Kayıtlar

Ağustos 28, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Vacib

Vacib Yapılması farz gibi kesin olan emirlere denir. Bunların delilleri farz gibi açık ve kesin değildir. Vitir namazını ve Bayram namazlarını kılmak, zengin olunca kurban kesmek, sadaka-i fıtr vermek vaciptir. Namazın vaciplerinden biri sehven terk edilmişse sehiv secdesi yapmak gerekir. Vacibin hükmü farz gibidir. Vacibi terk etmek, tahrimen mekruhtur. Vacibi yapmayan, günaha girer, azaba layık olur.

Farz

Farz Yapılması açıkça ve kesin olarak bildirilen dinin emirlerine “FARZ” denir. Farzları terk etmek haramdır, büyük günahtır. Farzın çoğulu feraizdir. Farzların yapılmasında büyük sevaplar vardır. Özürsüz olarak yapılmamaları da, Allah’ü Teâlâ’nın azabını gerektirir. Farz İki Çeşittir 1- Farz-ı Ayn, 2- Farz-ı Kifâye. 1- Farz-ı Ayn Mükellef (yükümlü) olan her Müslüman’ın bizzat kendisinin yapması lazım olan farzdır. Mesela, iman etmek, beş vakit namaz kılmak, Ramazan ayında oruç tutmak, zengin ise zekât vermek ve hacca gitmek, farzı ayndır. Mükellef olan her Müslüman’ın haramları öğrenip haramlardan kaçması, farzları öğrenip farzları yapması en birinci görevidir. Haramlardan kaçmaz, farzları yapmazsa Allah’ü Teâlâ’nın gazabını hak eder, büyük günaha girer. Her Müslüman imanı, İslâm’ı, küfüre düşüren halleri, 32 farzı ve 54 farzı, vacipleri, sünnetleri, mekruhları, müstehapları, müfsitleri, mubahları öğrenmek zorundadır. Farz-ı Ayn da ikiye ayrılır

Abbasiye Abla

Abbasiye Abla İçimde bir yaradır Abbasî’ye Abla. Geriye dönüp baktığımda, öğretmenlik yaşantımda içime kor gibi düşen bir yara. Abbasî’ye öğrencimdi. Öğretmenliğimin ilk yıllarında Silifke’nin bir dağ köyünde okuttuğum, babası ölmüş bir kız çocuğu. Ama nasıl çocuk... Dünyaya sevgiyle bakan gözleri, masum bakışları, bu saf bakışlara inat keskin bir zekâ. Herhangi bir konuyu bir kere anlatmanız yeterdi. İkinciye gerek yok. O anlatılanı kendi mantık süzgecinden geçirip kendine göre yorumlayarak daha bir güzel sonuç çıkarırdı her konudan. Bulunduğumuz köyde genç öğretmenler olarak eşimle birlikte çalışıyorduk. O yıllarda çocuklarımızda çok küçüktü. Öğrencimiz Abbasî’ye bizim çocukların Abbasî’ye Ablasıydı. Evimizden hiç çıkmaz, gördüğü her şeyi sorar, öğrenmeye çalışırdı. Yeni bir eşya, yeni bir davranış, sözcük, problem ne olursa, en ince ayrıntısına kadar merak eder öğrenirdi. O kendi köyü dışındaki dünyayı sorardı. Ötelerde ne vardı? Öteler, daha, daha öteler. Birleştirilmiş

Bencillik

Bencillik Dünya hayatında hep kötülük işleyen bir adamı ölünce cehennem kapısında bir melek karşıladı. Melek adama şöyle seslendi: "Hayatta iken tek bir gün bile birisine iyilik yaptıysan buraya girmeyeceksin." Günahkâr adam uzun süre düşündükten sonra, bir keresinde ormanda gördüğü örümceği hatırladı. Balta girmemiş ormanda yürürken önüne bir örümcek ağı çıkmıştı. Adam ağı bozmamak ve örümceği ezmemek için o gün yolunu değiştirmişti. Heyecan içinde o günü meleğe anlattı. Melek adama gülümsedi ve ardından elini şaklattı. Gökten bir örümcek ağı inmişti. Adam bu ağa tutunarak cennete girebilecekti. Adam neşe içinde ağa tırmanırken cehennemden bazıları da bu ağa tutunarak cennete gitmeye çalıştılar. Ama adam ağın o kadar çok insanı taşımayacağından korkarak onları itmeye başladı. Tam o sırada ağ gerçekten koptu ve diğerleri ile birlikte adam da cehenneme düştü. "Yazık" dedi melek. "Bencilliğin, hayatında işlediğin tek iyiyi de kötülüğe döndürdü.

Cesaretin Bittiği Yerde Esaret Başlar

Cesaretin Bittiği Yerde Esaret Başlar Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare varmış. Büyücünün biri fareye acımış ve onu bir kediye dönüştürmüş. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlamış. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürmüş. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlamış. Büyücü bakmış ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkân yok. Onu eski haline döndürmüş. Ve demiş ki: "Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. Ben sana yardım edemem.”

Cehennemi Boylayan Bektaşi

Cehennemi Boylayan Bektaşi Bektaşi'nin birine konuk gelecekmiş. Bektaşi konuğu nasıl ağırlar… Elde yok, avuçta yok... Mahcup olmak da istemiyor... Komşusu Yahudi'nin bir sürü keçisi varmış... Onlardan birini çaktırmadan alıp kesiyor... Ama çaktırmadığını sanan kendisi... Yahudi, ağacın arkasından gözlermiş durumu... Diyor ki kendi kendine, "Kadıya gitsem... Kadı Müslüman, o Müslüman, ben Yahudi… Davayı kazanamam. Hadi kazandım, Bektaşi'nin nesi var ki, ondan alıp bana versin... Biz artık Allah’ü Teâlâ'nın huzurunda hesaplaşırız... Yıllar geçiyor. Yahudi, Allah’ü Teâlâ'nın huzurunda davacı oluyor, Bektaşi'den... Mahkeme kuruluyor... Allah’ü Teâlâ: -Sen Yahudi kulumun keçisini kesmişsin, diyor Bektaşi’ye... -Kesmedim, diyor Bektaşi... -Ben gözlerimle gördüm diyor, Yahudi… -Allah’ım, diyor Bektaşi... Bir mahkemede bir adam hem şahit, hem davacı olamaz. -Haklısın ama diyor, Allah’ü Teâlâ'nın Ben her şeyi görürüm. Ben de gördüm, kestiğini...

Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerin

Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerin Bulunmayacak tek şey senin benzerindir. Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar çok sayılmaz küçük bir dükkân için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle... Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp: 'Küçüüük! ' diye seslendi. 'Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!' Çocuk, ona dönerek: 'Gerçekten çok güzeller!' diye tebessüm etti, 'Ama benim bir bacağım doğuştan eksik'. 'Bence önemli değil!