Kayıtlar

Kasım 5, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kendini Vazgeçilmez Zannetmek?

Kendini Vazgeçilmez Zannetmek? Bir gün bir doktora, gerginlik ve tedirginlikten şikâyetçi olan bir hasta gelmiş. Yapması gereken çok işinin bulunduğunu; fakat kendisinin rahatsız, işlerin ise beklemeye tahammülü olmadığını söylemiş. Doktor, Bu işleri başka biri yapamaz mı? Ya da bir başkası size yardımcı olamaz mı? diye sormuş. Adam, Onları yalnız ben yapabilirim; bütün işler bana bakıyor! diye cevap vermiş. Doktor, Sana bir reçete vereceğim. Bu reçeteyi aynen tatbik etmen gerekiyor! diyerek, yazıp eline vermiş. Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalmış. Reçetede, Her gün en az iki saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve her haftanın yarım gününü bir mezarlıkta geçireceksin yazıyormuş. Hasta adam; Yürüyüşü anladık ama; neden mezarlık? diye sormuş. Doktor, Oraya gidip mezar taşlarına bakmanı istiyorum. Mezarlıklar, kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur. Sen de onlar gibi ölüp mezarlığa gömülünce, kendinden başkasının yapmasına i

Kulağına Gireni Yüreğine Göm!

Kulağına Gireni Yüreğine Göm! İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar, ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek birbirlerine zekâ gösterisi yaparlardı. Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynisi üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti. Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komsu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Söyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: .. "-Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver." Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan an

Akreple Ahtapotun Hikayesi

Akreple Ahtapotun Hikayesi Cok uzak bir adada yaşayan güzeller güzeli ahtapot ve çok yakışıklı bir akrep birbirlerine aşık olmuşlar. Fakat ikisi de birbirinden korkuyormuş. Ahtapot akrepden onu zehirli iğnesiyle sokar diye; akrep ise, ahtapotun uzun kolları onu boğar diye.. Fakat daha fazla dayanamayarak ikiside birbirlerine kollarini uzatmışlar. Ahtapot; en kötü ihtimalle bir kolumu veririm nasıl olsa yerine yenisi gelir diye düşünmüş. Akrep ise; onun için kendimi feda edebilirim demiş. Birbirlerini çok seviyorlarmış. O kadar mutlularmış ki bütün hayvanlar çok kıskanıyormus onları.. Zamanla akrepden sıkılmaya başlamış ahtapot aklında açık denizler varmış hep. Oralara gidip başka hayvanlarla tanışmanın hayalini kuruyormuş. Güzelligini bu şekilde geçirmemek için okyanuslara doğru yüzmeye başlamış. Terk edilen akrep günlerce sahilde onun dönmesini beklemiş. Ardından çok ağlamış. Fakat göz pınarları olmadığı için hep Içine akmis göz yaşları.. Okyanusların

Osmanlı Arması

Resim
Osmanlı Arması Necip Fazıl Kısakürek Rahmetullahi Aleyh’in 1954’lü yıllarda çıkardığı Büyük Doğu mecmuasının bir sayısının kapağında, Osmanlı arması işlemeli sanat eseri bir kumaş resmini yayınlayınca, “padişahlık propagandası yapmak” gibi saçma bir gerekçe ile derginin o sayısının toplatılmış ve kendisi de suçlanarak mahkemeye sevkedilmişti. Necip Fazıl’ın mahkemede kendisini suçlayan savcıya gayet ibretli bir şekilde: “– İçinde adalet işlerine bakılan bu binanın tepesinde aynı Osmanlı arması var. Siz de mi padişahlık propagandası yapıyorsunuz?” diye cevap verir.