Eğitimde Sevgi Prensibi Ve Disiplinin Yeri
Eğitimde Sevgi
Prensibi Ve Disiplinin Yeri
Hicret Toprak Ankara Müftülüğü AİRB Koordinatörü
Doğan her yeni çocuk, Cenab-ı Hakk’ın insanoğluna
duyduğu sevginin ve ondan henüz umudunu kesmediğinin bir delilidir.
“Eğitim”, hayata ve topluma intibak
edebilmenin ortak adıdır. Yeni doğan çocuğun beslenmeye alıştırılması,
denilebilir ki, insan neslinin eğitimle tanıştığı ilk somut anlardır. Annenin
güleryüzü, sevgi öpücükleri, konuşup-okşaması, sevgi göndermeleri bu eğitimin
devam eden parçalarıdır.
Sevgi sadece insan varlığının değil, bütün
yaratılmışların ortak hamurudur. Toprakta yeşeren bir bitki, açan bir çiçek,
güneşin ısı ve ışık kaynağı oluşu hep bu sevginin dışa vurumudur. O sevgi
olmasa kâinat yaratılmaz; canlılar insanoğluna gıda taşımaz; kâinat insana
teslim olmazdı.
Kâinatın belli bir düzen içerisinde
işleyişi, Yaratandan-yaratılana, yaratılandan-Yaratana bir sevgi akışıdır. O sevgi
olmasa yağmur yağmaz, toprak yeşermez, güneş ısıtmazdı. O sevgi olmasa sular
akmaz, çarklar dönmez, kalpler atmazdı. Evet sevgi, yaratılışın mayasıdır.
İnsan, hayvan, nebatat, cemadat, bu maya ile karılmıştır.
Aile, insan hayatında duygusal, kültürel ve
sosyal anlamda ilk deneyimlerin gerçekleştiği ortamdır. “Eğitim” ve
“sosyalleşme” aile ile başlar. Çocuk eğitiminin nasıl olacağı sorusu ise her
toplum ve çağda farklı biçimlerde yorumlanarak, başka başka kültürleri,
medeniyetleri ortaya çıkarmıştır. Genel olarak insanoğlunun dünyaya adımını
atar atmaz karşılaştığı “yuva”, onun ister istemez ilk “okul”udur da. Bunun
için “aile okuldur”, “anne öğretmendir” biçiminde alışageldiğimiz sözler, çok
da farkında olmadığımız bir gerçeğe işaret ediyor: Bu gerçek, insanoğlunun
tertemiz bir “fıtrat”la doğduğu dünyada, “aile”sinin sadece genetik olarak
değil, aynı zamanda duygusal, zihinsel ve ahlâkî anlamda da mirasçısı
olduğudur. Aslında her aile, kişi için beşikten mezara kadar sürecek olan
öğrenme ve hayatı anlamlandırma süreçlerinin ilk ve en etkin mekanıdır.
Evet, hemen her anne-baba çocuğuna karşı
beslediği sevgiyi, çeşitli biçimlerde ve kendi anlayışları çerçevesinde bir
“eğitim”e dönüştürmeye çalışır. Ancak sevgi anlayışları ve sevgiyi gösterme
biçimleri aileden aileye değiştiği gibi, eğitimde disiplin uygulama metotları
da farklılaşmaktadır.
Eğitim anlayışlarında son dönemde görülen
gelişmelerle birlikte, otoriter ve güç kullanmaya dayalı eğitim metotlarının
yerini, çocuk merkezli ve çocuğun bütün isteklerini yerine getirmeye dayalı bir
anlayış almaya başlamıştır. Bu yeni anlayışa göre aileler hayatlarını
çocuklarının istekleri doğrultusunda düzenlemeye çalışmaktadırlar.
Çocuklarımızın hayatına çizgi film ve oyun karakterleri olarak giren sihirli
dünya; yavaş yavaş gerçek dünyanın yerini almaya başlamıştır. Giyim kuşamdan
gıdaya; eğlenceden eğitime kadar her anlamda bir tüketim patlamasının yaşandığı
bu dönemde, çocuklarımız her geçen gün büyüklerinin dünyasına artan bir tür
memnuniyetsizlikle bakmakta, kendisine sunulanlarla asla yetinmemekte ve hep
daha fazlasını istemektedir. Doğru ve yanlışın ayırt edilmesinde ise
anne-babalar her geçen gün otoritelerini daha da kaybetmektedirler.
Sağlıklı bir eğitim anlayışı ise, öncelikle
çocuklarımıza “koşulsuz sevgi”, “hoşgörü” ve “doğru bir disiplin anlayışı”yla
yaklaşmamıza ve onlar için “etkili bir model” olmamıza bağlıdır.
Hayati Sevgi Gözlüğüyle Okuyan Çocuklar
Temelinde sevgi olan hiçbir eğitim
başarısızlığa uğramaz! (Pestallozzi)
Bugün artık şiddet, haksız rekabet, müstehcenlik, cinsel teşhir, insanın nesneleştirilmesi, kin ve nefret içerikli yayınların artması gibi pek çok sorunla örülü dünyamızda çocuklarımıza verebileceğimiz eğitimin ilk adımı onlara bir sevgi gözlüğü armağan etmektir. Bu ise, ancak ilk önce kendi sevgi gözlüklerimizi takmakla mümkün olacaktır. Yani sevmeyi öğrenmekle..
Çocuklarımıza olumlu davranış kazandırmanın ilk ve en önemli şartı, onlara içtenlikli ve koşulsuz olarak sevgimizi sunmaktır. Daha ilk aylardan itibaren anne kucağının sıcaklığı ve kokusu ile sevildiğini anlayan insan yavrusu, hayata kendisine tutulan sevgi aynası ile bakmaya başlayacaktır.
Bugün artık şiddet, haksız rekabet, müstehcenlik, cinsel teşhir, insanın nesneleştirilmesi, kin ve nefret içerikli yayınların artması gibi pek çok sorunla örülü dünyamızda çocuklarımıza verebileceğimiz eğitimin ilk adımı onlara bir sevgi gözlüğü armağan etmektir. Bu ise, ancak ilk önce kendi sevgi gözlüklerimizi takmakla mümkün olacaktır. Yani sevmeyi öğrenmekle..
Çocuklarımıza olumlu davranış kazandırmanın ilk ve en önemli şartı, onlara içtenlikli ve koşulsuz olarak sevgimizi sunmaktır. Daha ilk aylardan itibaren anne kucağının sıcaklığı ve kokusu ile sevildiğini anlayan insan yavrusu, hayata kendisine tutulan sevgi aynası ile bakmaya başlayacaktır.
Çocuklarımız, aslında bizim en güzel
aynamızdır. Sevgimizi, nefretimizi, ihmalimizi, eksilik ve kusurlarımızı
seyredebileceğimiz mükemmel bir ayna. Daha anne karnında annesinin duyguları
ile yoğrularak ilk duygusal deneyimlerini yaşayan çocuk, kendisine verilen
karşılıksız sevgiyi, güzel ahlâka dönüştürecek enerjiyi biriktirmeye
başlayacaktır. Çocuğun doğumunu izleyen aylardan itibaren ona duyduğumuz
sevgiyi en açık biçimde göstermek, disipline aykırı bir durum değildir; aksine
çocuğun her koşulda anne ve babası tarafından sevileceğini bilmesi, ona
sağlıklı bir özdenetimin ilk gereğini kazandırır. Bu, çocuğunuzun kendine güven
duyması, kendisiyle barışık bir kişiliğe sahip olmasıdır. Örneğin otoriter
ailelerin çocukları, kurallar ve sorgusuz itaat çemberi içinde sevildiklerini
yeterince hissedemediklerinden, kendilerine yöneltilen her türlü kısıtlama ve
cezayı sevilmedikleri ve istenmedikleri yönünde algılamaktadır. Yine aşırı
koruyucu aile tipinde çocuklar, kendilerine duyulan sevgiyi daima etrafında
birilerinin bulunması ve onu desteklemesi olarak algılamakta; tek başına
kaldıklarında, kişisel olarak yetersiz ve zayıf hissetmektedir. Aşırı hoşgörülü
aile örneğinde ise çocuklar kendilerine duyulan sevginin daima karşı tarafın
kendisi için fedakârlıkta bulunması ve isteklerinin yerine getirilmesi olarak
tanımakta; böylelikle hayata karşı daima alıcı ve istekleri konusunda sınır
tanımaz kişiliklere sahip olmaktadır.
Bütün bu yanlış sevgi gösterim
örneklerinden sonra denilebilir ki, anne-babalar; çocuklarının hırçınlığının,
hayata dönük nefretlerinin, ruhsal tatminsizliklerinin sebeplerini ilk önce bu
sevgi alışverişinde gösterilen zafiyette aramalıdırlar.
Hata Yapmak Öğrenmek Içindir
Hiçbir çocuk kusursuz değildir. Denilebilir
ki, bir çocuğun hata yapmasından daha doğal birşey yoktur. Bunu biliriz de,
çoğu zaman çocuklarımızın taşkınlıklarını, sabırsızlıklarını hata ve
kusurlarını anlayışla karşılamak konusunda yeterli tahammülü gösteremeyiz. Oysa
çocuklarımız doğruyu yanılarak, düzgün bir işi hata yaparak öğrenebilir.
Önemli olan hata yapan bir çocuk karşısında
doğru ve öğretici bir tavır sergilemektir. Hata yaptığı için azarlanan bir
çocuk; ne için azarlan dığına değil, gururunun incinmesine odaklanacaktır.
Kendisini dinlemeksizin nasihat ettiğiniz çocuğunuz, hatasını değil de, sadece
onu anlamadığınızı düşünecektir. Hatası sebebiyle ceza alan bir çocuk suçu ile
verilen ceza arasında doğrudan bir ilgi kuramadığında, öğrenmeyi
gerçekleştiremeyecektir.
O halde, yapılan hatanın öğrenilmesi için
öncelikle çocuğunuzun bu hatayı anlaması gerekmektedir. Yaşına ve karakterine
uygun anlatım ve tutumlarla bir çocuğun hatalı bir davranıştan vazgeçmesi çok
kolaydır ve bu en etkin öğrenme biçimidir. Unutmamak gerekir ki “İyi bir
disiplin, çocuğun isteklerine engeller koyarak değil, (sabır ve) anlayışla
kurulabilir. Bu ise, çocuğun uygun olan isteklerinin kabul edilmesi ve
kendisine gerçekten zarar verebilecek durumlara engel olunması demektir.”
(Koytak, Necla, Anne-Baba Olmak Kolay Değil, Uçurtma Yay., İstanbul, 2005, s.
110)
Bir Öğrenme Biçimi Olarak Ödül Ve Ceza
Çocuk eğitiminde disiplinin amacı, çocukta
sağlıklı bir özdenetim geliştirmektir. (Yörükoğlu, Atalay, a.g.e., s. 214)
Nitekim devamlı olarak “ödül” ve “ceza” gibi bir dış uyarıcıya bağımlı olarak
sergilenen doğru davranış, aslında henüz öğrenilmemiştir. “Ödül” ve “ceza”
ancak yerli-yerinde ve doğru biçimde uygulandığında; -çocuğunuz doğru davranışı
benimseyene kadar- kullanılabilecek etkili bir eğitim metodudur. Buna göre ödül
ve ceza her şeyden önce ölçülü ve tutarlı olmalıdır. Yine davranışlara yönelik
her türlü teşvik, alışkanlık haline gelene kadar pekiştirilmelidir. Tutarsız
ödül ve ceza, öğrenme ve sorumluluk kazanmayı engeller; deneme ve isyanı
körükler.
(Mackenzie, Robert, (çev. Dr. Hande Gürel), Çocuğunuza Sınır Koyma, Hyb.
Yay., Ankara, 2000, s.14)
Yine aşırı ödül, çocuğun hatalarını
görmesini ve kabul etmesini zorlaştırırken, aşırı ceza kendisine yapılan
haksızlığa tepki geliştirmesini ortaya çıkarır.
Ödül ve cezada tutarsızlık birkaç biçimde
gerçekleşebilir: Bir davranış sonucunda öngörülen ceza veya ödülün yerine
getirilmemesi şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, ebeveyn ve yakın akrabalar
gibi otoriteler arasındaki farklı tavırlardan kaynaklanabilir. Ayrıca aynı
kişinin belli bir suça farklı durumlarda değişik tepki vermesi de bir
tutarsızlık örneği teşkil eder.
Ödül ve cezada önem verilmesi gereken diğer
bir husus, doğrudan doğruya kişiliğe yönelik övgü ve yergi yerine, davranışın
sonuçlarına ilişkin ödül ve ceza vermektir. Bu türlü ödül ve ceza “öğrenme”yi
beraberinde getirir. Davranışlarından memnuniyet duyduğunuz çocuğunuza, “Sen
çok uslu, çok cici bir kızsın” yerine; “Söz dinlemen ne kadar güzel” demeniz,
arkadaşıyla kavga eden çocuğunuza, “Çok yaramaz bir çocuksun” yerine,
“Arkadaşına kötü davranman onu çok üzmüş olmalı, haydi gel özür dile” demeniz
uygun ödül ve ceza örnekleridir. Çocuğun kişiliğine yöneltilen eleştiriler ise
yanlış davranışın öğrenilmesini değil, öfke ve nefreti pekiştirir. Hakaret
edilen bir çocuk, kişiliğine göre ya hakaret etmeyi öğrenir, yahut kendisine
güven duygusunu yitirir.
İşe Kendimizden Başlayalım
Çocuklarımıza “iyi” ve “doğru”yu öğretmenin
en doğal ve tartışmasız olarak en etkili yolu, onlara olmamız gerektiği gibi
bir “model” olmaktır. Zira çocuklarımız öncelikle gözlem ve taklit yoluyla
öğrenirler. Farkında olmasak da çocuğumuz günlük hayatın en sıradan
dakikalarında bile davranışlarımızı, tepkilerimizi, hatta duygusal
durumlarımızı en ince ayrıntılarıyla gözlemlemektedir. O, gözlem ve
sezgilerinden hareketle durmaksızın bir öğrenmeyi gerçekleştirmektedir. Ahlâkî
ve inanca dayalı davranışlar söz konusu olduğunda bu durum daha da önem
kazanır. Çocuğunun gözü önünde yalan söyleyen bir babanın ondan “dürüstlük”
beklemesi ne kadar gerçekçi olur? Yahut, kendisi çocuklarına kötü söz ve
davranışla muamele ettiği halde çocuğunun kavgacı ve uyumsuz hareketlerini
düzeltmeye çalışan bir anne ne kadar başarılı olabilir? Olumsuz örnek olmamak
kadar olumlu örnek teşkil etmek de model olmanın gereklerindendir. Özellikle
yararlı alışkanlıkların kazandırılmasında anne-babanın bu alışkanlıklara sahip
olması önem kazanmaktadır.
Sonuç olarak eğitimde “disiplin”in amacı,
çocuğun hatasının ve olumlu davranışının üzerinde düşünmesini sağlamak ve
kalıcı, sağlıklı davranış geliştirmesine yardımcı olmaktır. Çocuklarla kişilik
mücadelesine girmek, onların üzerinden kendi öznel ihtiras ve hayallerini
gerçekleştirmeye çalışmak, onlar üzerinde otorite kurarak kendilerini daha iyi
hissetmek sıkça karşılaştığımız yıkıcı durumlardır. Bunların yerine,
çocuklarımızı en az yetişkin ve bağımsız bir birey kadar ciddiye almak;
istekleri, duyguları, hayalleri karşısında dostça yaklaşmak; dayanmak istediğinde
güvenilir bir dayanak olmak; ancak asıl önemlisi, onları her koşulda ayakta
tutmaya yarayacak sağlıklı eğitimi gerçekleştirmek... Anne-baba olmanın belki
en zor ama sonuçları bakımından en vazgeçilmez sorumluluğu bu olsa gerektir.
* Bu yazı Diyanet Aylık Dergi Nisan 2006 s. 41-44’te yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder