Kayıtlar

Gül etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Gül Hikâyesi

Gül Hikâyesi   Horasan'dan Anadolu'ya bir Derviş gelir, amacı kendisine dergâh bulmaktır. Sivas yöresinde bir dergâhın kapısını vurur. “Tak. Tak. Tak...” O esnada Mürşid-i Kâmil talebeleri ile sohbettedir. Henüz kapı açılmadan, kapıya doğru giden talebesine seslenir. “- Evlat dur hele! Kapıda bir Derviş var, kapıyı vurma sesinden belli. Muradını anladım. Cevabımı vermek için bana bir bardak getirin.” Gelen bardağı su ile doldurur. Öyle doldurmuştur ki bir damla daha konsa bardak taşacak şekildedir. “- Şimdi bu bardağı kapıdaki gelene ver, o mesajımı anlar.” buyurur... Derviş kapıda, talebe suyu dökmeden götürme sancısında. Açar ve bardağı uzatır... Derviş tebessüm eder, anlamıştır mesajı. Mesaj şudur: “- Evladım, dergâhımız ağzına kadar talebe ile dolu, sana yer yok, seni alırsak yerimiz dardır, taşar, bir talebeye dahi yer kalmayacak kadar doluyuz. Sen var git kendine başka bir kapı bul.” Derviş, bahçedeki gülden bir yaprak koparır ve bardağın üzerine k

Önemli Olan Gülü Dikeniyle...

“Güzel bir gülü, güzel bir geceyi, güzel bir dostu herkes ister. Önemli olan gülü dikeniyle, geceyi gizemiyle, dostu tüm derdiyle sevebilmektir.” Şems-i Tebrizi Kuddise Sirrûh

Dostun Gül Cemali

  Dostun gül cemali cennettir bana Ne çare ayrılık zamanı geldi İstemem ayrılmak senden sultanım Ne çare ayrılık zamanı geldi   İstemem ayrılmak senden sultanım Gül cemalin aşık ile nalanım Çıkarma gönlünden dinim imanım Ne çare ayrılık zamanı geldi   Kul Fakir'im aşık aşka yanandır Hak Erenler birbirine kanandır Dosta doymak olmaz, kanan erkandır Ne çare ayrılık zamanı geldi.   (Kul Fakir-Hacı Bayrak)

Dostun Attığı Gül Yaralar Bizi

  Dostun Attığı Gül Yaralar Bizi   Hallac-ı Mansur Kuddise Sirrûh, cezbe ve sekir halinde söylediği ve mazur bulunduğu Ene’l-Hak cümlesi yüzünden idama mahkûm edilir. Onu asılacağı meydana getirdiklerinde etrafta mahşerî bir kalabalık vardır. Hallac-ı Mansur Kuddise Sirrûh darağacını görünce güler ve kalabalık arasında gördüğü dostu Şibli’den seccade isteyerek iki rek’at namaz kılar. Ardından şöyle duâ eder: “Allah ım burada senin dinin uğruna gayrete düşüp beni öldürmek için toplananların suçlarını affet.”   Bu esnada kalabalık içinden özellikle düşmanları, fırsat bu fırsat diye Hallac-ı Mansur’a taşlar atarlar. Hallac-ı Mansur Kuddise Sirrûh bunlara ah bile demez hatta tebessüm eder, ama dostu Şibli ağlayarak kırmızı bir gül atınca Hallac-ı Mansur Kuddise Sirrûh inler ve şöyle der: “Taş atanlar avam takımı, bilmiyorlar, halden anlamazlar. Onların taşı bizi incitmez ama halden anlayan bir dostun attığı gül bile bizi incitti, canımızı acıttı.”   İnsan hayata daha çok do

Tasavvufî Terbiye Altına Giren İnsan

Tasavvufî Terbiye Altına Giren İnsan; ·      Haramlardan yüz çevirir, hattâ şüpheli şeylerden bile uzak durur. ·      Haram işlenen yerlerden uzak durarak, kalbî ve rûhî huzurunu korur. ·      Hayatın geçici heveslerinin peşinden koşmaz. ·      Kendisine verilen ömür emânetini, nefsinin gelip geçici isteklerine harcamaz. ·      Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet’i hayatına rehber edinerek; ömrünü sâlih amel, hayır ve hasenatlarla süsler. ·      İbâdetlerini huşû içerisinde yapmaya; Allah’ü Teâlâ yolunda hizmet etmeye; Salihlerle birlikte olmaya gayret eder…

Yük Olmamak, Yük Almak, Gül Yaprağı Olmak…

  Yük Olmamak, Yük Almak, Gül Yaprağı Olmak…   Bir zamanlar bilginler ve şairler, 'Suskunlar Meclisi' adıyla bir topluluk oluşturmuşlardı. Üye sayısı 40 kişiydi ve bunu arttırmıyorlardı. Üyeliğin ilk şartı çok düşünmek fakat çok az konuşmaktı. O zamanlar meşhur şair ve bilgin Molla Câmî, bu meclisin üyeleri arasında olmayı arzuluyordu. Günün birinde suskunlar meclisinin bir üyesinin öldüğünü duyunca, onun yerine aday olmak için bilginlerin bulunduğu köşke geldi. Kendisini karşılayan kapıcıya bir şey söylemeden, ismini bir kâğıda yazarak o sırada toplantı halinde bulunan suskunlar meclisine gönderdi. Meclis üyeleri bu teklifi görünce biraz üzüldüler. Molla Câmî Rahmetullahi Aleyh oraya layık bir bilgindi, ama ölen üyenin yerine başka birini almışlardı. Yeni bir üye için yer yoktu. Meclisin başkanı, bir bardağı tamamen suyla doldurduktan sonra Molla Câmî'ye gönderdi. Zeki bilgin, durumu kavramıştı. Bir damla daha olsa bardak taşacaktı. Bunun üzerine o da

Ben Gülmeyeyim De, Kim Gülsün?

Ben Gülmeyeyim De, Kim Gülsün ? Hz. Osman Radiyallâhu Anh abdesti bitiriyor, kurulanıyor, gülmeye başlıyor. Yanındakiler, “— Hayırdır inşaallah!”. Diyorlar. Hazret-i Osman Radiyallâhu Anh Anlatıyor: “— Bir gün, benim şu abdest aldığım yerde Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz abdest alıyordu. Biz de oradaydık. Resulullah abdestini aldı, gülmeye başladı. Sonra, ‘Neden güldüğümü, niye sor muyorsunuz?’ buyurduğu hatırıma geldi!”. “— Peki efendim, ne oldu?” “— Biz de, ‘Ya Resulallah Sallallahü Aleyhi Vesellem niye güldünüz?’ diye sorduk.”. Cevaben buyurdu ki: “— Bir müminin abdestte, yüzünü yıkarken, bütün (küçük) günahlarının, suyla beraber aktığını görüyorum. Elini yıkarken, başına mesh ederken, ayaklarını yıkarken, bütün günahlarının döküldüğünü görüyorum. Ümmetim kurtuluyor diye seviniyorum, ben gülmeyeyim de, kim gülsün?” Nebiyy-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellem’e içinde (pek az) su bulunan bir taş tekne getirdiler. Tekne ise içinde avuç açılamayacak kadar küçük idi. Orad

Ömür Bohçasının Gülü Solmadan

  Ömür Bohçasının Gülü Solmadan   Ömür bohçasının gülü solmadan, Uyan gel gözlerim, gafletten uyan. Ecel bir gün bize haydi demeden, Uyan gel gözlerim, gafletten uyan.   Niçin gaflet ile mağrur olursun? Kervan göçer gider, yolda kalırsın. Be vallahi sonra pişman olursun, Uyan gel gözlerim, gafletten uyan.   Kaba döşekte yatma döne döne, Mağrur olup uyuma kana kana. İletirler seni karanlık sine, Uyan gel gözlerim, gafletten uyan.   Derviş Yunus söyler: Sözün tutulmaz, Senin kumaş bu illerde satılmaz. Böyle yatmak ile Hakk'a varılmaz, Uyan gel gözlerim, gafletten uyan.   Yunus Emre  

Ömür Bohçasının Gülü Solmadan,

Ömür Bohçasının Gülü Solmadan,   Ömür bohçasının gülü solmadan, Uyan gel gözlerim, gafletten uyan. Ecel bir gün bize haydi demeden, Uyan gel gözlerim, gafletten uyan.   Niçin gaflet ile mağrur olursun? Kervan göçer gider, yolda kalırsın. Be vallahi sonra pişman olursun, Uyan gel gözlerim, gafletten uyan.   Kaba döşekte yatma döne döne, Mağrur olup uyuma kana kana. İletirler seni karanlık sine, Uyan gel gözlerim, gafletten uyan.   Derviş Yunus söyler: Sözün tutulmaz, Senin kumaş bu illerde satılmaz. Böyle yatmak ile Hakk'a varılmaz, Uyan gel gözlerim, gafletten uyan.   Yunus Emre  

Diken Değil Gül Ol, Aşığın Bülbül Olsun

Diken Değil Gül Ol, Aşığın Bülbül Olsun. Güneş herkesin üzerine eşit doğar ama Gül başka leş başka kokar... Doğruysan zarar gördüm deme, bil ki iyiler mutlaka kazanır... Kimle gezdiğine, kimle arkadaşlık ettiğine dikkat et. Çünkü bülbül güle, karga çöplüğe götürür... Her şey vaktini bekler, ne gül vaktinden önce açar, ne güneş vaktinden önce doğar. Bekle senin olan sana mutlaka gelir... Üzülme, kaybettiğin her şey, başka bir surette sana geri döner... Hayat bir nefestir aldığın kadar, Hayat bir kafestir kaldığın kadar, Hayat bir hevestir daldığın kadar... Ne fark eder ki kör insan için elmas da bir cam da. Sana bakan kör ise, sen kendini cam sanma... Yaren değil yar ol, sevgilin Mevlâ olsun. Diken değil gül ol, aşığın bülbül olsun. Dostuna öyle dost ol ki, adın derman olsun... Bir gönül yapmak gelmediyse elinden, bir gönül yıkılmasın dilinden... Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır... Mevlâna Kuddîse Sirrûh

Ben Bir Gülüm Öğretmenim

Ben Bir Gülüm Öğretmenim Ben bir gülüm, sen bahçıvan; Çok açarsam eser senin, Mis kokarsam hüner senin Ama bir de soldurursan Günah senin, günah senin öğretmenim… Ben elmasım, sarraf sensin Pırlantaysam, emek senin Parlıyorsam yaldız senin Ama bir de parçalarsan Kırık senin, kırık senin öğretmenim… Ben boş defter, kalem sensin; Doğru yazsan yarın senin, Güzel yazsan ikbal senin Ama bir de karalarsan Vicdan senin, vicdan senin öğretmenim… Ben öğrenci, sen öğretmen; Başarırsam hüner senin, Kazanırsam zafer senin Ama bir de kaybedersem Yok diyecek başka sözüm; Yorum senin, yorum senin öğretmenim Hasan Bayhan

Gül Baba

Gül Baba Fatih Sultan Mehmet’in yerine geçen oğlu ikinci Bayezid avdan dönüyordu. Bir an önce saraya varıp dinlenmeyi düşünürken atını durdurdu, havayı kokladı ve derin derin nefes alıp ferahladıktan sonra sordu: "- Bu güzel kokular da nereden gelir böyle? " Yanındaki vezirlerden biri cevap verdi: "- Devletlû Padişahım! İstanbul kuşatmasına katılan gazilerimizden tabiat aşığı biri vardır ki, O'na Gül Baba derler. Aksakallı, nur yüzlü bir ihtiyardır. Şu yamaçları güllerle ve dahi türlü çiçeklerle donattı. Bu hoş kokular O'nun bahçesinden gelmektedir. " Padişah, vezirin anlattıklarını tebessümle dinliyordu. Sözlerini bitirince kararını bildirdi: "- Merhum babamın bu gazi askerini ziyaret etmek isterim! " Artık yorgunluklar unutulmuştu. Gül Baba'nın kulübesine doğru yürüdüler. Kulübeye doğru yaklaştıkça gül kokuları artıyor, insanın gözü - gönlü açılıyordu. Değerli misafirlerin geldiğini gören Gül Baba koştu, onları kapıda karşıl

Peygamberlik Ağacından Koparılan Gül

Peygamberlik Ağacından Koparılan Gül -Bir gün Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem Hz. Ali Radiyallahü Anh’a sorar; - Ya Ali Allah’ü Teâlâ’yı seviyor musun? - Evet, Ya Rasulullah! - Peki, beni seviyor musun? - Evet, Ya Rasulullah! - Peki, eşini seviyor musun? - Evet, Ya Rasulullah! - Peki, çocuklarını? - Evet, Ya Rasulullah! - Peki, bunların hepsini bir kalbe nasıl sığdırıyorsun? Hz. Ali Radiyallahü Anh beklemediği bu soru karşısında şaşırmış ve cevap verememişti. Bunu düşünmem gerek diyerek oradan ayrılmıştı. Hz. Ali Radiyallahü Anh düşünceli bir şekilde dolaşırken eşi Hz. Fatıma Radiyallahü Anha düşünceli olduğunu fark ederek sorar;  “Nedir bu halin ya Ali?“ der. "Eğer bu düşünceliliğin dünyevi kaygılardan dolayı ise sana yakışmaz, bırak gitsin. Yok, bu halin Rahmani kaygılardan dolayı ise anlat birlikte çözüm bulmaya çalışalım” der. Hz. Ali Radiyallahü Anh, efendimizle geçen konuşmayı bir bir Hz. Fatıma Radiyallahü Anha’ya anlatır. Hz. Fa

Gül Goncalarından Süzülen Şebnemler

Gül Goncalarından Süzülen Şebnemler Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla berâber olun!..” (Tevbe, 119) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Herhangi bir topluluğa benzemeye çalışan, onlardandır.” (Ebû Dâvûd, Libâs, 4/4031) Şeyh Sâdî, sâlih ve sâdıklarla ünsiyet netîcesinde meydana gelen “aynîleşme”yi “Gülistan” adlı eserinde temsîlî bir şekilde şöyle hikâye eder: “Bir kişi hamama gider. Hamamda dostlarından biri kendisine temizlenmesi için güzel kokulu bir kil verir. Kilden, rûhu okşayan enfes bir râyiha yayılır. Adam kile sorar: “-A mübârek! Senin güzel kokunla mest oldum. Haydi söyle, sen misk misin, anber misin?” Kil ona cevâben şöyle der: “-Ben misk de anber de değilim. Alelâde bir toprağım. Lâkin, bir gül fidanının altında bulunuyor ve gül goncalarından süzülen şebnemlerle her gün ıslanıyordum. İşte hissettiğiniz, gönüllere ferahlık veren bu râyiha, o güllere âittir.” İşte bu misâldeki mânânın da işâret ettiği üzere, samîmiyet

Kırmızı Gül

Resim
Kırmızı Gül Bir ülke varmış eskiden. Ve bu ülkede hiç ama hiç kırmızı gül yokmuş bütün güller beyaz renkteymiş. Bir de birbirini çok seven bir kız ve bir delikanlı varmış bu ülkede... Birbirlerine çok yakışıyorlarmış. Kız çok güzel delikanlı ise çok yakışıklıymış... Delikanlı bu kız için her şeyi yaparmış... Kıza evlenme teklif etmiş. Kız ise bir şartla demiş. ''Bana kırmızı renkte bir gül getirirsen seninle evlenirim''. Delikanlı çok üzülmüş çünkü hiç kırmızı gül yokmuş. Beyaz güllerle dolu bir bahçeye gitmiş aramış ama yok... Sonra oradaki bir bülbüle derdini yanmış... Bülbül dinlemiş genci... Ve en sonunda "Üzülme delikanlı, yarın buraya aynı saatte gel ve kırmızı bir gül göreceksin onu al kıza götür, evlenin mutlu olun... Sen onu çok seviyorsun mutluluk hakkın!" demiş. Çocuk biraz şaşkın ayrılmış oradan... Ertesi gün bahçeye gitmiş koskoca bahçe beyaz güllerle dolu yalnızca en ortada kıpkırmızı bir gül! Delikanlı biraz şaşkın biraz heyecanlı,

Gül Yaprağı Olmak

Gül Yaprağı Olmak Uzakdoğu'da bir Budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki Budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra söz'süz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki Budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırma

En Güzel Gülü Bulmak

En Güzel Gülü Bulmak Kasabanın birinde, güzelliği dillere destan bir kız varmış. Kendisiyle evlenmek isteyen uzak ülkelerden gelen nice prensi, asili, zengini, yakışıklı delikanlıyı reddetmiş. Kimseleri kendine layık görmüyormuş. Kıza gönlünü kaptırmış, aynı kasabada yaşayan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş.  Ama kız onu da beğenmemiş. Bizim delikanlı günün birinde kasabadan ayrılmış. Başka biriyle evlenmiş, çocukları olmuş, yeni bir hayat kurmuş. Uzun zaman sonra yolu yaşadığı güzel, şirin kasabaya düşmüş. Aklına bir zamanlar âşık olduğu kız gelmiş, ona ne olduğunu merak etmiş.  Tanıdık bir yaşlı adam, güzel, büyük bir gül bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş. Kimseleri beğenmeyen güzel kızın kiminle evlendiğini görmek istemiş. Kocasını evden çıkarken görmüş. Kızın kocası şişman, kel, çok çirkin ve kaba bir adammış. Üstelik zengin de değilmiş. Nasıl oldu da böyle biriyle evlendiğini merak eden adam, kızın kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış.

Güle Sevdalı, Gül Yiğit’e Elveda

Güle Sevdalı, Gül Yiğit’e Elveda (Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na yazılmıştır. Allah’ü Teâlâ rahmet eylesin!) Ey gülü çok seven, gül yüzlü yiğit, Şehitler yoluna güller döşedi. Gül sevdalısı olduğun, gül sözlerinden belli, Efendimiz gül kokardı, gül gibiydi, gül tenli... “Ruh bir anlıktır, nerede çıkacağı bilinmez!” derdin, Son nefesini karlı dağlar başında verdin. “Dünya çok kısa, fırıldak yapılmaz!” dedin, Dünyayı, parayı, değil; Allah’ı sevdin. Teslim olduğun dağlar, kayalıklar beyazdı, Durmadan kar yağıyordu gökler bembeyazdı, Nur saçarken kâinat, senin tenin üşüyordu, Fakat kalbin aşk ile yanıp, tutuşuyordu. “Ölümüm, düğün günüm!” demiş bir büyüğümüz, Bizim de şehadet olsun ölümümüz… Senin düğününde ne yazık ki ağlıyoruz. Ayrılığın çok acı karalar bağlıyoruz, Ey sonsuzlukların sahibi Yüce Mevlâ’mız: Emanetini aldın, merhamet et, O’na gani gani Rahmet et, Cenneti âlâna kabul et, Ruyetullah’ına davet et… Amin, amin, Velh