Kayıtlar

Ağacı etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Peygamberlik Ağacından Koparılan Gül

Peygamberlik Ağacından Koparılan Gül -Bir gün Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem Hz. Ali Radiyallahü Anh’a sorar; - Ya Ali Allah’ü Teâlâ’yı seviyor musun? - Evet, Ya Rasulullah! - Peki, beni seviyor musun? - Evet, Ya Rasulullah! - Peki, eşini seviyor musun? - Evet, Ya Rasulullah! - Peki, çocuklarını? - Evet, Ya Rasulullah! - Peki, bunların hepsini bir kalbe nasıl sığdırıyorsun? Hz. Ali Radiyallahü Anh beklemediği bu soru karşısında şaşırmış ve cevap verememişti. Bunu düşünmem gerek diyerek oradan ayrılmıştı. Hz. Ali Radiyallahü Anh düşünceli bir şekilde dolaşırken eşi Hz. Fatıma Radiyallahü Anha düşünceli olduğunu fark ederek sorar;  “Nedir bu halin ya Ali?“ der. "Eğer bu düşünceliliğin dünyevi kaygılardan dolayı ise sana yakışmaz, bırak gitsin. Yok, bu halin Rahmani kaygılardan dolayı ise anlat birlikte çözüm bulmaya çalışalım” der. Hz. Ali Radiyallahü Anh, efendimizle geçen konuşmayı bir bir Hz. Fatıma Radiyallahü Anha’ya anlatır. Hz. Fa

İki Çam Ağacı

İki Çam Ağacı   İki çam ağacı, gözbebeği iki kızkardeş ormanda büyüdüler. İkisi dik, dirençli, yaprakları yeşil, dalları süslü. Yaz boyunca kuşlar dallarına konmuş, atlayıp sıçramış, sonra da uçmuşlardı. Bir kış günü ormandan güçlü, elinde baltasıyla ormancı geçiverdi. Ağaçlardan biri:  - Ah, iyi yürekli amca, rica ederim beni kes, dedi. Burası çok usanç! Bense o kadar güzelim ki hayret. İnsanlar güzelliğime hayran kalmalıdır. Kes iyi yürekli amca ve beni kente götür. Benim yerim ordadır. Ben yeni yılın celbedici çam ağacı olmak istiyorum.  Oduncu bir hamlede çam ağacını yere düşürdü. Oysa yeni ve ilginç yaşamın başladığından kıvançlıydı. Kızkardeşine:  - Ya sen, güzelim, sen de benimle gelmiyor musun? diye sordu. Gel, birlikte yılbaşı ağacı oluruz. İnsanlar etrafımızda şarkı söyleyecek, bizimle bayram yapacaklar!  Teşekkür ederim, sen gidebilirsin. Benim burası hoşuma gidiyor. Rica ederim, iyi yürekli amca, beni kesmeyin. Ben burda kalmak istiyorum!  Kaldı çam ağacı, kökleşti.

Çoban ve Elma Ağacı

Çoban ve Elma Ağacı Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak: "Hadi bakalım evladım, derdi. Bu ihtiyarın elmasını ver artık".    Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra, babasından kalan Kur'an'ını okumaya koyulurdu.    Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı.    Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı.    Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı, en güzel elmayı şıp diye koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa

Nübüvvet Ağacının Meyveleri

Nübüvvet Ağacının Meyveleri Birgün Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Ali’ye sorar: “–Yâ Ali! Allah Teâlâ’yı seviyor musun?” “–Evet yâ Rasûlallah, seviyorum.” “–O’nun Rasûlü’nü de seviyor musun?” “–Evet yâ Rasûlallah!”  “–Kızım Fâtıma’yı da seviyor musun?”  “–Evet yâ Rasûlallah!”  “–Peki ya Hasan ve Hüseyin’i seviyor musun?”  “–Evet yâ Rasûlallah!” Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:  “–Yâ Ali! Gönül bir tane, sevgi ise dört. Bir kalbe bu kadar sevgi nasıl sığıyor?” buyurur. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bu suâle bir türlü cevap veremez. Düşünceli bir hâlde evine döner. Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ-, Hazret-i Ali’yi durgun ve düşünceli görünce meraklanır. Ne olduğunu öğrenebilmek için şefkatle:  “–Sizi durgun görüyorum; üzücü bir şey mi oldu?” diye söze girer ve; “Eğer üzüldüğünüz şey, bu dünya ile ilgili ise kederlenmeye değmez. Âhiret ile ilgili bir husus ise, nedir sizi üzen?” diye sorar. Hazret-i Ali -ra

İhtiyar Dut Ağacı

İhtiyar Dut Ağacı Selim Amca ve Emine Teyze, iki mütevazı ihtiyardı. Anadolu’nun küçük bir kasabasında oturuyorlardı. Bir de üniversitede okuyan oğulları Oktay vardı. Her yılın nisan ayında bağlarına göçer, kasımda merkezdeki evlerine dönerlerdi. Bağları şehir merkezine yakın, büyük bir meyvelik ile ahşap bir bağ evinden ibaretti. Her yıl baharın gelmesini iple çekerlerdi. Yine bir nisan başında, lüzumlu eşyalarını toplayarak bağa taşındılar. Taşıt gürültüsü ve hava kirliliğinden kurtulan yaşlı çift sevinçten uçuyordu. Bütün güçleriyle toprağa sarıldılar.             Emine Teyze, bağ evini temizledi, eşyaları yerleştirdi. Selim Amca da; gülleri, asmaları, diğer meyve ağaçlarını budadı; ahırı düzenledi, bir de buzağılı inek aldı.             Gün geçtikçe her taraf yeşile bürünüyordu. Bir başka oluyordu, bağ akşamları... Havalar iyice ısınmamıştı ama bol oksijen, bülbül sesleri, yaprak hışırtıları, bin bir nağme sunuyordu gönüllere... Hele sabahları vızıldayan arılar, böcekler;