı şöyle bir hadise anlatılır: Timurlenk bir gün bir koyun çalar. Timurlenk’in başlangıcı koyun hırsızıdır. Osmanlı’dan Anadolu’yu çalması onun ikinci işidir. Koyunlarından birinin çalındığını gören çoban, sadağından bir ok çıkararak atar ve ok Timurlenk’in ayağına saplanır. Bu sebeple topal kalır. Daha sonra o: “- Benden hiçbir şey olmaz.” diyerek bedbin, ümitsiz ve kalbi kırık bir şekilde bir harabeye giderek orada dinlenir. Bu sırada gözüne bir karınca takılır. Karınca büyükçe bir saman çöpünü sırtlanmış, yüksekçe bir yere tırmanıyor. Tırmanma esnasında çöpü düşürüyor. Sonra tekrar alıp yine deniyor. Ta hedefine varıncaya kadar bu işlemi defalarca devam ettiriyor. Bu manzarayı seyreden Timurlenk: “- Ben bu karıncadan daha aciz değilim. Ben de başarılı bir insan olacağım.” der. Tasavvuf ehli buradan bir karıncanın insana ışık tutabildiğini çıkarır.

Kanuni ve Karınca Hikâyesi

  Kanuni ve Karınca   Hikâyesi   Kanuni Sultan Süleyman Rahmetullahi Aleyh Topkapı Sarayında Has Bahçede dolaşırken gözüne bir elma ağacı ilişir. Bir elma koparmak için ağaca doğru yaklaştığında ağaca çok sayıda karıncanın musallat olduğunu görür. Derhal has bahçeden sorumlu olan bahçıvanı çağırtır. Ağaçtaki karıncaların başka ağaçlara da dadanıp kurutmaması için ağacın kesilmesini emredeceği sırada; her işinde fetva istediği Şeyh’ül – İslam Ebu Suud Rahmetullahi Aleyh Efendi aklına gelir. Ağacın kesilmesi emrini vermez. Hocasını ayağına çağırmak da istemez. Hasbahçeden çıkar ve Ebu Suud Efendi Rahmetullahi Aleyh’in makamına doğru gider. Ebu Suud Efendi Rahmetullahi Aleyh’nin makamına çıktığında hocasını odada göremez. Ebu Suud Efendi Rahmetullahi Aleyh’nin makamında bulunan okka ve diviti alır doğrudan sormak yerine hayâ edip bir beyit şeklinde kağıda şöyle yazar:   “Dırahta ger ziyan etse karınca, Günah var mıdır anı kırınca?”   ( Ağaçta eğer ziyan etse karınca ; Günah var mıdır onu

Günah Var mı Karıncayı Kırınca?

  Günah Var mı Karıncayı Kırınca?               İstanbul’da güneşli bir günün sabahında Topkapı Sarayı’nın avlusunda bulunan Has Oda’nın kapısı açıldı. Uzun boylu genç bir adam arka bahçeye doğru ilerliyordu. Bu kişi, Avrupa’yı titreten, koca Akdeniz’i hâkimiyet altına alan Osmanlı Devleti’nin kudretli hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman Kuddise Sirrûh’dan başkası değildi. Devlet işlerinden vakit buldukça soluklanmak için arka bahçeye çıkar, ağaçları, kuşları, denizi seyrederdi. O gün deniz, ağaçlar bir başka güzeldi, yalnız ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti. Hemen yanlarına yaklaştı ve eliyle tutup incelemeye başladı. Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlamıştı. Karıncalar sarmıştı o güzelim dallarını. Aklına bir çözüm yolu geldi. Ağaçları ilaçlatacaktı. Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı. Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anladı. Karıncalar da can taşıyordu, ağaçları

Bir Karıncayı Dahi İncitme

Bir Karıncayı Dahi İncitme Şâir Firdevsî de Şehnâme adlı eserinde, bir karıncanın bile hukukunu koruyacak kadar hassas bir gönle sahip olmanın lüzumunu ne güzel ifade eder: “Bir yem tanesi çeken karıncayı dahi incitme! Çünkü onun da canı vardır. Can ise, tatlı ve hoştur.” Velhâsıl bu imtihan dünyasında, âdeta bir mayın tarlasında yürüyormuşçasına büyük bir dikkat ve rikkatle hareket ederek, Cenâb-ı Hakk’ın rızasının bazen büyük, bazen orta, bazen de küçük bir şeyde gizli olduğunu unutmamak lâzımdır. Gazabı için de aynı durum geçerlidir. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini celbedecek en ufak bir hayrı bile ifaya gayret göstermeli; Allah’ü Teâlâ muhafaza buyursun! O’nun kahrını tecelli ettirecek en küçük bir yanlış hareketten de şiddetle kaçınmalıyız. Cenâb-ı Hak, bizleri, gönüllerini “tâzim li-emrillah” ve “şefkat alâ halkıllah” düsturuyla tezyin ederek Hakk’a vuslat yolunda mesafe kat eden kâmil müminlerden eylesin! Âmin… KAYNAK: Osman Nûri TOPBAŞ, 40 Soru 40 Cevap,

Bir Karınca İçin Gökler Mateme Boğuldu

Bir Karınca İçin Gökler Mateme Boğuldu Ferîdüddîn Attâr Hazretleri de, Mahlûkata karşı sahip olunması gereken gönül hassâsiyetini, naklettiği bir kıssada, temsîlî bir üslûb ile şöyle ifade etmektedir: Hazret-i Ali Radıyallahu Anh bir gün yolda aceleyle giderken farkına varmadan bir karıncayı incitti. İncinen karınca, acılar içinde yerde çırpınmaktaydı. Hazret-i Ali Radıyallahu Anh, karıncanın içine düştüğü durumu görünce pek üzüldü. O Allah’ın arslanı, bir karıncanın incinmiş hâlinden dolayı perişan oldu. Karıncanın kendine gelip yürümesi için bir hayli emek sarf etti, birçok çareye başvurdu. Fakat nafile… O gece Hazret-i Ali Radıyallahu Anh, rüyasında Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz’i gördü. Efendimiz Sallâllâhu Aleyhi Vesellem ona şöyle buyurdular: “Ey Ali! Yolda acele etme! İki gündür bir karınca yüzünden gökler mateme boğuldu. Buna da sen sebep oldun. Yoldaki karıncayı incittin. Öyle bir karıncayı incittin ki, o Allah’ın nârin ve hassas bir mahlûkuydu.

Kader Kıssası

Kader Kıssası           Bir talebeye yolculuğu sırasında kaderin sırrının bilinmezliğini gösteren ibretlik hadise…           Bir talebe köyden şehre ilim öğrenmek için yaya gidip gelmektedir. Yolculuğu sırasında bir ağacın altında abdest alıp namazını kılar ve dua Eder. Sonra ağaca yaslanır ve:           “Ey Rabbim, ben hep senin için namaz kılıyorum, sana dua ediyorum; ama kader sırrını bir türlü anlayamıyorum. O kadar ilim öğrenmeme rağmen kaderi idrak edemiyorum!” diye düşünmeye başlar.           Yarı uyanık bir hâlde kendini karıncaların okulunda bulur. Karıncaların köyünü su basmıştır. Bir kısmı boğulup gitmiş, sadece yüksek kayaların üzerlerine sığınabilenler hayatta kalmıştır. Sağ kalanların içinden toplanan karınca profesörler bu hiç beklemedikleri suyun kaynağını araştırmaktadırlar. Aralarında şu konuşmalar geçer:           - Bu bir seldir, dağlardan gelmiştir!           - Hayır! Sular ılıktı, yer altından fışkırmıştır!           - Hayır hayır! Bu ol

Karınca Duasının Sırrı

Karınca Duasının Sırrı           Hayvanlarla konuşma özelliğine sahip olan Hz. Süleyman Aleyhisselâm bir kıtlık döneminde bir toplulukla şehrin dışına yağmur duasına doğru çıkmaktadır. Yolda bir karınca dikkatini çeker. Zavallı hayvan sırtüstü yatmış, ayaklarını göğe doğru uzatmış, çırpınırken dua etmektedir. Hz. Süleyman Aleyhisselâm Karıncanın duasına kulak kabartır. Karınca şöyle dua etmektedir;           “Allah’ım bizi Sen var ettin… Ve Senin rahmetin olmadan biz yaşayamayız Ya bize su verirsin ya da bizi helak edersin. Emir, ferman senindir.”           Hz. Süleyman Aleyhisselâm’ın gözleri yaşarır. Ve az sonra Hz Cebrail Aleyhisselâm’ın getirdiği bir haberle de coşar, taşar, ağlamaya başlar.           Cebrail Aleyhisselâm, o karıncanın duasının kabul edildiği haberini getirmiştir.”           Peygamber Aleyhisselâm yanındaki topluluğa döner:           “ Dönün!” der:           “Siz başkasının duasıyla sulanacaksınız!”

Karıncanın Düşüncesi

Resim
Karıncanın Düşüncesi Bir gün Süleyman Aleyhisselâm bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar: Karınca da; -“Bir buğday tanesi yerim.” diye cevap verir. Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Aleyhisselâm karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır. Ondan sonra da bir yıl bekler. Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır. Acaba neden yemedi? Bunun üzerine Süleyman Aleyhisselâm karıncaya buğday tanesini neden yemediğini sorar. Karınca da: “Daha önce benim yiyeceğimi Allah’ü Teâlâ verirdi. Ben de O’na güvenerek bir buğday tanesini tamam yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim.” “Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek, diğer yarısı

Samimi Dua Karıncaya Lensi Taşıttırır

Samimi Dua Karıncaya Lensi Taşıttırır Banu yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı. Bir gün cesaretini toplayarak bir grup tırmanışına katıldı. Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karşılarına. Tüm korkularına rağmen, Banu azimliydi. Emniyet kemerini taktı, ipi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı. Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu. Orada asılı dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığa düşerek ipi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Banu’nun gözüne çarparak lensinin düşmesine sebep oldu. Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyse imkânsızdı. Lens yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve Banu artık bulanık görüyordu. Allah’a dua edebilirdi yalnızca. Ve içten içe düşünüp dua etmeye başladı. "Allah’ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Onu bulmama y

Kanuni Ve Karınca

Kanuni Ve Karınca Kanunî Sultan Süleyman Han'ın, bahçede kıymetli bir ağacı vardı. Bu ağacı karıncalar sardı. Kanunî karıncalar için Şeyhu'l İslâm Ebussuûd Efendiye bir tezkere yazdı: “Ağacımı bürüdü karınca, Günahı var mıdır onu karınca?” Şeyhu'l İslâm Kanuniye cevap veriyor: “Yarın mahşer yerine varınca, Hakkını alır Süleyman'dan karınca...” (Alıntı)

Karınca Ve İbrahim Aleyhisselâm

Karınca Ve İbrahim Aleyhisselâm Nemrud, ona karşı gelen İbrahim Aleyhisselâm ateşte yakılması emrini vermiş. Meydanda odunlardan büyük bir yığın yapıp odunları tutuşmuşlar. O kadar büyük bir alevmiş ki bulutlara kadar yükselmiş. Bütün hayvanlar ateşten korkmuş kaçmış.  Nemrud, ne güçlü bir kral olduğunu herkes anlasın, görsün istemiş. Nemrud’un askerleri İbrahim Aleyhisselâm’ı mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış. Bu sırada göklere kadar varan ateşe doğru bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile telaşla gidiyormuş.  Başka bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş: – Acele ile nereye gidiyorsun? Telaşla yetişmeye çalışan karınca, ağzındaki bir damla suyu ellerinin arasına alıp cevap vermiş: – Haberin yok mu? Nemrud, İbrahim Aleyhisselâm’ı ateşe atacakmış.  Meydana ateşin olduğu yere su götürüyorum. Diğer karınca kahkahalarla gülerek demiş ki: – Senin yanan büyük ateşten haberin yok mu? Ateşe hiç bakmadın mı? Ne kadar büyük, senin bir damla suyun ateşe ne y