Kayıtlar

Şubat, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dervişin Gönlü Çatal Olmamalı

Dervişin Gönlü Çatal Olmamalı Yaycı Mustafa Dede isminde birisi, Şeyh Ünsî Hasan Efendinin sohbetlerine gelir giderdi. Nerede bir şeyh görse gider onunla görüşür, ona hizmet eder, ona meyl ve sevgi beslerdi. Bir gün onu Ünsî Efendiye methettiler. O ise, onun bu hâlini beğenmezdi. Yaycı Mustafa Efendi, birçok kimse peşinde koşmuş ama teslim olmamıştı. Bir gün Ünsî Efendi sohbetinde; "Dervişin gönlü çatal olmamalıdır. Zîrâ gönülde ikilik, şirktir. Dervişin hocasına sevgisi sağlam olmalı. Şöyle ki: Bütün âlem şeyh ve mürşid dolsa, Allah’ü Teâlâ’nın feyzi bana ancak hocamdan gelir demelidir. O kişi mahrum kalmaz. Lâkin onun şeyhim dediği İslâmiyet tam mâniasıyla uymalıdır. Yoksa nefs ve şeytana tâbi şeyh sûretindeki kimseler şeyh olamazlar." buyurdu. Sohbetini dinleyenler bu sözlerin niçin, neden söylendiğini önce anlayamadılar. Yine bir gün Ünsî hazretleri; "Yaycı bu senin zannettiğin şey âdetullaha aykırıdır, olmaz. İmkânı dahi yoktur. Böyle bir mürşide k

Cömertlik Böyle Olur!

Cömertlik Böyle Olur!           Hazret-i Hasan, hazret-i Hüseyn ve bir de hazret-i Abdullah bin Ca’fer Radiyallahü Anhüm hacca gittiler.           Yolda develeri bir yerde otlamaya bıraktılar. Aç ve susuz idiler, İhtiyar bir kadının yanına gidip;           “- İçecek bir şey var mı?” dediler.           “- Var”, dedi.           Bir koyunu vardı. Sağdı ve sütünü onlara verdi.           “- Yiyecek bir şeyin var mı?” dediler.           - “Yoktur bu koyunu kesin, yiyin” dedi.           Kestiler, yediler ve:           “- Biz Kureyş’teniz, bu seferden dönünce yanımıza gelirsen, sana iyilik ederiz” dediler ve gittiler.           Kadının kocası eve dönünce kızdı ve “- Koyunu tanımadığın insanlara verdin.” dedi.           Bir zaman geçti ihtiyar kadın ve kocası fakirlik yüzünden Medine-î Münevvereye geldiler, Yiyecek: bir şey satın almak için deve gübresi toplayıp sattılar. Günlerini böyle geçiriyorlardı. Bir gün ihtiyar kadın bir mahalleye gitti. Hazret-i Hasan evin kap

Halife, Bekçilik Yapıyor!

Halife, Bekçilik Yapıyor! Müslümanlar, bulundukları yerlerde oturan gayri müslim halkı korumaları altına aldıkları gibi, turist olarak gelen veya ticari maksatla gelmiş olan gayri müslimleri de sınırları dâhilinde koruma altına alırlardı. Onların zarar görmemesi için, her türlü tedbiri alırlardı. Bunun geçmişte sayısız örnekleri vardır. Meselâ, Halife Hz. Ömer Radiyallahü Anh zamanında, bir ticaret kervanı gelip, gece Medine‘nin dışında konakladı. Yorgunluktan hemen uyudular. Bu sırada, herkes uyurken, Halife Hz. Ömer Radiyallahü Anh, şehri dolaşıyordu. Dolaşma esnasında bunları gördü. Hz. Ömer Radiyallahü Anh, Abdurrahmân bin Avf Radiyallahü Anh‘ı da yanına alarak sabaha kadar nöbetleşe, bu kervanı beklediler. Sabah namazında mescide gittiler. Kervanda bulunan bir genç, o sırada uyanmıştı. Bunları takip edip, arkalarından gitti. Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın Halife Hz. Ömer Radiyallahü Anh ile arkadaşı olduğunu öğrendi. Gelip, arkadaşlarına anlattı. İn

Aynı Yolu Takip Eden Üç Kişi

Aynı Yolu Takip Eden Üç Kişi Hz. Ömer Radiyallahü Anh, devlet başkanı seçildiğinde, Hz. Ebu Bekir Radiyallahü Anh‘a tayin edilen maaş kadar ücret alıyordu. Bu şekilde bir müddet devam edildi. Daha sonra, Hz. Ömer Radiyallahü Anh, geçim sıkıntısına düştü. Bu durumu gören, Ashabın büyüklerinden bazıları toplanıp, bu durumu görüştüler. Zübeyr bin Avvam Radiyallahü Anh, kendisine söyleyerek maaşını artırma teklifinde bulundu. Hz. Ali Radiyallahü Anh: ‘Bu teklifi kabul edeceğini zannetmiyorum. İnşallah kabul eder. Gidip teklifi bildirelim‘ dedi. Bu arada, Hz. Osman Radiyallahü Anh söz alıp buyurdu ki: ‘Ömer‘in hak ve adalette ne kadar tavizsiz olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu teklifimizi bizzat kendimiz değil, kendisini kıramayacağı birine söyletelim. Bunu, kızı Hafsa teklif etsin!‘ Hz. Hafsa Radiyallahü Anha, babasının yanına varıp teklifi bildirince, çok hiddetlendi. Sonra kızı Hz. Hafsa‘ya sordu: ‘Sen Resûlullah‘ın evinde iken, Allahın Resulünün giydiği en kıymetli elbise ney

Şerefi başka yerde aramayın!

Şerefi başka yerde aramayın! Şam yolculuğunda, Hz. Ömer Radiyallahü Anh ile kölesi beraberlerindeki tek deveye nöbetleşe biniyorlardı. Şehre girişte, sıra köleye gelince, Halife devesinden indi. Yerine kölesini bindirdi. Devenin yularından tuttu. Ayakkabılarını çıkarıp dereden geçti. Uzaktan bakan; deveye binmiş köleyi halife, devenin yularını çeken Hz. Ömer Radiyallahü Anh‘i de köle zannediyordu. Bunu gören ordu komutanı Ebu Ubeyde bin Cerrâh dedi ki: "Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halifesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl izah edebilirsiniz? Sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler." Hz. Ömer Radiyallahü Anh buyurdu ki: "Ey Ebu Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vasıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelil ve hakir bir kavimdik. Allah Teâlâ, bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allah Teâlâ bizi zelil eder, her şeyde

Osmanlı Askeri Ve Papazlar

Osmanlı Askeri Ve Papazlar Kanuni Sultan Süleyman Han Belgrad seferine çıkmıştı. Kaleye iki günlük mesafede son defa mola verdiler. Askerler, çevredeki çeşmelerden istifade edip abdest tazelemeye, su ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlardı. Çeşmelerden birinin yakınında bir manastır vardı. Bu manastırın başrahibi, Osmanlı askerinin durumunu öğrenip haçlı ordusunu haberdar etmek için, manastırdaki rahibelerden birkaçını süsleyip, ellerine verdiği testilerle çeşmeye gönderdi. Rahibelerin geldiğini gören Osmanlı askeri, hemen çeşme başından ayrılıp rahibelere sırtlarını döndüler ve testilerini doldurup gidinceye kadar kimse dönüp bakmadı. Rahibeler gelip durumu anlatınca, hemen kâğıt kalem istedi ve haçlı ordusu kumandanına şunları yazdı: “Ey Haçlı Kumandanları! Siz bu orduyla nasıl başa çıkabilirsiniz? Bu insanlar, hiç düşünmeden canlarını Allah yolunda, kumandanları emrinde çekinmeden can veriyorlar. İnanıyorlar ki, gidecekleri yer Cennettir. Kadına kıza ehemmiyet vermiyor

İhlasla Yapılan Bir Amel

İhlasla Yapılan Bir Amel Hakk’ın; “İlle de çok kazanın!” diye bir emri yoktur. Cenâb-ı Hak, helâl ve meşrû yoldan kazanıp imkân nisbetinde infakta bulunmamızı istemektedir. Hayır-hasenâtın ecrinin de, onların miktarına değil, infak edilişindeki fedakârlık seviyesine bağlı olduğunu bildirmektedir. Nefis ve şeytan, kalbî zaafları bulunan kimi insanları da, sûret-i haktan görünerek aldatır: “Sen çok kazanmalısın ki çokça hayır-hasenat yapabilesin.” telkininde bulunur. O da nefsine hoş gelen bu fikri, dînî bir sâikle benimsiyormuş gibi, kendince birtakım gerekçeler üretir: “Ben çok kazanıp daha çok hayır-hasenat yapacağım.” der. “Zor durumdaki Müslümanlara infâk etmek için çok kazanmam lâzım.” der. “Görmüyor musunuz yeryüzündeki Müslümanların perişan hâlini? Biz de Müslümanları sömürenler gibi kazanıp güçlü olmalıyız ki onlarla baş edebilelim…” der. Sonra da; “Ne yapalım, piyasanın şartları böyle…” diyerek şer’î ölçülerden tâvizler vermeye başlar; fâize, karaborsacılığa,

Neden Kendine Hiç Ayırmadın?

Neden Kendine Hiç Ayırmadın? Hz. Ali'nin ağabeyi Cafer b. Ebu Talib'in oğlu Abdullah, sıcak bir günde, bir kabilenin hurmalığına inmişti. Abdullah burada dinlenirken, hurmalıkta çalışan köleye, yemek vakti üç parça ekmek geldiğini gördü. Adam ekmeklerden birini ağzına götürmek üzereydi ki, birden önünde açlığı her halinden belli bir köpek belirdi. Köle elindeki ekmeği köpeğin önüne attı. Köpek ekmeği derhal yedi. Köle ekmeğin ikinci parçasını da attı. Köpek bunu da bir kerede sildi süpürdü. Köle bunun üzerine üçüncü parçayı da köpeğe verdi. Kalkıp, yeniden işine dönmek üzereydi ki, olup biteni uzaktan seyreden Abdullah, yaklaşıp sordu: – Ey köle, bugünkü yiyeceğin ne kadardı? Köle sıkılarak cevap verdi: – İşte bu üç parça ekmek... – O halde neden kendine hiç ayırmadın? – Baktım ki, hayvan çok aç. O halde bırakmak istemedim. – Peki, sen ne yiyeceksin şimdi? – Oruç tutacağım. Bunun üzerine, Abdullah b. Cafer, köleden sahibini, evinin nerede olduğunu sordu

Tüm Servetini Bir Resme Verecek Kaç Kişi…

Tüm Servetini Bir Resme Verecek Kaç Kişi… Ünlü sanat merkezlerinden birinde, çocuğun biri, vitrinde çok hoş bir tablo görür. Tablonun bedeli oldukça yüksektir. Çocuk bu tabloyu bir sonraki sene abisinin doğum gününe almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği tüm para ile mağazaya gider. Şanslıdır, tablo hâlâ satılmamıştır. İçeri girer, tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve: – Abimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum, tüm param da bu kadar, der. Ressam bir süre düşündükten sonra resmi paketler ve çocuğa satar. Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar. Mağazada ressamın arkadaşları da vardır ve şaşkın şaşkın sorarlar: – Sen ne yaptın, o resmin değeri milyonlar ederdi. Neden bu kadar düşük bir rakama sattın? Ressam cevap verir: – Evet, ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim, ancak tüm servetini bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim?

İmam Azam Ebû Hanîfe Hazretleri (Rahmetullahi Aleyh)

İmam Azam Ebû Hanîfe Hazretleri (Rahmetullahi Aleyh) Ehl-i sünnetin reisidir. Fıkıh bilgilerini, Ehl-i sünnet itikadını topladı. Yüzlerce talebesine öğretip, kitaplara geçirilmesine sebep oldu. Müslümanlar tarafından kağıt imali bunun zamanında başladı. Derin ilmi, keskin zekası, aklı, zühdü, takvası, hilmi, salahı ve cömertliği yüzlerce kitaplara yazılıp anlatılmıştır. Talebesi pek çok olup, büyük müctehidler, âlimler yetiştirdi. Ehl-i sünnetin yüzde sekseni Hanefi mezhebindedir. Asıl adı Numan’dır. 80 (m. 699) senesinde Kufe’de doğup, 150 [m.767]’de Bağdat’ta şehit edildi. Babasının adı, Sabit’tir. Acemistan’ın (İran’ın) ileri gelenlerinden bir zatın soyundan olup, Faris oğullarındandır. Dedesi Zuta, İslam dinini kabul etmiş ve Hazret-i Ali’ye ikramda bulunmuştu. İlim sahibi salih ve kıymetli bir zat olan babası Sabit, Hazret-i Ali ile görüşmüş, kendisi, evladı ve zürriyeti için duasını almıştır. İmam-ı A’zam, Kufe’de doğup büyüdü ve orada yetişti. Ailesinden ço