Kayıtlar

Haziran 10, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Çanakkale Savaşında Namaz

Resim
Çanakkale Savaşında Namaz İngiliz’in, vakit vakit gemilerden, siperden... Yine bolca gülle, bomba savurduğu bir gündü. Hızlı hızlı geçiyordum, tehlikeli bir yerden Birden bire gözlerime büyük bir şey göründü. Böyle büyük görünen şey küçücük bir insandı, Fakat bana çok dokundu, ayaklarım bağlandı. Ateşlerin yaladığı bu düzlükten geçenler, Güllelerin cehennemlik yağmurundan kaçarken... Yolun biraz kenarında, tek başına bir nefer, Pervasızca bombalardan, ateşlerden, her şeyden... Kendisine, süngüsünden bir mihrapçık kurmuştu, Sonra onun karşısında namazına durmuştu. Ne havada ıslık çalan… Ve düştüğü yerlere, Kızgın çelik dahmelerle ölüm saçan gülleler... Ne semâda ifrit gibi, vızıldayan tayyâre, Ne dünyalık bir düşünce ne bir korku ne keder… Onun demir yüreğini oynatmaktan acizdi, Sanki toplar, şarapneller tehlikesiz... sessizdi!.. Potinleri yanındaydı... Onun büyük saygısı, Kunduralı ibadeti görmüyordu muvâfık. Böyle temiz bir yüre

Asla Pes Etme!

Asla Pes Etme! Zamanın birinde Yunanistan’da yeni Avukat olmuş biri işe başlar. Aldığı davaları kaybeder. Hangi davayı alıyorsa kaybediyor bu yüzden davayı veren müvekkilleri ona hakaret, küfürler etmeye hatta döverler. Çünkü Bu avukat kekeme konuşma kabiliyeti oldukça zayıf bu nedenle müvekkillerinin davalarında istediği performansı yapamayıp konuşamıyordu…          Avukat, işe ara vererek yalnız başına sahil kenarında yaşamaya başlar. Her sabah deniz kenarına giderek Sahildeki çakıl taşlarını alarak ağzına bırakıp kendi kendine konuşmaya başlar. Her sabah bunu yapmaya başlar. Uzun süre sonra kekemesini bastırarak akışkan bir dil ile konuşmaya başlar. Daha sonra şehre geri döner ve işine başlar.  Dava almaya başlar ve kazanır. Sürekli kazanmaya başlar o denli olur ki artık bir dava bile kaybetmez. Aldığı ne dava varsa kazanır. Ülkenin her yerinde zengin iş adamları onu davalarına davet eder ve muazzam para teklif ederlerdi. O kadar ünlü olur ki Yurtdışından zengin kişiler o

Kendi Hatalarına Kör Başkalarının Hatalarına Savcı mısın?

Kendi Hatalarına Kör; Başkalarının Hatalarına Savcı mısın? Yaşlı adamın eşi evde tereyağı yapıyor, kocası ise her gün yakınlarındaki bakkala götürüp satıyor onunla geçiniyorlardı. Bakkal, adamın getirdiği tereyağını hiç tartmıyordu. Ancak bir gün "Acaba!" dedi, adam gittikten sonra tereyağını tartıya koydu, 900 gram olduğunu görünce çok öfkelendi ve "Yarın geldiğinde bunun hesabını sorar bir daha da ondan alışveriş yapmam!" dedi. Ertesi sabah yaşlı adam elinde tereyağı içeriye girdi, bakkal sert bakışlarıyla; - "Bir daha senden tereyağı almayacağım!" dedi. Yaşlı adam üzülerek; - "Efendim bir yanlışım mı oldu?" dedi. Bakkal; - "Efendi senin bana verdiğin tereyağını tarttım. 900 gram geldi ayıp değil mi bu yaptığın?" dedi. Yaşlı adam utanarak başını yere eğdi ve - "Efendim bizim terazimiz yok, sizden bir kilo şeker almıştık onu tartı olarak kullanıyoruz" dedi. Bakkal utancından ne yapacağını şaşırdı. B

Müjde! Müjde!

Müjde! Müjde! Bir gün Peygamberimiz, Hazret-i Aişe annemizle konuşurken şöyle buyurdu: - Allah'a kavuşmayı ve onu görmeyi kim isterse, Allah Teâlâ da o kulunu görmekten memnun olur. Kim Allah'a kavuşmayı istemezse, Allah da onunla görüşmekten hoşlanmaz. Peygamberimizin sözlerini zevkle dinleyen Aişe annemiz: - İyi ama ey Allah'ın sevgili elçisi! Bizler ölümü hiç sevmeyiz, dedi. Peygamber Efendimiz: - Hayır, hayır, diye açıkladı. Ölüm hiç de sizin bildiğiniz gibi değil. Bakın anlatayım: - Allah'ı seven ve O'na inanan bir kimse öleceği zaman, melekler onun yanına gelirler. Allah'ın onu ne çok sevdiğini, ona vermek için ne güzel nimetler hazırladığını müjdelerler. O zaman bu mutlu insan, bir an önce dünyadan ayrılmayı ve Allah'a kavuşmayı ister. Allah Teâlâ da o kuluna kavuşmayı arzu buyurur. Ama Allah'a inanmayan adam böyle değildir. O zavallı, öleceği zaman, ahirette başına gelecek felâketler kendine söylenir. Bunları duyunca çok üzülür ve

Beş Yüz Yıllık Amel

Beş Yüz Yıllık Amel Allah’ü Teâlâ’nın kullarından biri vardı. Eni boyu otuz arşın olan küçük bir adada otururdu. Bu kimse beş yüz sene bu adada Allah’a ibadet etti. Allah’ü Teâlâ, kendisine parmak kalınlığında kaynayan tatlı bir su ile her gün bir meyve veren bir nar ağacı verdi. Her gün bu su ile ab-destini alır, susadığında içer, karnı acıktığında o bir narı yer karnını doyururdu. Bütün zamanını ibadet ile geçiriyordu. Bu kimse Allah’ü Teâlâ’dan, ruhunu secde eder vaziyette iken almasını istedi. Ve âhırete kadar bu şekilde kalmasını diledi. Dileği yerine getirildi. Sonra Allah’ü Teâlâ, ahirette: Kulumu rahmetimle Cennete koyunuz, buyurdu. O kimse buna itirâz edip: Ben yaptığım amellerin karşılığı olarak Cennete girmek istiyorum, dedi. Bunun üzerine, Allah’ü Teâlâ, meleklere emir verdi. Yapmış olduğu amellerin hesabının yapılmasını istedi. Yapılan hesapta yapmış olduğu beş yüz yıllık ibâdetin sevabı sadece göz nimetinin şükrü bile olmadığı görüldü. Yanî göz nimeti, kulun yaptığı

Allah’ı Görecek miyiz?

Allah’ı Görecek miyiz? Allah’ı görmeyi ne çok istediğinizi biliyorum. Büyüklerinize, kim bilir kaç defa: - Allah’ı niçin göremiyoruz? Diye sormuşsunuzdur. Tıpkı balıklar gibi. Hani onlar da birbirine: - Deniz diye bir şey varmış. Gidip, bizde görsek, derlermiş. Allah, her zaman yanı başımızda; hatta kendinin de buyurduğu gibi, “Bize boyun damarımızdan daha yakın! ” Ama yine de biz onu göremiyoruz. Zaten göreceğimizde yok; çünkü bu gözlerimiz, Allah’ı görecek şekilde yaratılmamış. - Ya ahirette? Orada da Allah’ı göremeyecek miyiz? Diye sorarsanız, bu önemli sorunun cevabını peygamber efendimizden alalım, derim. Aynen sizin gibi, Peygamber Efendimizin arkadaşları da bu konuyu pek merak etmişler ve ona: - Ey Allah'ın Elçisi! Biz, ahirette Rabbimizi görecek miyiz? Diye sormuşlar. Peygamber efendimiz de şunları söylemiş: - Evet, göreceksiniz. Bir öğle vakti, açık bir havada, gökyüzünde hiçbir bulut yokken, güneşi görebilmek için birbirinizi hiç itip kakar mısınız? Ayın on d