Kayıtlar

Bak etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Bak!

Bak!   Aç basîret gözünü hikmet-i Yezdane bak Gör neler halk eylemiş, Hâlık-ı Ekvân’ebak   Sulbinde bil pederin bir katrecik su idin Ne hûb sûret yaratmış, san’at-ı Sübhâne bak   Cümle a’zânı düşün ibretle baştanbaşa Mârifet kesbeyleyip hizmet-i Deyyân’e bak   Hicâbı ref eyleyip aç gözünü zâhidâ Adl ile mülk-ü cisme hükmeden Sultâne bak   Meyl-i sivâ eylemek hiç sana lâyık mıdır Zikr-i Hüdâ’yı edüp rahmet-i Rahmân’e bak   Aşk kitabın çok okur ârif-i billâh olan Mekteb-i irfâne gel okunan Kur’âne bak   On sekiz bin âlemi halk eden Hallâk O’dur Kudrete nazar edüp ibretle ummâne bak   Âşık ol aşksız Hüdâ bulunur mu ey zâhid Aşk ile Hakk’a giden sırat-ı Merdâne bak   Cümle halkı halk eden Hüdâ-yı lemyezel Ne hoş güzel yaratmış sûret-i insâne bak   Yok iken bu âlemi halkı icad eylemiş Her birinde görünen esrâr-ı Mennâne bak   Tut Hüdayî’nin sözün Hakk’tır anısöyleten Hakk’ın verdiği akl ile nutk eden lisâne bak   Hacı Öme

Bardak Olmayı Bırak Göl Olmaya Bak!

Bardak Olmayı Bırak Göl Olmaya Bak! Bir zamanlar, hayatın sadece zâhirinde takılı kalmayan, hadiselerin görünen kısmından ziyâde, derûnundaki hakikatleri temâşâ etme gayretiyle hareket eden, hikmet ehli, yaşlı bir tahta oyma ustası yaşarmış. Bu ustanın da, hayata dâimâ karamsarlıkla bakmayı huy edinmiş, her şeyden şikâyet eden ve hiçbir zaman memnun olmayan ham bir çırağı varmış. Öyle ki, ustası ne kadar güleryüzlü ise, çırak o kadar abus çehreli; ustası ne kadar cömert ise, çırak o kadar cimri; ustası ne kadar yardımsever ise, çırak da o kadar bencilmiş. Günlerini, dünyaya gelişin imtihan hikmetine binâen olduğunun idrâkinden uzak olarak geçiren bu çırak, başına gelen en küçük sıkıntıda bile yüzünü buruşturup şikâyet edermiş. Hayat onun için sanki sırf kötülüklerden, sıkıntılardan, acılardan, dertlerden ve mutsuzluklardan ibâretmiş… Hikmet ehli olan ustası, bir gün bu çırağına güzel bir ders vermek istemiş. Onu, bakkala tuz almaya göndermiş. Âdeti olduğu üzere çırak da söylene

Kalbine İyi Bak Sevgili Sûfî

Kalbine İyi Bak Sevgili Sûfî   “Dikkat ediniz ki, insanın cesedinde bir et parçası vardır O et parçası sâlih oldukça bütün vücuddaki âzâlar sağlam olur Eğer o fâsid olursa bütün cesed bozulur O et parçası kalptir” (Hadîs-i Şerif)   Kalbine iyi bak sevgili sûfî… Mevlânâ’nın Uzak dediğin yer ancak bir karış diyerek adres verdiği kalbine… Aşk’ın Hüsn için nice basamaklardan geçip, nice engelleri aştığı kalp ülkesine… Sedef içinde inci gibi parlayan kalbine…   Öyle iyi bak ve öyle iyi gör ki; himmetle inen ve hikmetle süslenen aşkın senden aşkın bir hâl alsın Taşkınlarca sevgilinin diyârına ulaşsın Korkma…   Âşık ve mâşuk arasında öyle bir yol vardır ki, içinden geçen bütün cümleler hurûfî bir edayla tek tek ulaşır muhatabına Kalpten kalbe yol vardır Çünkü Fi’l kalbi mine’l kalbi ile’l kalbi sebîlâ…   Kalbine iyi bak sevgili sûfî… Kalp ki maddeden öte mânâ, dikenden öte gül-i rânâ…   Sula sevgili sûfî, sula… Kan nehirleri arasında kalan kalp va

Sen Namazı Boş Ver, Benim Kalbime Bak! (Denir mi?)

  Sen Namazı Boş Ver, Benim Kalbime Bak! (Denir mi?)   “Benim kalbim temiz!”, “Sen kalbe bak!”, “İçin temiz olsun!” gibi sözlere sığınan bazı insanlar, ibadeti, namazı, tesbihi, zikri pek önemsemez, “Olmasa da olur!” gibi bir yaklaşım sergilerler.   Oysa kalbin sahibi Allah’ü Teâlâ’dır. Kalbi kim yaratmışsa, onun temizlik hükmünü de ancak O verir. Bunun için bir insanın kendi kendini “Temize çıkarması!” yetmez. Üstelik temize çıkarmakla da temize çıkmış olmaz, Allah’ın ve Resulünün ölçülerine göre temiz olmalı.   Bu düşünceye sahip olan kişileri Kur’ân-ı Kerim anlatırken der ki:   “Görmüyor musun, kendisini temize çıkaranları? Oysa Allah dilediğini temize çıkarır, hiç kimse de kıl kadar haksızlığa uğramış olmaz.” 1   Mütevazı olan kimse “Ben mütevazı bir kişiyim!” demez, ihlâslı olan kişi de “Ben ihlâslı bir insanım!” demeyeceği gibi.   Yine iyi bir kimse, “Ben iyi bir insanım!” , “Ben hayırlı bir kimseyim!” diyerek kendini öne çıkarmaz, çıkarmaması gerekir.

Çocuğumuza İyi Bak

Çocuğumuza İyi Bak Öğretmen bir gün denizin ortasında batmak üzere olan bir geminin hikâyesini sınıfta öğrencileriyle paylaşır. Gemideki çift cankurtaran botunun yanına kadar gelir ve sadece bir kişilik yer olduğunu görür. Hikâyenin gerçekliği hakkında tamamen emin olmasam da, hepimizin hikâyeden ders çıkaracağını zannediyorum. Öğretmen, hikâyeyi anlatmaya başlar. Gemi, denizin ortasında aniden batmaya başlar. Gemideki bir çift cankurtaran botuna yaklaşırken sadece bir kişilik yer kaldığını görür. O an adam, karısını geride bırakır ve bota atlar. Batmak üzere olan gemideki kadın eşine bakar ve son cümlesi şu olur. Öğretmen bir an durur ve öğrencilerine, “Sizce kadın, kocasına ne demiş olabilir?” diye sorar. Öğrencilerinin çoğu: “Senden nefret ediyorum. Nankör herif!” demiştir diye cevap verir. Öğretmen, köşede sessizce oturan bir çocuk görür ve aynı soruyu ona da sorar. Çocuk, “Öğretmenim bence ‘Çocuğumuza iyi bak demiştir'” diye cevap verir. Öğretmen şaşırarak çocuğa

Deryaya Bak da İbret Al

Deryaya Bak da İbret Al   Zâhidâ! Aç gözün, sahraya bak da, ibret al! Şu direksiz kubbe-i semâya bak da, ibret al! Görmek istersen, Cenâb-ı kibriyânın kudretin, Her sabâh, seher vakti, dünyâya bak da ibret al!   Arif isen çekme zerrece fenâ’nın mihnetin, Herkesin Yâr-ı Hûdâ’dır elbet verir kısmetin, Görmek istersen Cenab-ı Kibriya’nın hikmetin, Her gün seher vakti kalk deryaya bakda ibret al.   Kande gitti, geldiler; bunca dünyaya kahraman, Bir birine fend edip onlar da oldu imtihan, Yel götürdü tahtını hani Süleyman’ı zaman, Aç gözünü devleti İskender’e bakda ibret al.   Derviş Ömer gel güvenme bu fena devletine Bu dünya bir zıllü hayat aldanma ziynetine Padişah olsa da derler er kişi niyetine, Var musallada yatan mevtaya bakda ibret al.   (Alıntı)

Kadere Bak...

Kadere Bak...  Genç adam, köyüne gidecekti. Sabahleyin erkenden otomobiline bindi, yola çıktı. Çoluk çocuğunu yanına almamıştı. Yalnızdı. Şehrin kenar mahalleleri geride kalırken güneş doğmuş, ışıl ışıl bir gün başlamıştı. İçi içine sığmıyordu, Radyonun düğmesini çevirdi. Bir türkü: "Azrailin gelir kendi / Ne ağa der, ne efendi; Sayılı günler tükendi / Yolun sonu görünüyor...” Biraz hüzünlenir gibi oldu. Boş ver, dedi; dünya işte! Sevdiklerine kavuşacağı anı hatırladı. Mutlulukları, sevinçleri görür gibi oldu. Ruhunu ılık bir duygu doldurdu. İç geçirdi. Artık şehirden kurtulmuştu. Önünde yaklaşık üç saatlik bir yol vardı. Acele etmiyor, güzel şeyler düşünmeye çalışıyordu. Ne olduysa tam o sırada oldu. Sol taraftan silme bir otomobil geçti. Elektrik çarpmış gibi titredi. Direksiyon hâkimiyetini kaybetti. Otomobil şarampole sürüklendi, ancak durabildi. Korkmuştu. “Kelle mi götürüyorsunuz? Diye söylene söylene otomobilden indi. Tehlikeli bir şekilde kendisini sollaya