Kayıtlar

Şubat 25, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kaşıkçı Elması

Kaşıkçı Elması 1669 yılında istanbul'da Eğrikapı çöplüğünde dolaşan baldırı çıplak takımından bir adam bir yuvarlak taş bulur... Bir yaymacı kaşıkçıya giderek üç tahta kaşığa değişir... Kaşıkçı götürür, bu taşı bir kuyumcuya on akçaya satar. Kuyumcu taşı arkadaşlarından birine gösterir; kıymetli bir elmas olduğu anlaşılınca beriki sus payı ister... Aralarında kavga çıkar... Mesele Kuyumcubaşıya akseder. Kuyumcubaşı kavgacıların eline birer kese akçe vererek taşı alır... Fakat bu sefer de vakayı Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa duyar, taşı kendisi için satın almağa hazırlanırken mesele Padişaha akseder. Dördüncü Mehmet, bir Hattı Hümayun ile elması Sarayı Hümayuna getirtir ve Saray elmastıraşına verilir. Eğrikapı çöplüğünde bulunan taş işlenince meydana 48 kratlık nadide bir elmas çıkar... Kuyumcubaşıya Kapıcıbaşılık rütbesiyle bir kese bahşiş ihsan olunur. Kaşıkçı Elmasının Eğrikapı çöplüğüne nasıl düştüğü tarihin bir sırrı olarak kalmıştır. Bu elmas halen T

Yavuz'un Şah İsmail'i Mat Etmesi

Yavuz'un Şah İsmail'i Mat Etmesi Yavuz Sultan Selim, babasının zamanında Trabzon valisi iken bir derviş kıyafetine girip İran'a gider; kasdı o memleketin ahvalini gözleri ile görmektir. Tebriz şehrinde misafir olduğu handa satranç oynayıp herkesi yenmeğe başlayınca, satranç meraklısı Şah İsmail Aleyhisselâm’a haber verilir, o da dervişi huzuruna davet eder. Sultan Selim ilk oyunda hatır sayarak yenilir, fakat ikinci oyunda Şah'a aman vermeyip mat eder. Şah kızar ve elinin tersiyle dervişin çıplak göğsüne vurarak: — Bre derbeder Âşık! Hiç Şah olanlar mat edilir mi? Edebin yok imiş! der ve Şehzadeye bin altın ihsan eder. Derviş huzurdan çıkıp atına bineceği sırada o bin altını kesesi ile beraber kimseye göstermeden binek taşının altına saklar. Ertesi gece Tebriz'den kaçıp Trabzon yolunu tutar. Aradan yıllar geçip de Yavuz Selim Padişah olduktan ve Şah İsmail Aleyhisselâm'i Çaldıran'da mağlup ederek Tebriz şehrine girdikten sonra, Şah sarayına gid

Garip Hadise

Garip Hadise Hicrî 1028 (Milâdî 1618) tarihinde Budin valisi Karakaş Mehmet Paşa'dan jgelen bir mektupta Macaristan'da daire şeklinde siyah bir buLût Aleyhisselâm belirip, bu buLût Aleyhisselâmtan kan gibi kırmızı bir yağmur yağdığı ve her biri 3-4 kantar ağırlığında kara taş gülleler düştüğü yazılıydı. (Alıntı)

Azıcık Kalmış

Azıcık Kalmış On altıncı asrın namlı ok atıcı pehlivanlarından Ahmet Ağa, yetmiş beş yaşında iken, bir gün Okçular başına gidip ok ısmarlamıştı. Esnaftan bir delikanlı: — Pehlivan!, ihtiyarladın. Kolunda yay çekecek kuvvet kaldı mı ki? Diye sormuş. Ahmet Pehlivan da atını çarşının kapısına sürmüş, kapıdaki zincirlere kollarıyle asılmış ve bacaklarını atının karnına sarmış, kollarını kısınca, kendisiyle beraber koca atı da yerden havaya kaldırmış ve gülerek: — Oğlum! Bazılarımda azıcık bir şey kalmış gibi'... Demişti. (Alıntı)

Çarçur Edilen Büyük Miras

Çarçur Edilen Büyük Miras On beşinci asırda, Bursa'da Molla Rüstem ölürken, 14 yaşındaki oğluna yüz yıl ömür düşünmüş ve her gününe 100 altın hesap ederek 3. 600, 000 altın gibi muazzam bir para bırakmıştı. Bu mirasyedi çocuk, babasından sonra ancak yedi yıl yaşadı ve bütün paralarını yedi. Yalın ayak perişan, kebapçı çırağı oldu ve sefalet içinde bir hamam külhanında öldü. Bu parayı nasıl harcadığına bir misal zikrederler; Bir gün 100 altına bir tazı satın alır. Bir bağda bir tavşan olduğunu haber verirler, haberciye 100 altın verir, tavşanı ininden çıkaran adama da 100 altın verir, fakat tazı tavşanı tutmaz. Molla Rüstemoğlu da tasayı bir kılıçta ikiye böler. (Alıntı)

Koçun Kahramanlığı

Koçun Kahramanlığı On altıncı asır sonlarında Almanlar, Macaristan'daki Sobotska palangamızı muhasara ettiler. Bu muhasara bir kurban bayramı arifesine rastlamıştır. Palanganın muhafızları bayramda kesmek için gayet büyük bir koç beslemişlerdi; kendilerine imdat gelmiyeceğini anlıyan yüz kadar muhafız, atlandılar ve palangadan yalınkılıç çıkarak düşmanın muhasara hatlarını yardılar, kurtuldular. Bu çıkış hücumuna palangadaki koç da, boynuzlariyle iki alman askeri öldürerek atlılarla beraber Budin'e kadar gelmişti, askerler adını “Gaza Koç” koydular ve kurban bayramında Budin'de kestiler. Gazi Koça bu suretle “Şahadet” de nasip oldu. (Alıntı)

Söylersem Boğazımı Keserler

Söylersem Boğazımı Keserler Sahabe-i Kiramdan Ebu Hüreyre Hazretleri şöyle buyurmuşlardır: — Ben Resûlüllah sallallahu Aleyhi Vesellem'den iki çeşit ilim aldım. Bunlardan biri size anlattığım ilimlerdir, ikincisini ise söylersem boğazımı keserler, ikinci ilim esrar ilmidir. Herkes bunu anlayamadığı gibi Allah’ü Teâlâ da onu herkese vermez. (Alıntı)

Peçeyi Tarihinde Sigara Hikâyesi

Peçeyi Tarihinde Sigara Hikâyesi Bin dokuz senesi Hud Aleyhisselâm udunda ingiliz keferesi getirdiler ve bazı hastalıklara şifa olmak namına sattılar. Ehli keyfden bazı yaran keyfe müsaadesi vardır Diye müptelâ oldular. Giderek ehli keyif olmıyan Sahi kullanır oldular. Hattâ büyük ulemadan ve eshabı devletten niceleri ol iptilâya uğradılar. Kahvelerde erazil ve evbaşnı çok tütün içmelerinden kahveler gök duman olup içinde olanlar birbirini görmemek mertebelerine vardılar. Sokaklarda ve pazarlarda dahi lüle ellerinden düşmez oldu. Birbirinin yüzüne gözüne püf püf Diye sokakları mahalleleri dahi kokuttular. Hakkında nice yave şiirler naznıedip münasebetsizce okuttular. Bazı ahbap ile bir nice defa münâkaşa olundu. Bunun kötü kokusu hemen adamın bıyığını, sarığını, sırtındaki elbisesini, bilhassa içinde kullandığı evini kötü kötü kokuttuğundan gayri halı ve keçe gibi evinin döşemesini yaktığı, küliyle artığı ortalığı kirlettiği ve ayrıca muttasıl içildiğinden insanı işden güçten alı

Karı Dırıltısı

Karı Dırıltısı 19. asır sonlarında Halil Ağa isminde bir adam, karılarının ve anasının geçimsizlik kavgaları yüzünden üzüntü ile ölmüştü. Vasiyeti üzerine kabir taşına: “Karı dırıltısından ölen Halil Ağa” Diye yazılmıştı. Bu kabir taşı Merkez Efendi Mezarlığındadır. (Alıntı)

Niçin Yazdım

Niçin Yazdım İmamı Rabbani Kuddise Sirrûh Hazretlerinin çok yazmasının sebebi soruldu. O da şu cevabı verdi: — Bize bütün yazılarımızı ahir zamanda gelecek olan Hazreti Mehdî'nin “Aleyhirrahmeti vettehiyyat verridvan” okuyacağı ve hepsini makbul bulacağı bildirildi. Böyle çok yazı yazmamın sebebi budur. (Alıntı)

Ahmakların Anlayışları

Ahmakların Anlayışları Padişahın biri bir gün bir mecliste Semender denilen ve ateş yiyerek geçinen bir hayvandan bahsetti. Buna kimse inanmadı. Oradakilerden hiç biri bir hayvanın ateş yiyerek yaşayacağını aklına sığdıramadı. Üstelik padişah için: — Bu adam cahil ve aptaldır, demekten de geri durmadılar. Padişah bakar ki, bu akılsız kimselerin kötü düşünceleri gittikçe çoğalıyor; bir Semender yakalayıp getirtir. Herkes ateşleriyle birlikte Semenderi seyretmeye gelirler ve ateşlerini onun önüne koyarlar. Semender gagası ile ateşleri yer. Bunu görenler kendi ahmaklıklarını anlarlar ve padişaha: — Sizin sözünüz aklımıza sığmayınca sizin cahil olduğunuza kanaat getirdik, Diye özür dilerler. (Alıntı)

Bir Çift Kundura

Bir Çift Kundura On yedinci asır başlarında Dalmaçyada Nadin Kasabasında Sancak Beyinin ahırında uşak olarak çalışan on üç yaşında bir çocuk vardı. Herkes tarafından horlanan bu kimsesiz çocuğa bir gün bir dul kadın acımış ve çıplak ayaklarına, kocasından kalmış kocaman bir çift partal kundura giydirmişti. Nadin'den bir vazife ile bir Kapıcıbaşı geçti. Sancak Beyinin konağında misafir oldu ve küçük ahır uşağının zekâ ile pârlayan gözleri ve kir tabakaları altında kaybolmuş güzelliği nazarı dikkatini çekti, çocuğu yıkatıp temizlettikten sonra alıp îstanbula getirdi. Saraya verdi. Enderunu Hümâyun çocukları arasına katılan çocuğa, güzelliğinden ötürü Yusuf Aleyhisselâm adı konuldu. Nadinli Yusuf Aleyhisselâm kısa bir zamanda yükseldi. Kaptan Paşa oldu. Bir gün Nadine Kaptan Paşanın bir adamı geldi ve Sancak Beyine mühürlü bir meşin torba verdi, bir mektupta da şunlar yazılıydı: “Falan yerde oturan Marya isminde bir dul kadın vardır; bu torba, eğer sağ ise, Sancak Beyinin ve