Kayıtlar

efendim etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Mahşer Günü Gel Efendim!

  Mahşer Günü Gel Efendim!   Arafat meydanındayken, ümmetin seni ararken; Yetim misali koşarken mahşer günü gel efendim!   Gel efendim! gel efendim! Mahşer günü gel efendim! Gel efendim! Gel efendim! O dar günde gel efendim!   Zebaniler yaklaşırken, nar-ı Cehennem yanarken; Yüce Mevlâm gazaptayken, mahşer günü gel efendim!   Gel efendim! Gel efendim! Mahşer günü gel efendim! Gel efendim! Gel efendim! O dar günde gel efendim!   Günah sevap tartılırken, ümmet telaş içindeyken; Ol mizanın başındayken, mahşer günü gel efendim!   Gel efendim! Gel efendim! Mahşer günü gel efendim! Gel efendim! Gel efendim! O dar günde gel efendim!   Eller ayaklar şahitken, feryatlar arşa çıkarken; Perişan halim garipken, mahşer günü gel efendim!   Gel efendim! Gel efendim! Mahşer günü gel efendim! Gel efendim! Gel efendim! O dar günde gel efendim!   Güneş bir karış yakınken, ahiret âlemindeyken; Mahşer halkı perişanken, mahşer günü gel efendim!   Gel

Efendime Selâm Söyle!

  Seher vakti esen yeller; Efendime selâm söyle! Dost aşkıyla açan güller; Efendime selâm söyle!   Uzatırım yetmez elim; medhedemez aciz dilim; Ravzaya varınca yolum; Efendime selâm söyle!   Çöl, ovalar tuzlu yollar; âşık olan yanar, ağlar; Aciz gönlüm görmek ister; Efendime selâm söyle!   Uzatırım yetmez elim; medhedemez aciz dilim; Ravzaya varınca yolum; Efendime selâm söyle!   Ebu Zemzem sucuları; bitmez aşkın acıları; Anadolu hacıları; Efendime selâm söyle!   Uzatırım yetmez elim; medhedemez aciz dilim; Ravzaya varınca yolum; Efendime selâm söyle!

Sana Hayrandır Efendim

  Rûhum sana âşık, sana hayrandır Efendim, Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efendim.   Ecrâm ü felek, Levh u Kalem, mest-i nigâhın, Dîdârına âşık Ulu Yezdân’dır Efendim.   Mahşerde nebîler bile senden medet ister, Rahmet, diyen âlemlere, Rahman’dır Efendim.   Kıtmîrinim ey Şâh-ı Rusül, koğma kapından, Asilere lütfun, yüce fermândır Efendim..   Ta Arşa çıkar her gece âşıkların âhı, Medheyleyen ahlâkın, Kur’ân’dır Efendim.   Aşkınla buhurdan gibi tütmekde bu kalbim, Sensiz bana cennet bile hicrandır Efendim...   Doğ kalbime bir lâhzacık ey Nur-i dilârâ, Nûrun ki; gönül derdime dermandır Efendim...   Ulvî de senin bağrı yanık âşık-ı zârın, Feryâdı bütün âteş-i sûzandır Efendim...   Ali Ulvi Kurucu Rahmetullahi Aleyh

Ya Rabbi Aşkını Ver Bana Efendim

  Ya Rabbi Aşkını Ver Bana Efendim   Yarabbi aşkını ver bana efendim! Hu diyeyim Allah Allah döne döne… Aşkın ile yana yana efendim! Hu diyeyim Allah Allah döne döne…   Çağ he duşdüm, Yusuf gibi efendim! Derde düşdüm Eyyüp gibi… Ağlayayım Yakup gibi efendim efendim! Hu diyeyim Allah Allah döne döne…   Mevlam koma beni bana efendim! Al gönlümü, Allah Allah senden yana… Müştakın oluben sana efendim! Hu diyeyim Allah Allah döne döne…   Seyyid Nizam onun kuludur efendim! İster güldür Allah Allah ister öldür… Aşkınla gönlümü doldur efendim! Hu diyeyim Allah Allah döne döne…

Câna Can Kattın Efendim

Câna Can Kattın Efendim 1. Câna can kattın efendim lutf u ihsân eyledin Mürde olmuş gönlümü lutfunla şâdân eyledin 2. Hayli demdir iştiyâkınla harâb olmuştu dil Sâye saldın servi kaddinle hırâmân eyledin 3. Kûşe-i hicrânda ser-gerdân u bî-kes gönlümü Âfitâb-ı hüsn-i tâbânınla rahşân eyledin 4. Ey mürüvvet menbaı tuttun elin üftâdenin Hâtır-ı nâ-şâdımı lutfunla handân eyledin 5. Hasta-i nevmîd-i bî-dermâna kıldın iltifât Ey tabîbim merhem-i vaslınla dermân eyledin 6. Ey güzeller serveri açdın nikâb-ı hüsnünü Bu Hulûsî kemteri lutfunla şâyân eyledin Gazelin Açıklaması: 1. Ey Efendim! Lutuf ve ihsanını bana bağışlayınca adeta canıma can kattın. Böylece gafletle kararmış olan gönlümü de nurlandırıp beni sevindirdin. 2. Nice zamandan beri benim gönlüm senin özleminle yanıp kavrulmaktaydı. Böyle perişan bir haldeyken servi gibi boyunla salınarak gelip gölgeni üzerime bahş edince beni rahatlattın. 3. Senden ayrı bir köşede başı dönmüş ve kimsesi

Seni Çok Seviyoruz Efendim Sallallahü Aleyhi Vesellem

Seni Çok Seviyoruz Efendim Sallallahü Aleyhi Vesellem Seni çok seviyoruz ya Rasûlüllah Sallallahü Aleyhi Vesellem! Ben mi sana seni çok sevdiğimi diyeceğim! Bu halimle, Senin ümmetin mi diyeceğim bu kirli dudaklarımla? Sana gelmek istediğimi mi söyleyeceğim? Kapına geldiğimde, nasıl huzuruna varacağım bu bedenle? Ben sana layık bir ümmetim diyemem! Sığıntı olurum gerekirse, Herkesin arkasından bakarım, sen ordasın bilirim! Saklanırım herkesin arkasına! Beni görme! Bana nazar eyleme! Diye! Çünkü bilirim ki gözün gözüme değdiğinde yanarım! Sadece sana uzaktan bakarım! Sadece seyrederim! Gül yüzünü… Ama kim bilir belki merhametin beni de sarar! Belki sende ümmetimdensin dersin! Ne kadar günahkâr olsam da bakabilir miyim acaba o zaman yüzüne, gözlerine? Ama ben razıyım senin ayağının bastığı yerlere yüzümü sürmeye… Senin kokunu çekmeye içime buram buram… Burası oturduğun yer işte, burası namaz kıldığın yer! Burası yediğin, burası içtiğin yer… Gözyaşlarımla temizlerim her yeri. A

Vallahi Efendim Ben Anlamam!

Vallahi Efendim Ben Anlamam! Bir profesör konferans vermek için bir şehre gitmiş. Belirlenen saatte salona girmiş fakat ne görsün? Salonda yalnızca bir kişi oturmakta... Profesör bir an gururuna yediremeyip gitmeye yeltenmiş... Ancak bunun kendisini dinlemeye gelen kişiye saygısızlık olacağını düşünüp vazgeçmiş. Gidip kürsüdeki yerini almış fakat önce bir sorayım diye düşünmüş; "Acaba bu kişi tek başına beni dinlemek ister mi?". Profesör adama sormuş: - Beyefendi gördüğünüz gibi salon boş. Ama siz bana ve fikirlerime değer verip buraya kadar zahmet etmişsiniz. Siz anlatmamı isterseniz ben konferansı yalnızca sizin için de sunarım. Ne dersiniz? Adam cevap vermiş: - Vallahi efendim ben anlamam! Ben seyisim. Ahıra bir at gelse de yem veririm, yüz at gelse de yem veririm! Profesör mesajı almış. Hatta biraz da aşka gelip kürsüye çıkmış. Anlattıkça anlatmış... Anlattıkça anlatmış... Normalde iki saatlik konuşma hazırlamışken bu hızla üç saat anlatmış... Dört saat anl

Cümleten Aşk Olsun!

Cümleten Aşk Olsun! Tasavvufta şöyle güzel bir adet varmış: Dervişin biri, yine bir dervişler topluluğu içerisine gelip, selam vererek oturduktan sonra, topluluk gelen dervişe; "Merhaba!" yerine "Aşk olsun!" dermiş... Derviş de "Aşkınız cemal olsun Efendim!" diye mukabele edermiş... Bu sefer topluluk "Cemaliniz nur olsun!" Dediğinde, derviş "Nurunuz ayn olsun!" Dermiş ve böylece selamlaşma bitermiş… Tasavvufta aşk o derece içselleştirilmiş, o derece özümsenmiş ki selamlaşma bile aşk üzerine kurulmuş... Tasavvufta bütün diyalogların böyle kalbi incelikler içerisinde cereyan, etmesi ne kadar hoş değil mi? Bir de günümüzdeki selamlaşma diyaloglarını düşünün! "- Naber lan!" "- Naber oğlum!" "- Naber çırağım!" "- Naber ortağım!" "- Naber kanka!" "- Selam moruk!" Tasavvuftaki aşk anlayışı, elbette "televole aşkı" bir aşk a

Yetenek Yok, Gözü Yükseklerde…

Resim
Garcia'ya Mektup Ellberd HUBBART Bu hafta sizinle bir mektup paylaşacağım. Çok uzun süredir aklımdaydı bunu yazmak. Bu hafta sıra geldi. ‘Garcia’ya Mektup’ Harp Okullarında öğrencilere öğretilen ve paylaşılan bilgilerden en önemlilerinden birdir bana göre. Çok uzun olmasın diye konu ile ilgili haftaya da başka bilgileri paylaşacağım. 1904 Rus-Japon harbinden önceydi. Amerikan gazetelerinin birinde ‘Garcia’ya Götürülecek Mektup’ başlıklı bir yazı çıktı. Yazan tanınmamış bir muhabirdi. Fakat bu kısa yazının anlattığı gerçekler, yüzlerce kitapla anlatılanlardan daha derin, daha özlü idi. Yazı tesadüfen Çarlık Rusya’nın Demiryolları Nazırı’nın eline geçti. Nazır, bütün memurlarının bu yazının kopyasını yanlarında taşımasını sağladı. O sırada Rus-Japon savaşı başladı. Japonlar esir ettikleri Rus Demiryolları mensuplarının hepsini üzerinde bu yazıyı görerek meraka düştüler. Japon Maarif Nezareti bu yazıyı inceledikten sonra birer nüshasının bütün Japon yurttaşlarının oku

Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat Ne Demek?

Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat Ne Demek? Öğrencilerinden biri Mevlana'ya sormuş; "Efendim, “Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat” bu dört kapı meselesini ben pek anlayamıyorum. Bana anlatır mısınız?" "Şimdi git, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var ve hepsi rahlelerine eğilmiş. Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra gel sana anlatayım." Öğrenci gitmiş, birincinin ensesine bir tokat atmış. Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını dönmüş ve daha kuvvetli bir tokatla karşılık vermiş. Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasına itaat var. Yaradan’a güvenip ikinciye de bir tokat atmış. O da derhal ayağa kalkıp elini kaldırmış. Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş. Öğrenci devam etmiş, üçüncüye de bir tokat atmış. Üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş. Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam etmiş. Öğrenci Mevlana'ya dönmüş, olanları anla

Bir bilgeye sormuşlar

Bir bilgeye sormuşlar "Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?” "Terzimi severim," diye cevap vermiş. Soruyu soranlar şaşırmışlar: "Aman üstat, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor? O da nereden çıktı?  Neden terzi?" Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş: "Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler.” Bir bilgeye sormuşlar: - Bir insanın zekâsını nereden anlarsınız? - Konuşmasından. - Ya hiç konuşmazsa? - O kadar akıllı insan yoktur ki! Bir bilgeye sormuşlar: Nasıl bu kadar doğru kararlar alabiliyorsun? "Deneyim!" Demiş. O deneyimi nasıl kazandın? Diye sormuşlar "Hatalarımla!" Demiş. Bir bilgeye sormuşlar: Efendim canınız ne istiyor? Bilge cevaplamış: “Canım hiçbir şey istememeyi istiyor”... Ve devam etmi