Kayıtlar

oğlum etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Oğlum! Bana Azîz Mahmûd Hüdâyî Derler

  Oğlum! Bana Azîz Mahmûd Hüdâyî Derler   Yıl 1975. Öğle namazına yakın bir vakitte Hazret-i Pîr’in türbesi önüne nur yüzlü, buğday tenli ve tıknaz boylu bir genç gelmişti. O an tesâdüfen Azîz Mahmûd Hüdâyî Câmii’nin imamına rastladı ve: “–   Efendim! Ben Azîz Mahmûd Hüdâyî’yi görmeye geldim! Kendisiyle nasıl görüşebilirim? Acabâ şu an burada mıdır?” diye sordu. Böyle bir suâl karşısında şaşıran imam Muharrem Efendi: “–   Oğlum! Evet Azîz Mahmûd Hüdâyî burada!” dedi. Hazret-i Pîr’in orada olduğunu duyan genç, sevinçle: “–   Lütten beni onunla görüştürünüz!” dedi. Fakat buna bir mânâ veremeyen Muharrem Efendi, türbenin yanında olduklarından tekrar: “–   Oğlum! Azîz Mahmûd Hüdâyî burada!” dedi. Genç de, talebini tekrarladı: “–   O zaman benimle görüştür! Ben onunla görüşmek istiyorum!” dedi. Muharrem Efendi, hâlâ gencin hâlinden bir şey anlamadığından meseleyi çözebilmek için: “–   Evlâdım! Sen Azîz Mahmûd Hüdâyî’yi tanıyor ve biliyor musun?” diye sordu. Yüzü

Hayâmı Değil, Oğlumu Kaybettim!

Resim
  Hayâmı Değil, Oğlumu Kaybettim! Bedevi bir hanım kalabalıkta oğlunu kaybetti. Oğlunu ararken, birileri peçeli olan hanıma: "- Yüzünü aç! Belki o seni görür!" deyince; "- Hayâmı değil, oğlumu kaybettim!" dedi.

Oğluma Mektup...

  Oğluma Mektup...   Oğlum, canımın içi, gün ışığım, aydınlığım, gülen yüzüm, gül yüzlüm... Nasıl büyüdün, ne çabuk büyüdün sen? Zaman göz açıp kapayınca kadar geçti... Ne doğum günün ne de özel bir gün bugün... Senin bu kadar büyüdüğünü görünce yazmak geldi içimden sana. Her gün gözlerimi açtığımda şükrediyorum Rabbim'e seni bize emanet ettiği için, her sabah şükrediyorum bu sabahta birlikte uyandık diye. Seninle büyümeye başladım ben, seninle öğreniyorum anne olmayı. Başka bir kalp için atmak ne demek, nasıldır başka birine her şeyi feda edebilmek... Gözlerinde bulduğum huzurun, gülüşünde bulduğum mutluluğun tarifi yok. İyi ve doğru bir insan olabilmen için bütün çabamız. Ne olursan ol hep dürüst ol ve en önemlisi çok mutlu ol. Aceleyle yaşama hayatı ağır ağır, tadına vararak yaşaman dileğim. Yaşadığın her acı olay sana tecrübe olacak. Güzel şeyler için şükrederken yaşadığın tersliklerden de ders almayı bileceksin. Ömür dediğin su misali geçiyor yavrum. Biz dün ço

Abdülkâdir-i Geylânî Kuddise Sirrûh Hazretlerinin Oğlu Abdurrezzâk’a Vasiyeti

Abdülkâdir-i Geylânî Kuddise Sirrûh Hazretlerinin Oğlu Abdurrezzâk’a Vasiyeti Ey oğlum! Allah’ü Teâlâ bize ve sana ve bütün Müslümanlara tevfîk (muvaffakiyet) ihsân eylesin! Sana Allahtan korkmanı ve O’na tâat üzere olmanı, dînimizin emir ve yasaklarına riayet etmeni ve hududunu gözetmeni vasiyet ederim. Ey oğlum! Allah’ü Teâlâ bize, sana ve Müslümanlara tevfîk versin! Bizim bu tarikatımız, Kitâb ve Sünnet üzere bina edilmiştir. Kalbin selâmeti, el açıklığı, cömertlik, cefâ ve ezaya katlanmak ve din kardeşlerinin kusurlarını affetmek üzere kurulmuştur. Ey oğlum! Sana vasiyet ederim! Dervişlerle beraber ol. Meşâyıha hürmeti gözet! Din kardeşlerinle iyi geçin! Küçük ve büyüklere nasihat üzere ol. Dinden başka şey için kimseye düşmanlık etme! Ey oğlum! Allah’ü Teâlâ bize ve sana tevfîk versin! Fakrın hakikati, senin gibi olana muhtaç olmaman, zenginliğin hakikati ise, senin gibi olandan bir şey istememendir. Tasavvuf hâldir, söz değildir, söz ile de ele geçme

Arifler Sultanı Olasın Oğlum

Arifler Sultanı Olasın Oğlum   Dondurucu bir kış gecesi. Rüzgâr evin damını dövüp durmakta... Kah pencereleri zorlamakta, kah kocaman ağaçların belini bükmekte, kah yürek hoplatarak ıslık çalmakta... Rüzgarın ve boranın çıkardığı ses geceye hakim...   Camları demir bir balyoz gibi döven, kapıları gıcırdatan rüzgârın sesiyle herkes uykunun derin iklimlerinde... Beyazıt’ın mübarek annesi de derin uykularda... Bir ara uykuyla uyanıklık arasında yattığı yerden oğluna seslendi:   - Tayfun, oğlum!   Suuu... Susadım!   Küçük Tayfun birden yerinden fırladı, buzlarla çevrili su testisini eline aldı... Ve annesinin yatağının başına koştu...   O da ne?   Anne çoktan kendinden geçti. Yeni bir uykunun iklimlerine dalıvermişti. Ne aklında su kalmış, ne de oğlu...   Harika çocuk, annesini uyandırmaya kıyamadı ve buzlu testi elinde beklemeye koyuldu... Ne vakte kadar bilinmez... Belki saatlerce, belki gece boyu, belki daha az bir zaman... Hep o halde kaldı ve gözlerini an

Canım Oğlum!

Resim
Canım Oğlum!

Oğlum Sakın, Yalan Söyleme!

Oğlum Sakın, Yalan Söyleme! Gavs-ül Vasilin Abdülkadir Geylânî, küçük yaşta ilim tahsiline başlamıştı. Daha dokuz yaşında iken annesinden izin alıp Bağdat’a ilim tahsiline gitti. Giderken annesi oğlunun beline kırk altın bağlamış ve bazı nasihatlarda bulunarak: Oğlum sakın, ne olursa olsun yalan söyleme! Diye tenbihte de bulunmuştu. Abdülkadir’in de içinde bulunduğu kervan, Bağdat yolunda devam ediyordu. Bir vadiden geçerken kervanın önünü kırk kişilik bir eşkiya kesti. Eşkiyalar kervanda işlerine yarayan ne varsa aldılar. Ayrılacakları zaman, içlerinden biri Abdülkadir Geylânî’ye: Senin neyin var? Diye sordu. O hiç tereddüt etmeden: Belimde kırk tane altınım var! Dedi. Eşkıyalar üzerini bile aramaya lüzum görmedikleri çocuğun öyle söylemesine hayret etmişlerdi. Onu alıp reislerinin yanına götürdüler. Reis: Evlâdım biz seni aramayacaktık. Sen niye bende altın var dedin ve başını derde soktun, dediğinde, Abdülkadir: Ben dünya malı için anneme ve Allah’a verdiğim sözüm

Doğum günün kutlu olsun oğlum!

Doğum günün kutlu olsun oğlum! Evin telefonu sabaha karşı 3 buçukta çaldı, uyku sersemi adam telefonu aldı… Telefondaki annesiydi, telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti... Annesi; “Nasılsın oğlum iyi misin?” diye sordu? Oğlu şaşkın bir ifadeyle; “Hayırdır anne bir şey mi oldu?” “Yok!”, dedi annesi… “Biz iyiyiz sadece sesini duymak istedim…” “Anne bunun için mi aradın sabahın üç buçuğunda, yarın konuşabilirdik…” deyince… Annesi; “Rahatsız mı ettim oğlum?” dedi, Oğlu da; “Evet rahatsız Ettin” dedi... Annesi de; “Sen de 30 sene önce bu saatte beni rahatsız etmiştin, Doğum günün kutlu olsun oğlum!” dedi... (Alıntı)

Bu Ne Oğlum?

Bu Ne Oğlum? 80'ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen ve 45 yaşında saygın bir işi olan oğlu salonda oturuyorlardı. Hal hatırdan, çoluk çocuktan, havadan sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti. O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Yaşlı baba kargaya gülümseyerek, biraz baktıktan sonra oğluna sordu: 'Bu ne oğlum?' Oğlu şaşkın, cevapladı: 'o bir karga baba.' Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu: 'Bu ne oğlum?' Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı: 'Baba, o bir karga' Karga hâlâ pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu. Yaşlı baba üçüncü defa sordu: 'Bu ne?' Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü: 'O bir karga baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?' Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca o

İkisi Ahmak, Biri Akıllı Üç Kadın!

İkisi Ahmak, Biri Akıllı Üç Kadın! Üç kadın çeşme başında toplanmış konuşuyorlardı. Az ötede ihtiyarin biri oturmuş, kadınların çocuklarını methetmelerini dinliyordu. Kadınlardan biri: -Benim oğlum öyle marifetlidir ki, hiç kimse bu konuda onunla boy ölçüşemez... Tam bir cambazdır o! İp üzerinde bir yürüse de görseniz. Diğer kadın heyecanla atılarak: -Benim oğlumun sesini bilseniz, dedi. Tıpkı bir bülbül gibi şakır. Yeryüzünde hiç kimsenin böyle bir sesi yoktur. Allah vergisi bu... Üçüncü kadın susup duruyordu. Diğerleri sordular: -Sen çocuğunu niye övmüyorsun? Nesi var ki? -Çocuğumun çok üstün bir tarafı yok ki... Ne diye durup dururken öveyim onu. Kadınlar kovalarını doldurup yola koyuldular. İhtiyar adam da peşleri sıra yürümeye başladı. Kadınlar ağır kovaları taşımakta güçlük çektikleri için ara sıra duruyor ve dinleniyorlardı. Sırtları ağrı içindeydi. Bu sırada çocukları onları karşılamaya çıktı. Birinci çocuk hemen elleri üzerinde havaya kalk