Kayıtlar

Münafık etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Allah Dilerse Kâfir, Münafık Ve Fâsık Bir Adamın Eli İle

  Allah Dilerse Kâfir, Münafık Ve Fâsık Bir Adamın Eli İle   Allah dilerse kâfir, münafık ve fâsık bir adamın eli ile de dinine hizmet ettirebilir!   Facir: Kelime olarak "Haktan sapmış, haram ve günaha dalmış kötü ve günahkâr insan" demektir. Facir ifadesi burada mutlak bırakıldığı için, biz âcizane bu kelimeye birkaç mana daha ilave edeceğiz.   Şöyle ki:   Facir burada kâfir, münafık, fâsık olmak üzere üç anlama gelebilir. O zaman mana şöyle olmuş oluyor: "Allah dilerse kâfir, münafık ve fâsık bir adamın eli ile de dinine hizmet ettirebilir."   "Pekâlâ, bunun gerçek hayatta örnekleri var mı?" denilirse, bunun örneklerinin hem Asr-ı Saadet'te hem de günümüzde olduğunu görüyoruz.   Mesela Ebu Talip kâfir olmasına rağmen Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem'e ve Müslümanlara büyük hizmetlerde bulunmuş, onları himaye ederek İslâm’ın kuvvet kazanmasına büyük katkısı olmuştur.   Medineli münafıklar zahirde de olsa

Bir Yahudi İle Bir Münafık

Bir Yahudi İle Bir Münafık   Bir Yahudi ile bir münafık, münakaşa ettikleri bir konuda Hz. Peygambere Sallallahü Aleyhi Vesellem gelip aralarında hükmetmesini istediler. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem de aralarında hükmetti. Hükmün aleyhinde verildiğini gören münafık: “- Bizi Ömer Radiyallahü Anh’a gönder, o aramızda hükmetsin.” dedi. Rasulullah Peygambere Sallallahü Aleyhi Vesellem de “- Tamam, haydi ona gidin.” diye buyurdu. Hz. Ömer Radiyallahü Anh’ın yanına vardıklarında, hüküm lehinde verilmiş olan Yahudi: “- Ya Ömer! Resulullah aslında aramızda hükmünü verdi. Fakat bu arkadaşım -hüküm aleyhinde olduğu için- sana gelmemizi istedi ve Resulullah da izin verdi.” Deyince; Hz. Ömer Radiyallahü Anh, diğer adama da bunu doğrulattıktan sonra: “- Bekleyin, şimdi aranızda hükmü vereceğim.” dedi. Gidip kılıcını alıp geldi ve Rasulullah Peygambere Sallallahü Aleyhi Vesellem’in hükmünü kabul etmeyen münafığı öldürdü. Yahudi: “- Beni de öldürür!” korkusuyla kaçıp

İmansız Gitmenin Sebepleri!

İmansız Gitmenin Sebepleri! “Miftâh-ül-cenne”de buyuruluyor ki: İmansız ölmekten korkmamak âhirete imansız gitme sebebidir. " Muhammed bin Kutbüddîn İznîkî hazretleri Osmanlı âlimlerdendir. Kutbüddîn-i İznîkî’nin oğludur. Molla Fenârî’den, din ilimlerini ve zamanının fen bilgilerini okudu. 885 (m. 1480)’de Edirne’de vefât etti. “Miftâh-ül-cenne” kitabı meşhurdur. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri: “(Miftâh-ül-cenne) ilmihâlinin yazarı sâlih bir zât imiş. Okuyanlara faydalı olur” buyurdu. “Miftâh-ül-cenne” adındaki kitabında buyuruyor ki: Ve dahî imansız gitmenin sebepleri, kırk kadar olup, şunlardır: 1- Bid’at sahibi olmak. Yani itikâdı bozuk olmak. 2- Zaîf (Şüpheli olan) îmân. 3- Dokuz azâsını doğru yoldan çıkarmak. 4- Büyük günah işlemeye devam etmek. 5- Nimet-i İslam’a şükrünü kesmek. 6- Âhirete imansız gitmekten korkmamak. 7- Haksız yere zulmetmek. 8- Sünnet üzere okunan ezân-ı Muhammedîyi dinlememek. 9- Anaya babaya âsî olmak. 10- Doğru olsa

Münafığın Duası

Münafığın Duası Hz. Musa Aleyhisselâm zamanında müthiş bir kuraklık baş göstermişti. Musa Aleyhisselâm peygamber ve ümmeti günlerce yağmur duasına çıktılar. Fakat duaları kabul olmuyor ve gökten yağmur inmiyordu. Hz. Musa Aleyhisselâm Tur'a çıkıp münacatta bulundu: — Ya Rabbi! Halimiz, sana malûm. Bizim duamız neden kabul olunmuyor, dediğinde, Allah tarafından şu îlâhî hitap geldi: — Ya Musa Aleyhisselâm! İçinizde nemmam (Lâf taşıyıcı) var. Duanız o sebepten kabule şayan olmuyor. Bu sefer Hz. Musa Aleyhisselâm: — Ya Rabbi bize bildir de, o nemmamı aramızdan çıkaralım ve Sana öyle yalvaralım. Bizim duamızı kabul buyur, Diye niyaz ettiğinde, Cenab-ı Allah: — Ya Musa o kulumu sana haber veremem. Duanızın kabul olunmasını istiyorsanız onu siz bulup aranızdan çıkarın, buyurdu. Hazreti Musa Aleyhisselâm, gelip kavmine durumu bildirdi ve hep beraber tevbe ettiler. Bunların içinde nemmam da bulunuyordu, o da hulusu kalb ile tevbe etmişti. Günahlarının affı

Münafığın Hilesi

Münafığın Hilesi İçten münkir, dıştan Müslüman olarak gözüken münafıklardan biri, Peygamberimizin azatlı kölesi ve evlâtlığı Zeyd bin Haris hazretlerine ortaklık teklifinde bulundu. O da onun hakiki müslüman olduğunu zan edip beraber ticaret yapmayı kabul etti. Para münafıktan olmak kaydiyle, beraber mal getirip satmak üzere anlaşıp Taif şehrine gitmek üzere yola çıktılar. Yolda münafık, Hazreti Zeyd'e: — Yorulduk. Şu mağaraya girelim de bir müddet istirahat edelim, dedi. O da kalbinde hiçbir kötülük olmadığı için, bu teklifi kabul edip mağaraya girdiler. Münafık, Hazreti Zeyd'e suikasd hazırlamıştı. Orada uyutup, elini ayağını bağladıktan sonra öldürecekti. Biraz sonra Zeyd uyudu, Münafık da plânını tatbike başladı. Zeyd'in ellerini ve ayaklarını sıkıca bağladıktan sonra, onu uykudan uyandırdı. Zeyd uyandı ki, elleri ve ayakları bağlanmış. Kendisini niçin bağladığını sordu. O: — Siz bundan birkaç sene evvel Muhammed'le Taif'e gitmiştiniz. Orad

Münafık ne demektir?

Münafık ne demektir? عن بُرَيْدَةَ رَضِيَ اللَّه عنهُ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: «لا تَقُولُوا للْمُنَافِقِ سَيِّدٌ، فَإِنَّهُ إِنْ يكُ سَيِّداً، فَقَدْ أَسْخَطْتُمْ رَبَّكُمْ عزَّ وَجَلَّ» رواه أبو داود بإِسنادٍ صحيحٍ. Büreyde radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Münafıka, ‘efendi’ demeyiniz. Eğer onu efendi sayacak olursanız, Azîz ve Celîl olan Rabbinizin kızgınlığını çekmiş olursunuz.” Müslüman olmadığı halde, müslümanları aldatmak için müslüman görünen kimselere münafık denir. Münafıklığın bazı alametleri vardır. Bu alametlerin biri bir kimsede bulunsa, o kimseye münafık denmez, onda münafıklık alametleri var denir. Mesela yalan söylemek münafıklık alametidir. Bir kimse, yalan söylese münafık olmaz. Münafıkların işlediği bir işi işlemiş olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Münafığın üç alameti vardır: Yalan söyler, sözünde durmaz ve emanete hıyanet eder.) [Buhari] Birine

Münafıkın Gözü Olmasaydı

Münafıkın Gözü Olmasaydı Bir gün öğle nemâzından sonra, Cebrâîl aleyhisselâm yetmişbin melek ile gelerek, En’âm sûresini getirdi. Resûlullah hazretleri o gece bütün Eshâb-ı kirâmı Âişe r.a hazretlerinin evinde topladı. Kandil yakıp, Sûre-i En’âmı okudular. Kandil ışıksız oldu. Resûlullah hazretleri Ebû Bekr hazretlerine buyurdular ki, – Yâ Ebâ Bekr, kandili ışıklandır. Bir sâat sonra yine karardı. Hazret-i Resûl-i ekrem yine buyurdu. – Yâ Ebâ Bekr, kandilin ışığını çoğalt.. Hazret-i Ebû Bekr, kandili ışığını çoğaltmak için kalkdı. Bakdı ki kandilin yağı tükenmiş. Dedi ki, – Yâ Resûlallah! Kandilde yağ kalmamış. Bu gece yağ almak imkânımız da yokdur. Kandil bize lâzımdır, kelâm-ı Rabbilâlemîni okuyalım. Hazret-i Resûlullah buyurdular ki, – Bir mikdâr kendi ağzının tükrüğünden kandile damlat. Âişe-i Sıddika hazretleri buyurur ki, – Babam bir mikdâr ağzının suyunu, Resûlullah hazretlerinin emr-i şerîfi ile kandile damlatdı. Kandilin ışığı çoğaldı. Allahü tebâr