Nefsini Avlayan Hükümdar

Nefsini Avlayan Hükümdar

Nur yüzlü bir ihtiyar, bastonuna dayanarak durdu. Uzun yoldan geliyordu. Yorulmuştu. Önünde durduğu ihti­şamlı yapı, Belh ülkesinin şanlı hükümdarı İbrahim bin Ethem'in saraydı. Sarayı süzerken kapı nöbetçileri, ne arıyorsun ihtiyar?" diye sordular.
"Ben yolcuyum, bu gece konaklayacak bir kervansaray arıyorum. Herhalde burası uygundur" dedi.
Nöbetçiler, "Sen yanlış gelmişsin baba, burası kervan­saray değil, hükümdarımızın sarayıdır" dediler.
Nur yüzlü adam biraz durdu. O arada ne düşündüyse, "Hayır, ben kendimden eminim, burası kervansaraydır, burada gecelemek istiyorum. Tanrı misafiriyim!" diye diretti.
Nöbetçiler ne söyledilerse ihtiyarı ikna edemediler ve qidip hükümdara durumu bildirdiler. İbrahim bin Ethem, "Bırakın gelsin bakalım, biz de tanıyalım şu ihtiyarı" diye emretti.
Nuranî çehresiyle saraya girdiğinde adeta sarayı ay­dınlattı adam ve "Selâmün aleyküm" diyerek
hükümdarı selâmladı. "Aleyküm selâm" diye selâmı alan hükümdar, ihtiyarın yüzünde güven verici, farklı bir mânâ hissetti ve ona yer gösterdi. Ve aralarında şöyle bir konuşma geçti:
Hükümdar: "Bak baba, ben bu ülkenin hükümdarıyım. Burası da benim sarayım. Sen nasıl hükümdar sarayını kervansaray diyerek küçümseyebilirsin? İyi niyetli birisi ol­duğunu zannetmeseydim, bunun cezası büyük olurdu. Ama sen iyi birine benziyorsun. İleride yolcuların kaldığı bir kervansaray var, seni orada misafir ettireyim."
İhtiyar: "Nöbetçilerin de anlamadılar, sen de anlamı­yorsun. Burası kervansaraydır. İstersen sana ispatlaya­yım."
Hükümdar: "Peki ispatlarsan seni burada misafir ede­rim. Yoksa cezanı çekmeye hazır ol."
ihtiyar: "Peki şimdi sorularıma cevap ver. Sen ne ka­dar zamandır burada oturmaktasın?"
Hükümdar: "Üç yıldır."
ihtiyar: "Senden önce kim oturuyordu burada?"
Hükümdar: "Babam, on yıl oturduktan sonra vefat et­ti."
ihtiyar: "Peki ondan önce kim, ne kadar oturdu?"
Hükümdar: "Dedem. O da on iki yıl hükümdarlık yaptıktan sonra öldü."
İhtiyar: "Senden sonra kim oturacak?
Hükümdar: "Herhalde oğlum oturur."
Bu cevaplardan sonra ihtiyar güldü ve şöyle devam etti: "Sana dememiş miydim, burası kervansaray diye. Bak sen söyledin: Deden geldi, kondu göçtü. Baban geldi, bir müd­det kaldı gitti. Sen geldin, sen de gideceksin, yerine oğlun gelecek ve bu gelip gitmeler devam edip gidecek. Kervansaraylar da yolcuların gelip gittikleri yerler değil mi?"
İhtiyarın bu sözleri İbrahim bin Ethem'in zihninde şimşekler çaktırdı ve onu epey düşündürdü.
Sonuçta, "Peki ihtiyar" dedi. "Sen kazandın, bu gece benim misafirimsin."
Evet, kimse dünyada ebedî kalmayacağına göre ve herkes ebedî hayat yolunun yolcusu olduğuna göre dünya her­kes için kervansaray...
Bu konuda Bediüzzaman şöyle di­yor:
"Bu dünya ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil de­ğildir. Ancak Cenab-ı Hakkın ebedî ve sermedi olan Darüsselâm' menziline davetlisi olan mahlûkâtın toplanmala­rı için bir han ve bir bekleme salonudur."
"Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracak­tır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levazımatı tedarik etmekle mükelleftir."
Hükümdar İbrahim bin Ethem'in sarayında misafir olan nur yüzlü ihtiyar, o gece hükümdara bir ders daha vermek istedi.
Bunun için herkesin uyuduğu bir vakitte kalkıp sarayın tavanına çıktı ve hükümdarın odasının üzerinde ayaklarını vurarak sağa sola koşmaya başladı.
Gündüz, sarayına kervansaray diyen ihtiyarın söyledikleri kulağında çınlayan ve zaten bu yüzden gözüne uyku girmeyip yatağında düşünen  hükümdar,  tavandan  gelen koşma seslerine şaşırdı ve yatağından fırlayarak seslendi:
Kim  var orada, ne arıyorsun?"
İhtiyar, sesini değiştirerek cevap verdi: "Ben çobanım develerimi kaybettim. Onları arıyorum."
Hükümdar: "Sarayda çobanın işi ne, tavanda deve aranır mı?"
İhtiyar: "Sen de bu milletin çobanı değil misin? Ve zevk safa içinde, kuş tüyü yataklarda Cennet aramıyor mu­sun? Böyle Cennet bulunursa, tavanda da deve bulunur."
Sonra sesler kesildi. İhtiyar usulca odasına geçti ve yattı. Nöbetçiler baktıklarında onu yatağında uyuyor bul­dular.
İbrahim bin Ethem ise duyduklarıyla ikinci defa şok olmuş ve sarsılmıştı. Beyni allak bullak olmuş bir halde sabaha kadar düşündü. Güya Müslümandı, ama ibadetle­rini yapmıyordu. Dünyada ebedî kalacakmışçasına zevk ve eğlencelerle ömür geçiriyordu.
Üstelik millete karşı sorumluluklarına da fazla aldırış etmiyordu. İyi ama bu saltanat ne kadar sürecekti. Böyle bir hayat, gerçekten de sonunda onu pişman etmez miydi? Cennette ebedî mutluluk vardı ve ona ulaşmayı da çok isti­yordu.
Fakat hayatını değiştirmedikçe bunun mümkünatı yok­tu. Hayatını değiştirmek de saray şartlarında kolay değildi-İçine kurt düşmüştü fakat kararsız kaldı. Sadece "Al­lah'ım bana yardım et, Sana dönmemi nasip et!" diye dua etti.
0 sabah ihtiyarı uğurladıktan sonra ava çıktı. İbrahim bin Ethem, avlanmayı sever ve haftada en az bir gününü buna ayırırdı. İhtiyar, saray görevlilerinden onun bu özel­liğini ve avlanmaya gittiği yerleri öğrenmişti. Ona son bir ders daha vermek istiyordu.
İbrahim bin Ethem orman içinde dolaşırken şöyle bir ses kulaklarında yankılandı: Ey İbrahim! Sen dünyaya avlanmak için gelmedin. Yaratıldığın şeye dön. Sorguçlar­la, tahtlarla oynamayı bırak. Büyük sultanlığa talip ol!"
İhtiyar, ellerini boru gibi yaparak, gizlendiği yerden böyle bağırmıştı. Sesin nereden ve kimden geldiğini bile­meyen hükümdar, o gün çok garip bir olaya daha şahit ol­muştu.
Veziri ve muhafızlarıyla birlikte yemek yedikleri bir sı­rada süzülerek gelen bir keklik, bir parça ekmek kopara­rak havalanmış ve biraz ötedeki çalılıkların arkasına in­mişti.
Bu işte bir gariplik olduğunu düşünerek gidip baktıklarında kekliğin, ekmeği, bataklığa saplanan bir adamın ağzına koyduğunu hayretle gördüler.
Yardım edip adamı çıkarttılar. Adam, avladığı kuşun raya düşmesi üzerine bataklığa girdiğini ve çıkamadığını,  kaç gündür o kekliğin kendisine ekmek taşıdığını anlattı.
Dehşete düşen İbrahim bin Ethem, kendi nefsiyle yüzleşerek Şöyle dedi nefsine:
-Sen onları avlarken o keklik, çaresiz kalmış bir adamı besliyor. Seninse halkından haberin yok!"
Bu düşüncelerle saraya dönen hükümdar, o gün her za­manki avladıklarından bir şey avlayamamıştı ama çok da­ha önemli bir şey avlamıştı: Nefsini. 0 zamana kadar, ona av olduğu nefsini. (alıntı)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis