Kayıtlar

saray etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

El Hamra Sarayı’na İşlenen “La Galibe illallah!” Mucizesi

Resim
El Hamra Sarayı’nın Temeli İber yarımadasında kurulan en uzun ömürlü İslam devleti olan Endülüs İslam mimarisinin ulaşabileceği yüksek noktalardan biri olan El Hamra Sarayı'nın temeli 1232 yılında, Gırnata Emirliği yani Beni Ahmer (Nasiriler) devletini kuran 1.Muhammed zamanında atıldı. Saray, aynı sülaleden gelen çeşitli hükümdarlar (3. Ebu Abdullah Muhammed, 1. Ebul Haccac Yusuf, 5. Muhammed) tarafından yapılan ilavelerle de genişletildi. El hamra Adını Nereden Aldı? Muhteşem saray adını Arapça "Kırmızı Kızıl" anlamına gelen El hamra sıfatından aldı. İnşaatında kullanılan kil harcının kızıla çalan renginden ve güneşin batışı esnasında üzerine düşen kızıl ışınların saray duvarlarına yansımasından dolayı bu ismi almıştır. El Hamra Sarayı’na işlenen ‘La Galibe illallah’ Mucizesi Yusuf Sûresi’nin 21’inci Ayet-i Kerime’sinde geçen “Allah’ü Teâlâ’dan başka galip yoktur; Fakat insanların çoğu bunu bilmezler!” Ayet-i Kerime’sinden ilham alınarak: İspanya El Hamra S

Abdulhamid Han Rahmetullahi Aleyh Hazretlerinin Cenazesi

Resim
  Abdulhamid Han Rahmetullahi Aleyh Hazretlerinin Cenazesi Cenazeyi takip eden tarihçi Ahmed Refik'in anlatımı ile hep beraber, 10 Şubat 1918' de Beylerbeyi Sarayı'nda vefat eden cennet mekân Abdülhamid Han'ın cenazesine gidelim... Bir Osmanlı padişahı vefat edince, âdet olduğu üzere cenazesi 400 sene devletin idare edildiği Topkapı Sarayına getirilirdi. Sultan Abdülhamid Han'ın cenazesi muhafızlar, Enderûn- ı Hümayun ağaları ve saray erkânı nezaretinde Hırka-i Saadet'in yeşil ve yaldızlı kapısı önüne getirildi. Sultanın cenazesi burada Enderûn ağaları nezaretinde yıkandı. Sultanın vücudunda uzun bir hastalığın zaafı, teninin renginde ölüm sarılığı yoktu. Saçı sakalı ağarmış; gözleri kapanmış, çukura batmıştı. Abdülhamid Han hayatının son anlarına kadar şuurunu kaybetmemişti. O anlarda ki vasiyeti yerine getirildi. Göğsüne ahidnâme duası ve Hırka-i Saadet destimali, tabutun üzerine de siyah Kâbe örtüsü örtüldü. Ayasofya önünden türbeye kadar iki

Bu Saray Bir Öksürük Etmez

Resim
Bu Saray Bir Öksürük Etmez Harun Reşit yeni bir saray yaptırmıştı. Gelene gidene bu sarayda bir kusur olup olmadığını soruy or, herkes: “- Hayır, vallahi bir kusuru yok!” diye cevap veriyordu. Behlül Dana hazretleri de o sarayın yanından geçince; Harun Reşit ona da aynı soruyu sordu. “- Bu sarayın bir kusuru var mı?” diye. Behlül Dana Hazretleri, “- Bana göre senin sarayın bir öksürük etmez!” dedi. Buna içerlenen Harun Reşit, “- Hadi git işine sen de!” deyiverdi. Akşam oldu. Harun Reşit yediği yemeği hazmedememiş, karnı şişmiş, kıvranıp duruyordu. Hekimleri çağırdı. Fakat verdikleri ilaçlar fayda etmiyordu. Sarayın hizmetçisine “- Bana Behlül Danayı çağırın belki o buna bir çare biliyordur!” dedi. Behlül Dana geldi ve Harun Reşide “- Eğer seni iyi edersem şu yeni yaptırdığın sarayı isterim!” dedi. Harun Reşit hemen kabul etti. “- Yeter ki sen beni iyi et, saray senin olsun!” dedi. Belül Dana elini Harun Reşidin karnına koydu ve: “- Bismillahir

Sarayını Yerle Bir Ederim

Sarayını Yerle Bir Ederim Hz. Süleyman Aleyhisselâm ve sırlara vakıf olan Hüdhûd kuşu arasında geçen şöyle bir ibretli hadise nakledilir. Hz. Süleyman aleyhisselâm bir gün, Hüdhûd kuşunu azarlamıştı. Bunun üzerine Hüdhûd kuşu, Hz. Süleyman’ı tehdit etti: “–Senin saltanatını ve sarayını başına yıkarım!” dedi. Hz. Süleyman Aleyhisselâm gülerek: “–Senin gücün ne ki, benim sarayımı yıkacaksın!” dedi. O küçük Hüdhûd kuşu şöyle cevap verdi: “Ayak tırnaklarıma vakıf çamurunu alır, getirir ve Hz. Süleyman Aleyhisselâm’ın sarayının damına sürerim. Hz. Süleyman Aleyhisselâm’ın sarayı “Yerle Bir Olur.” Çünkü vakıf malı en büyük kul haklarının başında gelir.   Hikâyeden Alınacak Dersler 1- Cehennem ateşinden dünyada kaçınılır. Cehenneme düşünce nasıl kaçınacaksın? 2- Kul haklarında son derece kaçınmamız gerekir. Vakıf malını yemenin şiddeti o kadar güçlüyse devlet malı ondan da güçlüdür. Vakıf malından sadece belli bir grup yararlanır. Ama devlet malından he

Nefsini Avlayan Hükümdar

Nefsini Avlayan Hükümdar Nur yüzlü bir ihtiyar, bastonuna dayanarak durdu. Uzun yoldan geliyordu. Yorulmuştu. Önünde durduğu ihti­şamlı yapı, Belh ülkesinin şanlı hükümdarı İbrahim bin Ethem'in saraydı. Sarayı süzerken kapı nöbetçileri, ne arıyorsun ihtiyar?" diye sordular. "Ben yolcuyum, bu gece konaklayacak bir kervansaray arıyorum. Herhalde burası uygundur" dedi. Nöbetçiler, "Sen yanlış gelmişsin baba, burası kervan­saray değil, hükümdarımızın sarayıdır" dediler. Nur yüzlü adam biraz durdu. O arada ne düşündüyse, "Hayır, ben kendimden eminim, burası kervansaraydır, burada gecelemek istiyorum. Tanrı misafiriyim!" diye diretti. Nöbetçiler ne söyledilerse ihtiyarı ikna edemediler ve qidip hükümdara durumu bildirdiler. İbrahim bin Ethem, "Bırakın gelsin bakalım, biz de tanıyalım şu ihtiyarı" diye emretti. Nuranî çehresiyle saraya girdiğinde adeta sarayı ay­dınlattı adam ve "Selâmün aleyküm" diyerek hükümdarı selâm

Yolumuzdaki Engeller…

Yolumuzdaki Engeller… Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak? Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde. "Bu altınlar kayayı yoldan kaldıran kişiye aittir" diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. Alınacak Dersler: Her engel, yaşa

Sizin Omzunuz Çok mu Kuvvetli?

Sizin Omzunuz Çok mu Kuvvetli? Eski Endülüs Hükümdarlarından biri fakir bir kadının arsasına yeni bir saray yapılmasını emretti. Arsa hükümdarın sarayına alındı ve hükümdar arsanın bedelini de ödemiyordu. Müşkül durumda kalan kadın, çareyi, hükümdarı, kadıya şikâyet etmekle buldu. Zamanın Şeyhü’l İslâmı, kadını dinleyip haklı olduğuna hükmettikten sonra, hükümdara hiç bir şey söylemeden bir çuval ve bir de kazma kürek alıp kadının arsasından toprak doldurmaya başladı. Padişah sarayından Şeyhü’l îslâmı seyrediyor kendi kendine: -Herhalde Şeyhü’l İslâm aklını oynatmış olsa gerek, diyordu. Şeyhü’l İslâm çuvala bir miktar toprak doldurdu ve sırtına alıp götürmek istedi. Fakat ihtiyar olduğundan ve toprak da ağır olduğundan kaldıramamıştı. Biraz daha toprak koyup çuvalı ağzına kadar doldurdu. Tekrar kaldırmak istediğinde tabi ki, kaldıramaz! Şeyhü’l İslâmın bu acaip halini seyreden hükümdar daha fazla sabredemeyip huzuruna çağırdı ve: -Hocam, sen bu zayıf halinle bu çuvalı nasıl

Zalimin İbretlik Sonu

           Zalim bir padişah bir gün sefere çıkacakmış. Hizmetçiler yüz takım elbise getirmişler. Kibrinden hiç birini beğenememiş. Yüz birinci elbiseyi giymiş. Yüz at getirmişler. Hiçbirini beğenmemiş. Yüz birinci ata binmiş. Halk sarayın çıkışında yolun iki tarafına yığılmış. “- Padişahım çok yaşa!” diye tezahürata başlamış. Padişah yeni atın üzerinde kabardıkça kabarıyor, kibirlendikçe kibirleniyormuş. Birden bire nereden geldiği belli olmayan dilenci kılıklı, üstü başı yırtık pırtık birisi padişahın atının dizginlerinden yapışmış. Padişah öyle kızmış ki… Hemen gürlemiş. “- Çabuk çekil! Ey haddini bilmez dilenci! Sen kim oluyorsun da benim gibi dünyanın en büyük ülkesinin, kudretli padişahının yanına sokulup, atının dizginine yapışabiliyorsun! Derhal kafanı vurdururum. Gözüm görmesin! Hem o kadar muhafızı nasıl geçtin de yanıma kadar ulaştın?” “- Ben o kimseyim ki bana silahlı muhafızlar, kilitli kapılar, demir duvarlar etki etmez. Ben her yere girerim! Yerin altına

Gün Doğmadan Neler Doğar

Zalim Bir Kral, bir gün; avdan dönüyormuş. Şehrin girişinde güzel bir ev görmüş. Evin bahçesi çok hoşuna gitmiş. Bahçeye bakarken bahçede güzel mi güzel bir kadın gezinmiyor mu? Kadına dikkatlice bakmış, genç kadının endamına, güzelliğine hayran kalmış. Kral saraya döner dönmez baş veziri huzuruna çağırmış ve şöyle demiş: -Ben bu memleketin kralıyım,  benden başka büyük yok, mal benim, makam benim, şan benim, şeref benim. Bugün şehrin girişinde güzel bir bahçe bahçede de güzel bir kadın gördüm. Kadına âşık oldum. Ne yapıp yapıp buna bir çare bulun, tez elden bu güzel kadını bana getireceksiniz! Bu güzel kadın benim olmalı! Haydi, çabuk olun, bir şeyler yapın!” Diye emirler vermiş… Baş vezir “hay hay efendim, hemen hallederiz” deyip gitmiş. Kadını araştırmış. Bir marangozun karısını olduğunu öğrenen baş vezir sinsi bir plan kurup marangozun yanına gelmiş. -Kralımızın emri var, yarın sabaha kadar 100 tane ceviz sandık yapacaksın, yoksa seni zindana atarız, belki de asarız!&quo