Kayıtlar

Aralık 28, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sanma Ey Hace!

Resim
Sanma Ey Hace! Sanma ey hace ki senden zer ü sim isterler Yevme la yenfau da kalb-i selim isterler. Alem-i bi meh ü hurşid ü felekde her giz Ne muhendis ne müneccim ne hâkim isterler. Kible-i ma'niyi fehm eylemeyen kec revler Sehv ile secde edip ecr-i azim isterler. Berzah-ı havf ü recadan geçe gör nakam ol Dem-i ahirde ne ummid ü ne bim isterler. Unutup bildiğini arif isen nadan ol Bezm-i vahdette ne ilm ü ne alim isterler. Alem-i bi meh ü hurşid ü felekde her giz Ne muhendis ne müneccim ne hâkim isterler. Harem-i ma'niye biganeye yol vermezler Aşina yi ezeli yar-i kadim isterler. Sakin-i dergeh-i teslim-i riza ol daim Bermurad itmeğe hizmette mukim isterler. Dergeh-i fakra varıp dirliğini arz etme Anda her giz ne sipahi ne zaim isterler. Aşık ol serbet-i vasl ister isen kim aşık Çaresiz derd arayıp renc-i elim isterler. Ni'met-i zahire dilbeste olan gürsineler Muzd nan pareye cennat-i naim isterler.

İbrahim Aleyhisselâm Ve Nemrut

İbrahim Aleyhisselâm Ve Nemrut Çok eski zamanlarda, bir kasabada Azer isminde bir adam yaşıyordu. Adamın bütün işi taştan, tahtadan heykeller, putlar yapıp satmaktı. Bu kasabada putların saklandığı büyük bir ev vardı. Kasabada oturanlar buradaki putlara taparlar, önlerinde eğilirlerdi. Azer de bu putlara inanırdı. Azer'in çok akıllı bir oğlu vardı. Adı İbrahim Aleyhisselâm'di. İnsanların putların önünde eğilmesine çok şaşıyordu. Çünkü putlar taştan, tahtadan, konuşmayan cansız varlıklardı. Üstlerine konan sinekleri bile kovalamayan bu taş yığınlarından insanlara ne fayda, ne de zarar gelebilirdi. İbrahim Aleyhisselâm kendi kendine: - Neden insanlar bu cansız putlara taparlar ki? diyordu. İbrahim Aleyhisselâm bunları düşünürken babasının düşüncelerini de soruyordu: - Baba, neden bu putlara tapıyorsunuz? Onlar konuşmuyorlar ki, neden onlara yiyecek veriyorsunuz? Neden onları tanrı ediniyor sunuz? Oğlunun bu konuşmaları Azer'i kızdırmıştı. Bu kızgınlıkla on

İbrahim Aleyhisselâm ve İsmail Aleyhisselâm

İbrahim Aleyhisselâm ve İsmail Aleyhisselâm İbrahim Aleyhisselâm karısı Hacer'i de alarak Mekke'ye doğru yola çıkmıştı. Mekke o zamanlar hiçbir hayat izi olmayan, bir kuyu, bir dere bile bulunmayan çöl parçasıydı. Buraya geldiklerinde İbrahim Aleyhisselâm, karısı Hacer ve oğlu İsmail Aleyhisselâm'le beraber bu verimsiz topraklar üzerine yerleştiler. İbrahim Aleyhisselâm, çevrede daha iyi bir yerleşim alanı bulmak için oradan ayrıldı. Fakat kısa bir süre sonra Küçük İsmail Aleyhisselâm susamıştı. Annesi bütün Mekke etrafını dolaştı bir damla su yoktu. Kara kara düşünüyordu. Nasıl su bulabilirdi. Panik içinde su bulma ümidiyle oradan oraya koştu durdu. Merve'den Safa'ya, Safa tepesinden Merve tepesine su aradı. Ancak, Allah Hacer'in ve oğlunun yardımına koşmuştu. İsmail Aleyhisselâm'in yattığı yerden sular fışkırmaya başlamıştı. Hacer ve İsmail Aleyhisselâm bu çıkan sudan kana kana içtiler. Su hiç tükenmedi. İşte bu su o zamandan günümüze zemzem su

Gelin Tanış Olalım

Gelin Tanış Olalım Gelin tanış olalım, İşi kolay kılalım. Sevelim, sevilelim, Dünya kimseye kalmaz. Ben gelmedim dâvi için, Benim işim sevi için. Dostun evi gönüllerdir, Gönüller yapmaya geldim. Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın namaz değil. Yetmiş iki millet dâhi, Elin, yüzün yumaz değil. Söz ola, kese savaşı, Söz ola kestire başı. Söz ola, ağulu aşı, Yağ ile bal ede bir söz. İlim, ilim bilmektir, İlim, kendin bilmektir. Sen kendini bilmesin, Ya nice okumaktır. Okumaktan mânâ ne? Kişi Hakk’ı  bilmektir. Çün okudun bilmezsin, Ha bir kuru emektir. Mal sahibi, mülk sahibi, Hani bunun ilk sahibi? Mal da yalan, mülk de yalan, Var biraz da sen oyalan. Yunus EMRE Kuddise Sirrûh (Güldeste: Seçme Kıt’alar) Dâvi: Düşmanlık, kavga Sevi: Sevgi, sevmek Gönül yapmak: Sevindirmek, üzmemek Gönül yıkmak: Başkalarını üzmek, incitmek Yumaz değil: Yıkamaz değil Ağulu: Zehirli Kendini bilmek: 1. Kendin

Beddua Etmeyin

Beddua Etmeyin Hz. Câbir Radiyallahü Ahh Ali Radiyallahü Ahh’den rivayet etmiştir; dedi ki Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu. “Kendinize beddua etmeyin. Çocuklarınıza beddua etmeyin. Hizmetlilerinize beddua etmeyin. Mallarınıza beddua etmeyin. Allah Tebârake ve Teâlâ’nın ihsanına nâil olacağınız bir eşref saate rastlar da o bedduanız kabul görür.” (Ebû Dâvud, c.2, s.185, Kitabul-Vitr, h.1532) “Kendinize ancak hayır dua edin. Çünkü melekler dediklerinize “Âmin!” derler. Onlar âmin dedi mi, yapılan her ne ise kabul görür.” “Birbirinize, Allah’ın laneti, Allah’ın gazabı ve cehennem temennisiyle bedduada bulunmayın.” (Ebû Dâvud, c.5, Edeb 45, h.4906; Tirmizî, c.4, Birr 48, h.1976) Kaynak: Miftâhu’t-Tevhid ve’t-Takvâ 

Dile Benden, Ne Dilersen!

Dile Benden, Ne Dilersen! Birbirini seven iki genç evlenmişler. Yıllarca mutlu yaşamışlar. Bir gece efendisi hanımından su istemiş. Hanımı hemen fırlayıp suyu getirmiş. Bakmış ki beyi uyuyor. Uyandırmaya kıyamamış. Elindeki su maşrapası ile eşinin başında sabaha kadar beklemiş. Eşi sabaha karşı uyanıp da hanımını öylece başucunda bekler görünce çok duygulanmış. Öyle sevinmiş öyle sevinmiş ki… Dünyanın bütün altınlarını versen o kadar sevinmezmiş… Mutluluktan büyük bir şok yaşıyormuş. Bu memnuniyetin verdiği sevgiyle; “- Hanım dile benden ne dilersen! Ne istersen yapacağım!” Demiş. Hanımı da; “- Ne istersem isteyim, gerçekten yapar mısın?” Demiş. “- Evet, vallahi de billâhi de yaparım!” “- O zaman beni boşa!” Sevinci kursağında kalan adam, ikinci şoka uğramış. “- Gerçekten mi boşanmak istiyorsun?” “- Evet!” Demiş hanımı. Adam delirecek gibi olmuş. Renkten renge girip hüngür hüngür ağlamaya başlamış. “- Evet, sana söz verdim! Ama öyle bir şey istedin ki… Keşke

Göz hakkı

Göz hakkı (Yüzde yüz yaşanmış ibret dolu bir hikâyedir) Yazar:  Yaşar AKKAŞ Çok eskiden iki arkadaş yakın köylerden birine yürüyerek düğüne gitmişler. Yine yürüyerek sohbet ederek geri dönüyorlarmış. Arkadaşlardan birisinin adı İsmail iri yarı nüktedan eli açık birisi… Diğeri de tam tersi… Zayıf, cimri, çabuk darılan, mızmız birisi… Onun da adı Abdi. Yolda gelirken; cimri Abdi önceden cebine doldurduğu üzüm ve leblebileri yiyor arkadaşına hiç vermiyormuş. Çok akıllı ve kurnaz olan arkadaşı bir bakmış vermiyor, iki bakmış vermiyor… Canı sıkılmış. Cimri Abdi’ye bir oyun oynamaya karar vermiş. Cimri Abdi’ye; “Ben bir küçük abdest bozayım, sen ağır ağır git! Ben sana yetişirim!” demiş. Ufak abdest bozar gibi yapıp;  yerden nohut büyüklüğünde kurumuş koyun pislikleri toplamış. Arkadaşına yetişince hiç çaktırmadan Abdi’nin cebine koymuş. Her şeyden habersiz arkadaşı cebindeki çerezleri tekrar ağzına atmış. Ağzı koyun pislikleri içinde kalan cimri Abdi; -Ulan ne yaptın İs