Kayıtlar

Ağustos 7, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Günahkârlar İçin Açılan Eller

Günahkârlar İçin Açılan Eller Gönül sultanlarından Ma'rûf-i Kerhî Kuddise Sirruh bir gün müridleriyle Dicle kenarında oturmuş sohbet ediyorlardı. Uzaktan bir sandalın gelmekte olduğunu gördüler. Sandalda kadınlı-erkekli bir grup saz çalıyor, şarkı söylüyor, çılgınca eğleniyorlardı. Müridlerden biri, "Hocam, şunlara beddua edin de suda boğulup helak olsunlar, bir daha böyle edepsizlikte bulunmasınlar" dedi. Ma'rûf-i Kerhî Kuddise Sirruh ellerini kaldırdı ve içtenlikle şöyle dua etti: "Yâ Rabbi! Sen şu kullarını dünyada güldürdüğün gibi, âhirette de sevindir." Talebeler şaşkınlık içinde kaldılar. İçlerinden biri, "Efendim, ettiğiniz beddua değil, hayır duadır. Bunun hikmeti nedir?" deyince hazret şöyle cevap verdi: "Yavrularım! Şayet Cenâb-ı Hak bunları affedip cennetine koyarsa bizim bir zararımız olur mu? Allah bir kulunu âhirette sevindirmek isterse, ona dünyada tövbe nasip eder ve onu kendi yoluna çeker." Sandal bir

Bir Gönül Kazanmak İçin Yapılan Fedakârlık

Bir Gönül Kazanmak İçin Yapılan Fedakârlık İmâm-ı Âzam (rah) bir gün yolda giderken onu gören bir adam, yüzünü saklayıp başka bir yola saptı. Hemen adamı çağırıp neden yolunu değiştirdiğini sordu. Adam cevabında, "Size 10.000 akçe borcum var. Uzun zaman oldu ödeyemedim ve çok sıkıldım, utandım" dedi. İmâm-ı Âzam, "Sübhânellah, ben o parayı sana hediye etmiştim. Beni görüp sıkıldığın ve utandığın için hakkını helâl et" dedi. Rivayet edildiğine göre, Ebû Hanîfe'nin Radiyallahü Anh bir Mecûsî'de alacağı vardı, onu istemek için Mecûsî'nin evine gitti. Evin kapısına gelince, ayakkabısına bir pislik bulaştı. Ayakkabısını silkeleyince, pislik Mecûsî'nin evinin duvarına bulaştı. Ebû Hanîfe (rah) şaşırdı, üzüldü ve, "Eğer bunu böyle bıraksam, Mecûsî'nin evinin duvarının çirkin görünmesine sebep olacağım. Yok, oradan pisliği kazısam, duvarın toprağı dökülecek" diye düşünerek ne yapacağını hesap etmeye başladı. Derken kapıyı çaldı; içer

Kötülüğe Karşı İyilik

Kötülüğe Karşı İyilik Bir gün Seyyid Abdülhakim Bilvânisî'ye Kuddise Sirruh, "Efendim, bazı kişiler sizin münkirliğinizi yapıyorlar, hakkınızda ileri geri konuşuyorlar, bunlara siz ne dersiniz?" diye sorduklarında, hazret şu sohbeti yapmıştır: "İmam Şafiî (rah) der ki: 'Huzur-i ilâhîde Rabbim bana şefaat hakkı tanırsa önce münkirlerime şefaat edeceğim; çünkü onlar bizim manen terakki edip ilerlememize sebep oluyorlar.' Biz de bu büyük imam gibi diyoruz ki, bizi inkâr ederek manevî derece almamıza sebep olan kimselerin iyiliğine karşı iyilikle cevap vermemiz gerekir. Yine Hasan-ı Basrî de Kuddise Sirruh gıybetini yapan kimseleri işitince, onların sevaplarını kendisine gönderdiğini düşünerek, 'İyiliğe iyilikle karşılık verilir' der, bir tabak içine meyve veya tatlı koyarak onlara hediye gönderirdi. Allah Teâlâ'nın izniyle biz de bu büyükler gibi yapar; bizi inkâr edenleri severiz."107 Hâkim Kudretullah Han, Abdullah Dihlevî hazretle

Ben Adil Davranmazsam

Ben Adil Davranmazsam Resûlullah Efendimiz kendisine karşı çıkan, gereksiz sözler eden insanları da olgunlukla karşılar, hoşgörü gösterir ve yumuşak davranırdı. Herkesin yapamayacağı, yapması mümkün olmayan güzel ahlâk örnekleri sergilerdi. Ebû Saîd el-Hudrî anlatıyor: Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem, Huneyn Savaşı sonrası düşmandan kalan ganimet mallarını ashabına dağıtıyordu. Sahabelerden bazılarına fazla ganimet veriyordu. Bu arada Akra b. Habis ile Uyeyne b. Hıns'a yüzer deve verdi. Bunun üzerine Temimoğulları'ndan Zülhuveysıra adında biri geldi ve, "Yâ Resûlallah, adaletten ve hakkaniyetten ayrılma. Vallahi bu dağıtımda Allah rızâsı aranmamıştır" diye itiraz etti. Peygamberimiz üzüldü ve şöyle cevap verdi: "Yazıklar olsun sana, ben âdil davranmazsam, kim davranır? Eğer ben adaletli yürütmüyorsam büyük bir zarara uğramış olurum. Allah, Musa'ya rahmet eylesin. O bundan daha ağır sözlerle incitildiği halde sabretmiştir."

Başka Bir Kavme Benzemek

Başka Bir Kavme Benzemek Allah Resûlü sallallahu aleyhi Vesellem buyuruyor ki “Kim bir kavme benzerse o da onlardandır.” Yani ne kadar hümanizm, barış, adalet kavramlarının arkasına saklansalar da tarihteki ve bugünkü halleriyle ürküntü veren kavimlere benzemek, onlardan olmak demektir. Onlarla haşir olmaktan, onların pişmanlıklarına, hüsranlarına ortak olmaktan Allah korusun. Geçmişte o kavimlerle ekonomik, siyasi ve benzeri işbirlikleri ve anlaşmalar yapıldı, yarınlarda da olacak. Ama bunun belli ölçüleri olmalı, değil mi? En önemlisi hiçbir ilişki ve anlaşma, onların hayat tarzlarının bizim bünyemize aktarılması sonucunu doğurmamalıdır. Bizden, başka potalarda erimemiz ne kadar istenirse istensin, biz kendi değerlerimizle varız. Değerlerimizi, kendimizi inkâr edip de yabancıların örf ve adetlerini benimsemeyiz. Kıssadan Hisse: Biz başka kavimlerin bilgisini, teknolojisini, dünyaya yarayan her şeyini alabiliriz. Ama dinlerini, örflerini alamayız. İslamiyet’e aykırı ise k