Kayıtlar

Mart 18, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dünyanın En Yürekli Ve Kahraman Askeri Mehmetçik

Resim
25 Nisan 1915 günü Conk Bayırı'nda Türkler ve birleşik kuvvetleri arasında korkunç siper savaşları oluyor. Siperler arasında 8 – 10 metre mesafe var, süngü hücumundan sonra savaşa ara verildi. Askerler siperlerine çekildi. Yaralılar ve ölüler toplanıyor. İki siper arasında açıkta ağır yaralı ve bir bacağı kopmak üzere olan İngiliz Yüzbaşısı avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağlıyor, kurtarın diye yalvarıyordu. Ancak hiçbir siperden, kimse çıkıp yardım edemiyordu. Çünkü en küçük bir kıpırdanışta yüzlerce kurşun yağıyordu. Bu sırada akıl almaz bir olay oldu. Türk siperlerinden beyaz bir iç çamaşırı sallandı. Arkasından aslan yapılı bir Türk askeri silahsız siperden çıktı. Hepimiz donup kaldık. Kimse nefes alamıyor, ona bakıyorduk. Asker yavaş adımlarla yürüyor. Siperdekiler kendisine nişan almış bekliyordu. Asker yaralı İngiliz Subayı'nı okşar gibi yerden kucakladı, kolunu omzuna attı. Ve bizim siperlere doğru yürümeye başladı. Yaralıyı usulca yere bırakıp geldiği gibi kend

Kul Hakkı Nedir Bilir misin?

Kul Hakkı Nedir Bilir misin? Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor… Bunlardan biri Lâpseki’nin Beybaş Köyü’ndendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından. -Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım… Arkadaşıma ulaştırın… Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: -Ben… Ben köylüm Lapsekili İbrahim onbaşından 1 Mecit borç aldıydım… Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin. -Sen merak etme evladım, der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de: -Söyleyin hakkını helal etsin, olur… Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getirilir. Bunlardan çoğu daha sargı

6 Madde ile Tesettüre Girmek İstiyorum “Ama”…

6 Madde ile Tesettüre Girmek İstiyorum “Ama”… 1- “İstiyorum ama, henüz zamanı değil...” Her ölüm ölen için zamansız iken, bir saniye sonrasını bilemediğimiz zaman nasıl beklenir? Başımız secdeye eğiliyor olabilir, oysa biz biliyoruz ki bedenden ibaret değiliz, peki ya nefsimiz? Bizi bekleten zaman değil, henüz ‘eğilmemiş’ nefsimizdir, hal bu iken, nefs ölmez der büyüklerimiz, nefsimizi öldürmeye değil, bu konuda eğitmeye gayret etmeliyiz, ki o şımarık bir çocuk olarak dünyaya gelir; yaş değil ders ile büyür, yetişir. “Erteleyenler helak oldu” buyuruyor Efendimiz, bu vakti dar dünyada hayrı ertelememeliyiz. 2- “Ya pişman olursam?” İmanınızın nefsinizi dizginleyebileceğine güvenmek; direksiz göğün altında dururken, bir ayağını kaldırsa düşecek bedeninize güvenmekten elbette akıllıcadır. ‘Beşer’ fıtratı elbet hazzı arzular; nefse, arzulara ve şeytana direnmek ‘insan’ın çilesidir ve bu dünya hazların daimine ulaştırıcı çileli bir sırattır. Her an sırattan geçiyoruz.

Benim Gözlerim Göreceğini Gördü...

Benim Gözlerim Göreceğini Gördü...               O gün Boğaz tabyaları arasında en çok iş gören ve en çok hasara uğrayan Rumeli Mecidiyesi Bataryası oldu. Sabahtan beri muharebenin en şiddetli anlarında dahi iki sahil arasında gidip gelmekten çekinmemiş olan Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa, tabyanın feci durumunu haber aldığı zaman yine motora atlayıp Çimenlik İskelesi’nden karşı sahile hareket etti. Cephaneliği berhava olan tabyanın durumu hazindi. İstihkâm yıkıntıları arasında dolaşmakta olduğu sırada bir ağacın altına uzanmış olan bir askerin hali dikkatini çekti ve yanına gidip               “Ne var evlat?” diye sordu.               Asker hemen yerinden fırlayıp esas duruş vaziyeti aldı. Çünkü sesi tanımıştı. Ama gözleri başka tarafa bakıyordu.               “Gözlerine bir şey mi oldu oğlum?”               O zaman asker tok sesiyle;               “Üzülmeyin efendim!” diye cevap verdi.                “Benim gözlerim göreceğini gördü” (Evet düşman gemilerine tam

Alicenap Türkler

Alicenap Türkler               Ruşen Eşref (Ünaydın), Karargâh-ı Umumi Muhafız Piyade Bölüğü Kumandanı Mülazım-ı Evvel Ruhi ile gerçekleştirdiği mülakatında Mehmetçiğin ağzından şu hatırayı kaydeder:               "Bizim mıntıka kumandanı Süvari Kaymakamı Mahmut Bey tayyarelere pek kızar efendim. Daima ateş ettirir onlara; katiyyen üzerimize sokmaz onun zaten tabiatı böyledir. Bir tayyare geldi miydi, haydi bütün bataryaya ateş ettirir. "               "Evet, efendim; tayyare düştü. Hava hafif sisli olduğu için tabii gemiler bu sükûtu (düşüşü) görmüyorlardı. Tayyareciler kendilerini denize attılar. Kendi gemilerini istikametine yüzmeye başladı. Bunu gören bataryamız düşmanın kendi gemilerine iltihak etmemesi için efendim, ateş etti ki tayyareciler geriye dönsünler. O vakit gemilerde tayyarenin burada düştüğünü anladılar. Onlar da ateş açtılar. Tayyare tahrip edildi. O vakit de bizim hiç olmazsa bir esire fevkalade ihtiyacımız vardı. Çünkü düşmanın o dakikadaki

Sağ Kolumu Kaybettim Ama Sol Kolum Var!

Sağ Kolumu Kaybettim Ama Sol Kolum Var!               Seddülbahir ve Conkbayır'ın büyük kahramanlarından biri de Bombacı Mehmet Çavuş'tu. Bu kahraman Anadolu çocuğu, İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el bombalarını korkusuzca hemen yakalar, karşı tarafa fırlatır ve zararını kendilerine dokundururdu. İngilizler bunu anlamış olacaklar ki bombaları bir kaç sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet Çavuş 'un iadesini önlemeye çalışmışlardı. İşte böyle bir bomba Mehmet Çavuş 'un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasına sebep olmuştu. Bu yiğit delikanlı vazife şuuruyla hastaneden tabur kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu:               "Sağ kolumu kaybettim, zarar yok, sol kolum var. Onunla da pekâlâ iş görebilirim. Beni müteessir eden ve yine kıtama iltihak edip düşmanla çarpışmama mani olan şey yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. "               "Hastaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz, affedeniz

Ka'benin Anahtarının Sahibi

Ka'benin Anahtarının Sahibi Mekke-i Mükerreme fethedilmişti. Peygamber Efendimiz Ka'be'ye girmek istedi. Anahtar ise henüz daha Müslüman olmamış olan Osman bin Talha'da idi. Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem Hazreti Ali Radiyallahü Anh’yi anahtarı getirmesi için ona gönderdi. Osman bin Talha: — Ben Muhammed'in hakiki peygamber olduğuna inanmıyorum ki, Ka'be'nin anahtarını teslim edeyim. Anahtar dedelerimden bana kalmıştır, dedi. Fakat Hazreti Ali Radiyallahü Anh, Resûlüllah'ın emrini yerine getirmek üzere anahtarı halen müşrik olan Osman bin Talha'nın elini sıkarak zorla aldı ve Resûlüllah'a getirdi. Peygamber Aleyhisselâm ve eshap Ka'be'ye girip putlardan temizlediler ve içerde iki rek'at da şükür namazı kıldılar. Bu arada Hz. Abbas, Ka'be'nin anahtarının kendisine verilmesi için ricada bulunmuştu. O esnada: — Emâneti ehline verin, âyeti celîlesi nazil oldu. Bunun üzerine Efendimiz anahta

9 Evi Dolaşan Kelle

9 Evi Dolaşan Kelle Eshaptan birinin, evine bir yerden bir koyun başı gelmişti. Evde başka yiyecekleri de yoktu. Hanımına onu hazırlamasını söyledi. Pişirdiler, hazırladılar; tam yiyecekleri zaman bir komşu gelip: — Günlerden beri açız. Bize verecek bir şeyiniz yok mu? dedi. Onlar yemeye hazırlandıkları kelleyi verdiler. Kelleyi alan sahabi eve götürdü, sevinç içinde çocukları ile yiyeceği bir sırada başka bir komşu bu sefer onlara gelip: — Günlerden beri açız, bize verecek bir şeyiniz yok mu? dedi Onlar da komşudan aldıkları kelleyi, tadına bile bakmadan verdiler. Bu arada kelleyi ilk veren zat, komşudan bir şeyler almak için başka bir sahabinin evini çaldığında, onlar da önlerine koymuş bir kelle yemeye hazırlanıyorlardı. O gelip de: — Günlerden beri açız, bize verecek bir şeyiniz yok mu? deyince, önlerindeki kelleyi hiç tereddüt etmeden komşularına verdiler. Kelleyi ilk veren eve getirip de baktığında, kendisine verilen kellenin, kendisinin verdiği kelle ol

İki Dargının Barışması

İki Dargının Barışması Bir mesele hakkında, Hazreti Hasan ve Hüseyin anlaşamadılar ve darıldılar. Durumu öğrenen eshap araya girip barıştırmak maksadıyla, önce küçük olduğu için Hz. Hüseyin'in yanına geldiler. O: — Ben dedem Resûlüllah'tan işittim. İki dargından hangisi önce barışırsa Cennete önce o girecek, buyurmuştu. Ben ağabeyimden önce Cennete girmekten hâyâ ederim, dedi ve ağabeyinin kendi yanına gelmesini istedi. Bu sefer eshap Hz. Hasan'ın yanına gidip durumu bildirdiler. O, hemen ağlayarak kardeşi ile barışmak üzere yola çıktı. Ağabeyinin geldiğini gören Hz. Hüseyin de onu yolda karşıladı ve aralarında hiçbir şey yokmuş gibi kucaklaştılar. (Alıntı)

Derdimin İlâcı Viranedir

Derdimin İlâcı Viranedir Adaletiyle meşhur İran hükümdarlarından Nuşirevan, hastalanmış, ölüm döşeğine yatmıştı. Evlâtlarını toplayıp onlara vasiyetlerini söylemeye başladığında, içlerinden biri: — Baba, senin derdine hiçbir çare bulunmaz mı? dedi. Nuşirevan: — Olmaz olur mu? Her derdin bir çaresi vardır. Benim derdimin devası ise, viranede öten baykuşun etidir. Eğer ülkemde bir harabede öten baykuş bulur, bana getirirseniz derdimin çaresi bulunmuştur, dedi. Hükümdarın oğulları bu işe sevindiler. Dört yoldan İran'ın her yanında virane aramaya başladılar. Fakat ne kadar aradılarsa bulamadılar. Çünkü hükümdar milletine o kadar hizmet etmişti ki, ülkenin hiçbir yerinde, kendi haline terkedilmiş bir virane bulmak imkânsız hale gelmişti. Hükümdarın çocukları, babalarına üzülerek bir virane bulamadıklarını söylediler. Nuşirevan, zaten bulamayacaklarını daha önceden biliyordu. Onların haline gülümseyerek ruhunu teslim etti. Fakat bu hükümdar, Peygamberimizin:

Ne Güzel Sözler

Ne Güzel Sözler Üzülme! Derdin ne olursa olsun, bir abdest al nefes gibi ve bir seccade ser odanın bir köşesine. Otur ve ağla. Dilersen hiç konuşma. O seni ve dertlerini senden daha iyi biliyor unutma! Ben bir garip insanım... Ne tahtım var ne tacım... Tut elimden Allah’ım yalnız Sana Muhtacım! Küçük Bir Söz Yakarsa İçini... Dost bildiklerin anlamazsa seni... Boş ver dökme içini... Yaratana aç elini; ser yüreğini… Saat kaç? Niye kaçsın ki? Kaçan elimizdeki fırsattır. Ömür takviminin kopan sayfalarıdır, hayat ağacımızın dökülen yapraklarıdır. Gönül dünyamızın solan gülüdür. Nihayetinde kaçan saatler, geri getiremeyeceğimiz dünlerimizdir. “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” Kanuni Sultan Süleyman

19 Yaşında Kumandan

19 Yaşında Kumandan Peygamber Efendimiz, irtihaline yakın bir sırada İslâm ordusunun başına Zeyd bin Haris'in 19 yaşındaki oğlu Üsame'yi kumandan tâyin etmişti. O sırada bir sefre çıkılacaktı. Resülüllah: — “Harbe iştirak etmek isteyenler, Medine dışında Üsame'nin çadırı etrafında toplansınlar”, Diye emir buyurdu. Ordu Medine dışına karargâh kurmuştu. Resulüllah'ın hastalığının şiddetlendiği haberi geldi. Hazreti Usame: — Resülüllah bu kadar ağır hasta iken, sefre çıkmak pek doğru olmaz, dedi ve üç gün orduyu bekletti. Uç gün içinde de, Efendimiz irtihal-i Darî beka eyledi. Resülüllah vefat edip yerine Hazreti Ebubekir halife olarak geçince, Üsame'nin kumandanlığını yerinde bulmayan ve genç olduğunu ileri süren bazı ashap: — Ya Ebu bekir! Usame daha çok genç... Onu azledip yerine başka birini nasbetseniz daha iyi olmaz mı? diyerek azlini teklif etmişlerdi. Hazreti Ebubekir çok hiddetlendi ve: — Resulüllah'ın tâyin ettiği bir kum

Hz. Musa Aleyhisselâm'nın Cennetteki Komşusu

Hz. Musa Aleyhisselâm'nın Cennetteki Komşusu Hazreti Musa Aleyhisselâm: — Ya Rabbi! Bana Cennetteki komşumu bildir, Diye ilticada bulunmuştu. Hak Teâlâ Musa Aleyhisselâm a: — Falan yere git! Senin komşun falan yerdeki kasaptır, Diye tAli Radiyallahü Anh matta bulundu. Hazreti Musa Aleyhisselâm tarif edilen yere gitti, kasabı buldu ve evine misafir oldu. Kasap akşam eve gelirken yanında bir miktar et getirmişti. Eve geldikleri zaman misafirden izin istedi ve onları pişirdi, bir zembil içinde tavanda asılı olan annesini indirdi, altını kuruladı ve eti parçalara bölerek onun ağzına vermeye başladı. Musa Aleyhisselâm Cennet komşusunun kim olduğunu öğrenmeye başlamıştı, sinek vızıltısı gibi bir sesin geldiğini farkedip: — Ne diyor? Diye sordu. Kasap annesini yerine astıktan sonra misafire: — Bu benim annemdir. Ben bunu senelerden beri bu şekilde yedirir, içirir ve bütün ihtiyaçlarını temin ederim. O da bana her zaman: “Oğlum Allah seni Cennette Musa

Hz. Ömer Radiyallahü Anhin Oğluna Sopası

Hz. Ömer Radiyallahü Anhin Oğluna Sopası Hazreti Ömer Radiyallahü Anh’ın oğlu hastalanmıştı. Doktora götürdüler. Doktor ise Yahudi i idi. Yahudi i’bakalım halife kendi oğluna da Allah'ın emrini tatbik edecek mi' diye, Hazreti Ömer Radiyallahü Anh’ın oğluna sarhoş edici bir madde içirdi. Onu ilâç zannederek içen halifenin oğlu kendinden geçtikten sonra, Yahudi inin teşvikiyle kızına da zina etti. Muradına eren Yahudi i sokağa çıkıp: — Ömer Radiyallahü Anh’ın oğlu benim kızıma zina etti, Diye bağırmaya başladı. Dedi - kodu her tarafa yayılıyordu. Hazreti Ömer Radiyallahü Anh, meseleyi tahkik ettirdiğinde hakikaten oğlunun Yahudi inin kızına zina ettiğine kanaat getirdi ve yüz sopa vurulmasına karar verdi. Hazreti Ömer Radiyallahü Anh: — Zina eden benim oğlum olduğu için sopayı ben vuracağım, dedi ve seksen sopa vurunca oğlu öldü. Yirmi sopa da oğlunun ölüsüne vuran halife, ağlamaya başladı. Diğer ashap: — Ya Ömer Radiyallahü Anh ağlama şeriatın emridi

Behlül Dâna'nın Evlenmesi

Behlül Dâna'nın Evlenmesi Behlül Dânâ'yı annesi ve kardeşi Harun er-Reşid, evlenmesi için ikna etmişler ve düğün yapıp gelin getirmişlerdi. Onların hatırı için evlenen Behlül, zifaf gecesi hanımıyla başbaşa kaldığı zaman, başını hanımının karnına koydu ve bir müddet dinledi. Dânâ, hanımını karşısına alıp şunları söyledi: — Şu ana kadar seninle evli idik, fakat şu andan itibaren seni üç talakla boşadım. Bundan sonra benim dünya - ahiret kardeşimsin. Sabah oldu. Damadı görmeye hazırlananlar, onu gelinle bulamadılar. Halife Harun er-Reşid, telâş içinde kalmıştı. Behlül'ü dergâhında buldular: — Suçsuz bir kadını bir gecede niçin boşadın? Diye sordular. O: — Sizden ayrılıp da içeri girdiğim andan itibaren, içerde bir kısim sesler duymaya başladım. Ben bu sesler nereden geliyor Diye araştırmaya başlayınca, gelinin karnından geldiğini anladım. Kulağımı verip iyice dinledim ki, ilerde gelecek olan çocuklar, kapının ağzına toplanmışlar bağrışıyorlar. Onlardan k

Bir Çuval Toprak Ve Arsa

Bir Çuval Toprak Ve Arsa Eski Endülüs Hükümdarlarından biri fakir bir kadının arsasına yeni bir saray yapılmasını emretti. Arsa hükümdarın sarayına alındı ve hükümdar arsanın bedelini de ödemiyordu. Müşkül durumda kalan kadın, çareyi, hükümdarı, kadıya şikâyet etmekle buldu. Zamanın Şeyhü'l îslâmı, kadını dinleyip haklı olduğuna hükmettikten sonra, hükümdara hiç bir şey söylemeden bir çuval ve bir de kazma kürek alıp kadının arsasından toprak doldurmaya başladı. Padişah sarayından Şeyhü'l îslâmı seyrediyor kendi kendine: — Herhalde Şeyhü'l İslâm aklını oynatmış olsa gerek, diyordu. Şeyhü'l İslâm çuvala bir miktar toprak doldurdu ve sırtına alıp götürmek istedi. Fakat ihtiyar olduğundan ve toprak da ağır olduğundan kaldıramamıştı. Biraz daha toprak koyup çuvalı ağzına kadar doldurdu. Tekrar kaldırmak istediğinde tabi ki, kaldıramaz! Şeyhü'l İslâmın bu acaip halini seyreden hükümdar daha fazla sabredemeyip huzuruna çağırdı ve: — Hocam, sen bu zayıf h