Kayıtlar

Ağustos, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gördüğünüz Kötülükleri Kuma, İyilikleri Kayalara Kazımayı Öğrenin!

Gördüğünüz Kötülükleri Kuma, İyilikleri Kayalara Kazımayı Öğrenin! Çölde yolculuk eden iki arkadaş hakkında bir hikâye anlatılır. Yolculuğun bir aşamasında iki arkadaş tartışırlar biri ötekine bir tokat atar. Tokadı yiyenin canı çok yanar ama tek kelime etmez ve kum üzerine şu sözleri yazar. 'Bugün en iyi arkadaşım bana bir tokat attı.' Yıkanabilecekleri bir vahaya rastlayana dek yürümeyi sürdürürler. Tokadı yiyen yıkanırken bir batağa saplanır, boğulmak üzereyken arkadaşı tarafından kurtarılır. Boğulmak üzere olan arkadaş tam kurtulduktan sonra bir kaya parçası üzerine şu sözleri kazır: 'Bugün en iyi arkadaşım benim hayatımı kurtardı. ' Tokadı vuran ve sonra arkadaşının hayatını kurtaran kişi ona şöyle der; senin canını yaktığımda bunu kum üzerine yazdın ama şimdi kayaya kazıyorsun. -NEDEN? Öbür arkadaş ona şöyle cevap verir: 'Biri bizi incittiğinde bunu kum üzerine yazmalıyız ki bağışlama rüzgârı estiğinde onu silebilsin. Ama biri bize

Gerçek Değer

Gerçek Değer Gerçek bir değer, karşılık beklemeksizin verilen sevgi, elde etmek için yaşamı tükettiğimiz mutluluk. Eğer deli delilikte direnseydi bilge olurdu. Direnmedi... Bazı durumlar vardır… Çözüm aradığımız... Her şeyde üç çözüm vardır bizim çözümümüz başkasının çözümü ve gerçek çözüm... Gerçek çözüm başımızı kumdan çıkarttığımız andır. Her şeyin bir karşılığı vardır hayatta… Bizim de karşılığımız vardır... Onu bulmak gerçek çözüme ulaşmaktır... Karşılığımızı bulmaktır gerçek çözüm... Onu bulmak hayatta verdiğin kadar almaktır da... Kadir kıymet bilmek adına yaptıklarımız bizi kıymetsizleştiriyorsa çözümümüz onun çözümüdür... Oysa gerçek çözüm yüreğimizdedir... Bilinmemiş değerin, değeri görülememiş şeylerin son noktaya getirilmesi ile insanın içine büyük bir üzüntü çöker. Geri dönüşü olmayan şeylerdir. En sonunda pişmanlık duymak anlamsızdır aslında, o duruma getirmek de körlük ve kapristir. Her seferinde baştan başlamak imkânsız olduğundan, insanın içindeki yanı

Evlada Bırakılan İki Mektup

Evlada Bırakılan İki Mektup Yaşlı adam kaçınılmaz sonun yakın olduğunu anlayınca oğlunu yanına çağırmış ve ona zarfları kapalı iki mektup vermiş. Sonra da "Bu mektuplardan ilkini ben öldüğüm sırada, ikincisini ise gasil hanede yıkanırken aç" demiş. Adam ölmüş. Oğlu vasiyeti yerine getirmek için ilk mektubu açmış. Mektupta şu yazıyormuş: "Beni çoraplarımla yıkayıp göm.” Adamı gasil haneye getirmişler. Oğlu imama vasiyetini söylemiş. İmam kaşlarını çatmış: "Bu mümkün değil. Dinen günah olur. Her ölenin bedeni çıplak olarak yıkanır, kefene konur ve toprağa verilir. Aksini ben yapamam, ayrıca baban da günaha girer ve cennete gidemez.” demiş. Oğlu çaresiz karara boyun eğmiş ve ikinci mektubu açmış. Orada da şöyle yazıyormuş. “Bak gördün mü, yanımda çoraplarımı bile götüremiyorum.” (Alıntı)

Duaya Cevap

Duaya Cevap Dua edip Allah'tan kuvvet istedim! O ise beni kuvvetlendirmek için zorluklar verdi. Ondan hikmet istedim! O bana çözmem için problemler verdi. Ondan zenginlik istedim! O bana akıl ve basiret verdi. Ondan cesaret istedim! O bana üstesinden gelmem için tehlikeler verdi. Ondan sevgi istedim! O bana yardım elimi uzatmam için sıkıntıdaki insanları verdi. Ondan yardım istedim! O bana fırsatlar verdi. İstediğim her şey elime geçmedi… Ama o bana ihtiyaç duyduğum her şeyi verdi! (Alıntı)

Haddini Bilmek

Haddini Bilmek  Bir mülâkat sınavına girmişti. Altı değişik bakanlığın temsilcilerinden oluşan sınav komisyonu tarafından sorulan soruları cevaplamaya çalışıyordu.  Sıra Diyanet İşleri Başkanlığı temsilcisinin sorusuna gelmişti. -İslam’ın şartı kaç?  Böyle bir soruyu hiç beklemiyordu. Belki fetva verecek durumda değildi ama kendisine yetecek kadar dinî bilgilere de sahipti. Biraz kızardı ve yavaş bir sesle; -Beş dedi. Peşinden başka sorular soruldu, cevapladı ama kafasına takılmıştı bir kere, kendi kendine soruyordu; “Otuz beş yaşındayım, benim gibi birine hem de çok ciddi bir sınavda böyle soru sorulur muydu”? Mülâkat sonucunda başarılı olmuştu. Ama o soruyu bir türlü unutamıyordu. Aradan yıllar geçmişti, bir sohbet esnasında birisi; -İslam’ın şartı beştir, ama bana sorarsanız altıncısı da haddini bilmektir, dedi. Evet, haddini bilmek çok çok önemli bir erdemdir. Âlime sormuşlar; -Efendim en iyi neyi bilirsiniz? Âlim cevap vermiş; -Haddimi bilirim.

Gübre Böcekleri

Gübre Böcekleri Şair Deyheki, çocuklarını yanına alarak bir dostunu ziyarete gider. Kara, kuru ve sıska çocukları gören dostu latife olsun diye: - Efendi, der. Bu gübre böcekleri senin mi? Şair, taşı gediğine koyar: - Evet efendim! Kokunuza geldiler. (Alıntı)

Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem ve Hz. Ebubekir Radiyallahü Anh’in Birbirine Şakası

Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem ve Hz. Ebubekir Radiyallahü Anh’in Birbirine Şakası Peygamber efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem ve Hz. Ebubekir Radiyallahü Anh önlerindeki tabaktan hurma yemekte iken; Hz. Ebubekir Radiyallahü Anh küçük bir latife yapmak istemiş olacak ki yediği çekirdekleri Peygamber efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’in önündeki tabağa atar ve hurmalar bitince: “Ey Allah’ın Rasulü Sallallahü Aleyhi Vesellem bütün hurmaları bitirmişsiniz bu kadar çok mu acıktınız?”. Der gülümseyerek… Peygamber efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem bakar ki kendi tabağı çekirdek dolu iken Ebubekir Radiyallahü Anh’in tabağı bomboş… Gülümseyerek latifeye latife ile karşılık verir Allah’ın peygamberi Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem… “Ya Ebubekir bu kadar çok mu acıktın ki bütün hurmalarını çekirdekleriyle beraber yutmuşsun?” Kıssadan Hisse: Zirveden gelen her şey güzel oluyor… Şakalar bile…

Kalbinizin Sesini Dinleyin

Kalbinizin Sesini Dinleyin Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğlunun öyküsüdür. Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını ister hocası. Çocuk, bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazar. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlatır. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizer. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterir. Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesidir. İki gün sonra ödevi geri aldığında, kâğıdın üzerine kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "sıfır" ve " dersten sonra beni gör" uyarısını görür. "Neden sıfır aldım?" diye merakla sorar hocasına. "Bu ödev, senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal!" der hocası. "Paran yok. Gezgin bir aileden geliyorsun. At ç

Doğum günün kutlu olsun oğlum!

Doğum günün kutlu olsun oğlum! Evin telefonu sabaha karşı 3 buçukta çaldı, uyku sersemi adam telefonu aldı… Telefondaki annesiydi, telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti... Annesi; “Nasılsın oğlum iyi misin?” diye sordu? Oğlu şaşkın bir ifadeyle; “Hayırdır anne bir şey mi oldu?” “Yok!”, dedi annesi… “Biz iyiyiz sadece sesini duymak istedim…” “Anne bunun için mi aradın sabahın üç buçuğunda, yarın konuşabilirdik…” deyince… Annesi; “Rahatsız mı ettim oğlum?” dedi, Oğlu da; “Evet rahatsız Ettin” dedi... Annesi de; “Sen de 30 sene önce bu saatte beni rahatsız etmiştin, Doğum günün kutlu olsun oğlum!” dedi... (Alıntı)

O Delikanlının Adı: Victor Hugo

O Delikanlının Adı: Victor Hugo Delikanlı elindeki şiirleri, o devrin en büyük yayıncılarından birine göstererek: “Bunları satmak istiyorum.” Dedi. Yayıncı şiirlere bir göz attıktan sonra cevabını verdi: “Bunları basamam... Hiçbiri beş para etmez!” Delikanlı, pes etme niyetinde olanlardan biri değildi. Kendine güveniyordu. Başarmaya kararlıydı. “Çok yazık!” dedi. “Büyük bir servet kazanma fırsatını kaçırdınız. Çünkü sizinle anlaşmak ve ileride yazacağım bütün eserlerin telif hakkını da size satmak istiyorum!” Yayıncı gerçekten büyük bir fırsatı kaçırmıştı. O delikanlının adı Victor Hugo idi. (Alıntı)

Çocuğum Ve Ben

Çocuğum Ve Ben Bir gün, çocuğum doğdu. O dünyaya geldiğinde yetişmem gereken uçaklar ve ödemem gereken faturalarla meşguldüm. Ben uzaklardayken, yürümeyi öğrendi. Konuşmayı da öyle… Biraz büyüdüğünde: “-Senin gibi olmak istiyorum baba…” demeye başladı.” -Ben büyüğünce senin gibi olacağım.” İşyerine telefon açıp: “-Baba eve ne zaman geleceksin? ” diye sorardı hep. “-Ne zaman geleceğimi bilmiyorum oğlum. Ama geldiğimde, güzel vakit geçireceğimden emin olabilirsin.” Yıllar öylece geçip gitti. Oğlum on yaşına geldi. Ona güzel bir top aldım. “-Top için teşekkürler baba! Haydi oynayalım.” Dedi. “-Bu hafta sonu tamamlamam gereken işler var” dedim.” Bugün olmaz haftaya tamam mı? “-Tamam” dedi, fakat yüzündeki gülümseme eksilmedi. “-Büyüyünce baba…” dedi, ”ben de senin gibi olmak istiyorum...” Yıllar fark ettirmeden geçip gitti. Oğlum önce ilkokuldan, sonra liseden, sonra üniversiteden mezun oldu. Bu durumda, başka bir baba gibi, benim de söylemem gereken bir şeyler var

Bu Ne Oğlum?

Bu Ne Oğlum? 80'ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen ve 45 yaşında saygın bir işi olan oğlu salonda oturuyorlardı. Hal hatırdan, çoluk çocuktan, havadan sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti. O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Yaşlı baba kargaya gülümseyerek, biraz baktıktan sonra oğluna sordu: 'Bu ne oğlum?' Oğlu şaşkın, cevapladı: 'o bir karga baba.' Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu: 'Bu ne oğlum?' Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı: 'Baba, o bir karga' Karga hâlâ pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu. Yaşlı baba üçüncü defa sordu: 'Bu ne?' Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü: 'O bir karga baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?' Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca o

Vacib

Vacib Yapılması farz gibi kesin olan emirlere denir. Bunların delilleri farz gibi açık ve kesin değildir. Vitir namazını ve Bayram namazlarını kılmak, zengin olunca kurban kesmek, sadaka-i fıtr vermek vaciptir. Namazın vaciplerinden biri sehven terk edilmişse sehiv secdesi yapmak gerekir. Vacibin hükmü farz gibidir. Vacibi terk etmek, tahrimen mekruhtur. Vacibi yapmayan, günaha girer, azaba layık olur.

Farz

Farz Yapılması açıkça ve kesin olarak bildirilen dinin emirlerine “FARZ” denir. Farzları terk etmek haramdır, büyük günahtır. Farzın çoğulu feraizdir. Farzların yapılmasında büyük sevaplar vardır. Özürsüz olarak yapılmamaları da, Allah’ü Teâlâ’nın azabını gerektirir. Farz İki Çeşittir 1- Farz-ı Ayn, 2- Farz-ı Kifâye. 1- Farz-ı Ayn Mükellef (yükümlü) olan her Müslüman’ın bizzat kendisinin yapması lazım olan farzdır. Mesela, iman etmek, beş vakit namaz kılmak, Ramazan ayında oruç tutmak, zengin ise zekât vermek ve hacca gitmek, farzı ayndır. Mükellef olan her Müslüman’ın haramları öğrenip haramlardan kaçması, farzları öğrenip farzları yapması en birinci görevidir. Haramlardan kaçmaz, farzları yapmazsa Allah’ü Teâlâ’nın gazabını hak eder, büyük günaha girer. Her Müslüman imanı, İslâm’ı, küfüre düşüren halleri, 32 farzı ve 54 farzı, vacipleri, sünnetleri, mekruhları, müstehapları, müfsitleri, mubahları öğrenmek zorundadır. Farz-ı Ayn da ikiye ayrılır

Abbasiye Abla

Abbasiye Abla İçimde bir yaradır Abbasî’ye Abla. Geriye dönüp baktığımda, öğretmenlik yaşantımda içime kor gibi düşen bir yara. Abbasî’ye öğrencimdi. Öğretmenliğimin ilk yıllarında Silifke’nin bir dağ köyünde okuttuğum, babası ölmüş bir kız çocuğu. Ama nasıl çocuk... Dünyaya sevgiyle bakan gözleri, masum bakışları, bu saf bakışlara inat keskin bir zekâ. Herhangi bir konuyu bir kere anlatmanız yeterdi. İkinciye gerek yok. O anlatılanı kendi mantık süzgecinden geçirip kendine göre yorumlayarak daha bir güzel sonuç çıkarırdı her konudan. Bulunduğumuz köyde genç öğretmenler olarak eşimle birlikte çalışıyorduk. O yıllarda çocuklarımızda çok küçüktü. Öğrencimiz Abbasî’ye bizim çocukların Abbasî’ye Ablasıydı. Evimizden hiç çıkmaz, gördüğü her şeyi sorar, öğrenmeye çalışırdı. Yeni bir eşya, yeni bir davranış, sözcük, problem ne olursa, en ince ayrıntısına kadar merak eder öğrenirdi. O kendi köyü dışındaki dünyayı sorardı. Ötelerde ne vardı? Öteler, daha, daha öteler. Birleştirilmiş

Bencillik

Bencillik Dünya hayatında hep kötülük işleyen bir adamı ölünce cehennem kapısında bir melek karşıladı. Melek adama şöyle seslendi: "Hayatta iken tek bir gün bile birisine iyilik yaptıysan buraya girmeyeceksin." Günahkâr adam uzun süre düşündükten sonra, bir keresinde ormanda gördüğü örümceği hatırladı. Balta girmemiş ormanda yürürken önüne bir örümcek ağı çıkmıştı. Adam ağı bozmamak ve örümceği ezmemek için o gün yolunu değiştirmişti. Heyecan içinde o günü meleğe anlattı. Melek adama gülümsedi ve ardından elini şaklattı. Gökten bir örümcek ağı inmişti. Adam bu ağa tutunarak cennete girebilecekti. Adam neşe içinde ağa tırmanırken cehennemden bazıları da bu ağa tutunarak cennete gitmeye çalıştılar. Ama adam ağın o kadar çok insanı taşımayacağından korkarak onları itmeye başladı. Tam o sırada ağ gerçekten koptu ve diğerleri ile birlikte adam da cehenneme düştü. "Yazık" dedi melek. "Bencilliğin, hayatında işlediğin tek iyiyi de kötülüğe döndürdü.

Cesaretin Bittiği Yerde Esaret Başlar

Cesaretin Bittiği Yerde Esaret Başlar Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare varmış. Büyücünün biri fareye acımış ve onu bir kediye dönüştürmüş. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlamış. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürmüş. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlamış. Büyücü bakmış ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkân yok. Onu eski haline döndürmüş. Ve demiş ki: "Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. Ben sana yardım edemem.”

Cehennemi Boylayan Bektaşi

Cehennemi Boylayan Bektaşi Bektaşi'nin birine konuk gelecekmiş. Bektaşi konuğu nasıl ağırlar… Elde yok, avuçta yok... Mahcup olmak da istemiyor... Komşusu Yahudi'nin bir sürü keçisi varmış... Onlardan birini çaktırmadan alıp kesiyor... Ama çaktırmadığını sanan kendisi... Yahudi, ağacın arkasından gözlermiş durumu... Diyor ki kendi kendine, "Kadıya gitsem... Kadı Müslüman, o Müslüman, ben Yahudi… Davayı kazanamam. Hadi kazandım, Bektaşi'nin nesi var ki, ondan alıp bana versin... Biz artık Allah’ü Teâlâ'nın huzurunda hesaplaşırız... Yıllar geçiyor. Yahudi, Allah’ü Teâlâ'nın huzurunda davacı oluyor, Bektaşi'den... Mahkeme kuruluyor... Allah’ü Teâlâ: -Sen Yahudi kulumun keçisini kesmişsin, diyor Bektaşi’ye... -Kesmedim, diyor Bektaşi... -Ben gözlerimle gördüm diyor, Yahudi… -Allah’ım, diyor Bektaşi... Bir mahkemede bir adam hem şahit, hem davacı olamaz. -Haklısın ama diyor, Allah’ü Teâlâ'nın Ben her şeyi görürüm. Ben de gördüm, kestiğini...

Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerin

Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerin Bulunmayacak tek şey senin benzerindir. Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar çok sayılmaz küçük bir dükkân için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle... Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp: 'Küçüüük! ' diye seslendi. 'Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!' Çocuk, ona dönerek: 'Gerçekten çok güzeller!' diye tebessüm etti, 'Ama benim bir bacağım doğuştan eksik'. 'Bence önemli değil!

Vatanımızın Hepsi Gitmeden, Darbeler ve Terör Bitmez

Vatanımızın Hepsi Gitmeden, Darbeler ve Terör Bitmez Yüce Rabbimize hamdolsun ülkemiz büyük bir badireyi ucuz atlattı. Gerçi 250’ye yakın şehit 2000 civarında sakat ve yaralı, milyonlarca liralık maddi zarar var… Ama biz buna ucuz atlattık diyoruz. Peki, bu darbeyi kim planlayıp yönetti? Bunu sadece bir cemaat diyerek geçiştirmek saflık olur. Her zaman olduğu gibi başrollerde Siyonizm ve Haçlı güruhu var. Kuklalık yapanlar ise cemaat ve dış uzantılar… Darbelerle her on yılda Türk Milleti’ne hiza çeken küresel güçler; 15 Temmuz 2016’da kaybetmiş; dünyanın kurulduğu günden bu yana en ağır tokadı yemişlerdir. Fakat onların başarısızlıkları ve aldıkları ağır hasar bu işin bittiğini göstermez. Biz, bu ülkede; “Doğudan birkaç vilâyet verelim!” diyenleri bile gördük… Rahmetlik Nasrettin Hoca’mızın buyurduğu gibi “Yorgan gitmeden, kavga bitmeyecektir.” Son vatan toprağı elden gitmeden; ne darbeler ne terör asla ve asla bitmez… Şunu Asla Ve Asla Unutmayalım; Çok Zor Bir Coğraf