Kayıtlar

Halil etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Cenazemiz Var…

Resim
Cenazemiz Var…   Cenazemiz var bugün acımız büyük dostlar Ne de güzel insandı, mümkün mü yeri dolsun Gönlümüz yangın yeri, hasreti büyük dostlar Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun İnnâ illâhi ve innâ ileyhi râciûn…   Ölüme bahanenin kalp kriziymiş adı Sol göğsünün altında sanki bomba patladı Derdimizi büyüttü, acımızı katladı Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun İnnâ illâhi ve innâ ileyhi râciûn…   Ölüm kader fermanı her canlının alnında Nice insanoğlunu saklar toprak karnında Azrail çıkageldi beklenmedik bir anda Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun İnnâ illâhi ve innâ ileyhi râciûn…   Hasreti derin lâkin âhiret uzak değil Bize vuslat yeridir Berzah denilen menzil Dostlara kavuşturur sevimlidir Azrail Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun İnnâ illâhi ve innâ ileyhi râciûn…   Muhteşem bir tebessüm yaldızlamış yüzünü Kelime-i şehadet mühürlemiş sözünü Kaybetmedi bir ömür cevherini, özünü...

Son Gazi

Son Gazi Çanakkale Merkez Haliloğlu Köyü'nden Halil Koç, Çanakkale savaşlarında, birliği 27. Alay'da Arıburnu bölgesinde Anzak'lara karşı savaştı. Top güllelerinin altında, bir cehennem ateşi içinde, her zaman ölmeye hazır bir neferdi... Tüfek ve süngü hücumları sırasında hemen hemen tamamına yakın arkadaşını şehit verdi... Ömrünün sonuna kadar, hep savaş anıları ile kendini yenilemesini bilmişti... Zaman zaman kendini bizzat savaşın içinde zannederek diz üstü dikilir, kollarını da yanlara açar ;" Sen, sağ cenaha Hasan Hüseyin Çavuş... İngiliz düşman üstüne! Sen de sol cenaha Abdullah Onbaşı... Anzak üstüne!" Diye bağırırdı. Onunla çok iyi bir diyalog içinde bulunmuş, şehitlik alanları mihmandarlarından Zekeriya Ekici, Gazi Halil Koç'un vefatı esnasında yaşanan bir olayı bana nakletmişti. - "Gazi dedem Halil Koç'la sıkça görüşürdüm... Bana savaş anılarını anlatırdı... Bir keresinde; (Zekeriya, sana çok önemli açıklamalarda bulunaca...

Birbirini Çok Seven İki Kardeş

Birbirini Çok Seven İki Kardeş Vaktiyle Birbirini Çok Seven İki Kardeş varmış. Büyüğü Halil. Küçüğü ise İbrahim… Halil, evli çocuklu, İbrahim ise bekârmış... Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin… Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş. Bununla geçinip giderlermiş... Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar. İş kalmış taşımaya. Halil, bir teklif yapmış. İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle. Peki, abi demiş İbrahim... Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... O gidince, düşünmüş İbrahim: -Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine Böyle demiş ve Kendi payından bir miktar atmış onunkine... Az sonra Halil çıkagelmiş. Haydi İbrahim. Demiş önce sen doldur da taşı ambara. -Peki abi! İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola. O gidince, Halil düşünür bu defa: Der ki: -Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek. Böyle düşüner...