Kayıtlar

Altınlar etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Altınları Almadı

Altınları Almadı Hazreti Osman, kölesi ile bir yerden geçiyordu. Bir ağacın altında herkesten uzak vaziyette yatan Ebu Zerr Gıfarî Hazretlerini gördü. Ebu Zerr, Eshabın maddeten en fakirlerinden biri idi. Hazreti Osman yanındaki kölesine bir kese altın verdi: — Git bunu şu ağacın altında yatan adama ver. Eğer dediğimi yaparsan seni azad edeceğim, dedi. Hazreti Osman'ın bu müjdesine sevinen köle, mutlaka parayı verebileceği ümidiyle uyuyan adamın yanına varıp uyanmasını bekledi. Bir müddet sonra Ebu Zerr Hazretleri uyanmıştı. Köle: — Al bu keseyi... Diye rica ettiyse de Ebu Zerr, kabul etmiyordu. Köle ısrar ederek: — Eğer bu altınları alırsan kölelikten kurtulacağım. Sen benim azad olmamı istemez misin, Diye yalvardığında O: — Senin kölelikten kurtulmanı ben de isterim ama ben onu alırsam, sen hür olacaksın, ben köle olacağım. Sen benim köle olmamı ister misin? Diyerek parayı almayı kabul etmedi. (Alıntı)

Dürüst Tüccarın Altınları

Dürüst Tüccarın Altınları     Eski zamanlarda dürüst bir tüccar, bir tanıdığından bin altın borç istedi. Dostu: - Olur, veririm. Ama sana bu parayı verdiğime kim şahit olacak? Dedi. Borç isteyen adamın bu şehirde tanıdığı kimse yoktu. Öte yandan çok da acelesi vardı, çünkü ticaret için gemiyle yola çıkacaktı. - Şahid olarak Allah-u Zülcelâl yeter! Dedi. Bu sefer borç verecek olan şahıs: - Öyleyse bana birini kefil göster, dedi. Kefil, borçlu kişi ödeyemeyecek olursa onun borcunu kendisi ödeyeceğine teminat veren kişi, demektir. Tüccar adam, kendisine kefil olacak kimse tanımıyordu. - Kefil olarak Allah-u Zülcelâl yeter, dedi. Borç verecek adam tüccarın dürüstlüğüne güvendi. - Pekâlâ, dedi ve parayı üç ay sonra ödemesi şartıyla ona verdi. Tüccar hemen parayı alıp, gemiye yetişti. Bu parayla başka bir şehre gidip ticaret yaptı. Ticareti karlı olmuştu, epey para kazanmıştı. Borcunu ödeyebileceği için çok sevinçliydi. Hemen en yakın l

Heybedeki Altınlar

Heybedeki Altınlar Yalova’da bir imâm vardı ki, Yahyâ Efendiyi büyük bilir ve çok severdi. Zaman zaman ziyâretine gelirdi. Bu imâmın çoluk çocuğu kalabalık olup, maddî sıkıntı içindeydi. Fakat o sabreder fakirliğini gizler, kimseye bir şey söylemezdi. Bir gün yine Yahyâ Efendi hazretlerini ziyârete geldi. Selâm verip huzûrunda oturdu. O sırada dergâh tenhâ olup, kimseler yoktu. Yahyâ Efendi ona; - Ey temiz insan! Gel seninle bahçede biraz dolaşalım. Allahü teâlânın lütfunun sonu yoktur, buyurdu. Berâberce çıktılar. Bir yere geldiklerinde, Yahyâ Efendi; - Sen bize candan bağlısın. Şimdi sana Allahü teâlânın lütfuyla bir iş göstereceğim. Böylece gönlündeki fakirlik sıkıntısı kalmayacak. Fakirlik ateşini söndürmüş ve seni sevindirmiş olacağız, buyurdu. Sonra yere asâsını vurdu ve; - Burasını kaz! dedi. İmâm Efendi orasını açtığında, içinden bir küp altın çıktı. Ona; -Ne durursun, fakirlik hastalığına çâredir. Bunları sana sonsuz hazîneler sâhibi Allahü teâlâ g