Kayıtlar

Aralık 10, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Aldığımız fiyata

Aldığımız fiyata 27 sene süren kanlı savaşlarla alınan ve uğrunda 50.000’den fazla şehid verilen Girit Adasında, tam 200 sene sonra, Yunanlıların ve batılı devletlerin kışkırtmaları neticesinde isyanlar başladı. Hatta yerli Rumlar 2 Eylül 1866 günü adayı Yunanistan’a ilhak ettiklerini ilan ettiler. Bunun üzerine Osmanlı hükûmeti bu isyanı bastırmak için hemen adaya askeri birlikler gönderdi. Bu sırada Paris’te Milletlerarası fuar açılışı vardı ve bu münasebetle Fransa İmparatoru III. Napolyon, Sultan Abdülaziz’i de davet etmişti. Abdülaziz Han, bu daveti kabul etti ve Osmanlı tarihin de ilk defa yurt dışına resmi gezi yapmak üzere 21 haziran 1867 günü İstanbul’dan hareket ederek vapurla Fransa’nın Marsilya şehrine, oradan da trenle Paris’e gitti. Yanında Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa da bulunuyordu. III. Napolyon, Abdülaziz Han’ı büyük bir merasimle karşıladı. Birkaç gün sonra padişahın şerefine bir ziyafet verdi. Bu ziyafet esnasında bir ara Fuad Paşa, III. Napolyon’a, Yunanlılar

Alın terinde bereket vardır

Alın terinde bereket vardır       Sultan I. Mahmud boş zamanlarında kuyumculuk yapar, yaptıklarını sattırır, elde ettiği birkaç kuruş kâr ile de ufak tefek ihtiyaçlarını temin ederdi. Bundan da büyük bir haz duyardı. Yine birgün kuyumculuk ederken vezirlerden biri onun yanına yaklaştı ve: “Niçin böyle zahmet edersiniz?” deyince Padişah: “Bre ne yabana söylersiz! Milletin hazinesini, milletin ihtiyaçlarına sarfetmek gerekdir. Saniyen, insan olana durmadan çalışmak gerekdir. İnsanın çalışıp alın teri dökerek kazandığı paranın zevki başkadır. İçinde alın teri, göz nuru bulunan kazanç helal olur. Böyle kazancın tadı, beti ve bereketi olur” dedi.

Aklıma gelmedi

Aklıma gelmedi     Vaktiyle reayadan haraç alındığı malum; haraç tahsildarları şurayı burayı teftiş ederlerken bir meyhanede başı açık ve hangi milletten olduğu belli olmayacak bir kılıkta oturan Bekri Mustafa'yı görünce haraç kağıdı sormuşlar. Bekri keyif haliyle onları terslemiş, onlar da yanlarındaki zabıta kuvveti ile alelacele ve yaka paça kaldırıp yola düzülmüşler. Yolda giderken bir tanıdık rastlamış, sormuş ve işi anladıktan sonra Bekri'ye: - Müslüman olduğunu niçin söylemedin? Deyince: - Sus be kardeş aklıma gelmedi, demiş.

Akibet Görürsün Hele Ferhat

Akibet Görürsün Hele Ferhat    Evliyaullah'a pek yüksek bir hürmet ve bağlılık gösteren Yavuz Sultan Selim Han'ın kendisi de hiç şüphesiz babası gibi Allah'ın has kulu idi. o'nun, Allah'a kurbiyetinden dolayı keramet nev'inden pek çok davranışlar ortaya koyduğu tarihi gerçekler arasındadır. Şöyle ki: Yavuz, bir gün divandan içeri hiddetli bir şekilde girmişti. Elbisesini dahi değiştirmeden bir müddet odada dolandı ve kendisini kızdıran şeyi mırıldanıp durdu. Meğer Ferhat Paşa'nın İskender Çelebi'yi olur olmaz koruyup kayırmasından gazaplanmıştı. Çünkü aralarındaki dostluktan başka şeyler de sezinlemişti. Sonunda yüksek sesle şu sözleri sarf etti: - Akibet görürsün hele Ferhat! Sen şimdi İskender'i koruyup duruyorsun, ama bu korumaktan ne fayda çıkacağını inşallah birbirinize karşı asıldığınız zaman görürsünüz! Gerçekten de aradan seneler geçti ve Kanuni Sultan Süleyman devrinde bu iki şahıs, Selim Han'ın geleceği görmüşçesine dediği

İmam-i Rabbani Rahmetullahi Aleyh Hazretlerine.

İmam-i Rabbani Rahmetullahi Aleyh Hazretlerine. Aşkın bağında açan güllere, bülbül olan, İslam’ın hasret ile beklediği kahraman, Ma’şûkunun aşkından yanıp yanıp kül olan, Ağlasa yeri vardır, seni görmeyen zaman! İlmîle, irfanîle, sâhib olan Sılâ’ya, İki temel bilgiyi, vasl eden bir araya, Dalıp uçsuz bucaksız, o mu’azzam deryâya, Ve bu zikr deryâsından en büyük payı alan! Kimi sâhile gider ve bu bana yeter der; Kimi uzaktan görür, mest olur, başı döner, Kimi yalnız seyr eder, kimi bir katra içer; Bir sensin, bu deryâdan, içip içip de kanan! Kur’ândan, Hadislerden sonra, gelir eserin, Ruhlara şifa olan, o mübarek sözlerin, Başkumandanısın sen velilerin, erlerin; Ve Müceddid-i E'lf-i Sânî adını alan! Bize seni duyuran, fıtraten dostun olan, Ve cihânda bir tekdir, senin izinde kalan. Seyyid Abdülhakîm o, senin aşkınla yanan, Hürmetine nasîb et, bize şefâ’atından! Eserinle cihânı, yeniden tenvîr eden, Sihirli bir kuvvetle, bizi

Leonardo ve Son Akşam Yemeği

Leonardo ve Son Akşam Yemeği ‘Simyacı’nın meşhur yazarı Paulo Coelho’dan bir hikâye… Leonardo da Vinci’Son Akşam Yemeği’ isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı. İyi’yi İsa’nın bedeninde, Kötü’yü de İsa’nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda’nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı. Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında, korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi. Aradan üç yıl geçti.’Son Akşam Yemeği’ neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı. Leonardo’nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı. Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşlu

Mektubat'tan Beyitler Hazinesi 2

Mektubat'tan Beyitler Hazinesi 2 Ey temennim, haccımda umrem de sanadır; Cemaatin haccı toprağadır, taşadır. Arabi Muhammed (Sallallahü Aleyhi Vesellem) efendisidir iki cihanın, Yeri toprak olsun kapısında toprak olmayanın. Ayıplarsa kusurlu biri onları; Kem sözlerden beridir onların sahaları. Kırabilir mi hiç onu hilekâr tilki; Bağlanmıştır onunla dünyanın tüm aslanları Olunca ilim sahibi nefsine esir; Onunla battığı yerden kim çıkabilir? Gaye hazinesinden gösterdim sana nişan; Biz varmadıksa da sen varabilirsin, inan! Boştur Allah'ın Celle Celâlüh gayrına ibadet ettikleri; Yazıklar olsun ona ki, batıldır seçtikleri... Akıllla yol almak isteyen kimse delidir, Tahta bacaklar üstünde yürüyen gibidir. Aklına uydurmak ister yolları, uyduramaz; Ordan oraya sallanır, ayakta duramaz. Nasıl erilir o saadete hep oralar; Yüksek yüksek dağlar, tehlikeli uçurumlar. Toprak ol ki, güller bitsin özünde; Topraktır gülü bitire