İmanı Koruma Yolları
İmanı Koruma Yolları
“İman”, Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi
Vesellem’in Yüce Allah Teâlâ'dan bildirdiklerinin hak olduğunu kalple tasdik,
dille ikrar etmektir. Bunun tamamlayıcı unsuru ise, inandıklarının gereğini
yapmaktır.
İman, Yüce
Allah Teâlâ'nın inançlı kullarına en büyük armağanıdır. Bu ilâhî armağan, üstüne
titizlenip korunması gereken değerli bir varlıktır. Din dilinde buna "iman
selâmeti" denmektedir. İman selâmeti, imanın, tanımına uygun bir biçimde
inanmak ve davranmak suretiyle korunmasıdır.
İmanın
korunması yolları:
1-
İmanda şüphe etmemek,
2-
İman esaslarını bilmek,
3-
İmanda sebat edip ümitsizliğe düşmemek
4-
Ve imanı olgunlaştıracak işler yapmak şeklinde
belirtebiliriz.
1-
İmanda Şüphe Etmemek
İmanın
temeli, kesin kabul ve tasdiktir. Bu yüzden, şüphe ve tereddüt, gerçek imana
yakışmayan tutumlardır. İmanın şüphe ve tereddüdü kaldırmadığı, iman-teslimiyet
(boyun eğme) karşılaştırması çerçevesinde şöylece belirtilir: "Bedevîler
'İman ettik' dediler. De ki: 'İman etmediniz. (Öyle ise, "iman ettik"
demeyin.) 'Fakat boyun eğdik' deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer
Allah Teâlâ'ya ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi
eksiltmez. Allah Teâlâ çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.' İman edenler
ancak, Allah Teâlâ'ya ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah Teâlâ
yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru
(imanlarında sâdık) kimselerin ta kendileridir." (Hucurat, 49/14-15.)
İman
yalnızca bir teslimiyet değildir, ayrıca imanın kalbe girip iyice yerleşmesi
için hiçbir şüphenin olmaması da gerekir. Böyle bir iman, Allah Teâlâ yolunda
malıyla ve canıyla fedakârlık göstermeyi de içerir. Sâdık mü'min olmanın yolu,
işte böyle bir çizgi izler. (teslimiyet > Allah Teâlâ'ya ve peygamberine
iman + şüpheye düşmemek + Allah Teâlâ yolunda malıyla ve canıyla cihad >
sâdık mü'min)
İmanın,
gerçek bir iman olabilmesi için, zor altında ve sonucunda değil, gönülden
olması gerekir. Bu gerçeği, Yüce Allah Teâlâ, şöyle belirtir: "Azabımızı
gördükleri zaman, 'Yalnız Allah Teâlâ'ya inandık; O'na ortak koşmakta olduğumuz
şeyleri inkâr ettik.' dediler. Fakat azâbımızı gördükleri zaman inanmaları,
kendilerine fayda vermedi. Bu, Allah Teâlâ'nın, kulları hakkında, eskiden beri
yürürlükte olan kanunudur. İşte orada inkârcılar, hüsrana uğradılar."
(Mü'min, 40/84-85) Bu, son nefeste imanı korumak değil, çaresizlik içinde imana
yönelmektir ki iş işten geçtiği için, hiçbir değeri yoktur. İman, her şeyden
önce gönül ve rıza işidir. Çaresizliğin çırpınışı içinde, gönül ve rıza olmaz.
Bir de
"belâya düşüp imana sarılanlar" vardır. Bunlar, tam bir çıkarcı ve
fırsatçı mantıkla, kısa vadeli düşünen kıt akıllılardır. Yüce Allah Teâlâ,
böylelerinin çıkarcı ve fırsatçı tutumlarını, belâya uğrayanlar ve denizde
fırtınaya yakalananlar meselleriyle, tam bir yalınlıkla şöylece belirtir:
Belâya
Uğrayanlar Meseli: "İnsana bir sıkıntı dokundu mu, gerek yan üstü yatarken,
gerek otururken, gerekse ayakta iken (her halinde bu sıkıntıdan kurtulmak
için), bize dua eder. Ama biz onun bu sıkıntısını ondan kaldırdık mı, sanki
kendisine dokunan bir sıkıntı için bize hiç yalvarmamış gibi geçer gider. İşte
o haddi aşanlara, yapmakta oldukları şeyler, böylece süslenmiş(hoş
gösterilmiş)tir." (Yunus,10/12)
Denizde
Fırtınaya Yakalananlar Meseli: "O, sizi karada ve denizde gezdirip
dolaştırandır. Öyle ki gemilerle denize açıldığınız ve gemilerinizin,
içindekilerle birlikte uygun bir rüzgârla seyrettiği, yolcuların da bununla
sevindikleri bir sırada, ona şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan
dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını (batıp
boğulacaklarını) anlayınca, dini Allah Teâlâ'ya has kılarak 'Andolsun, eğer
bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden olacağız' diye Allah Teâlâ' Teâlâ’ya
yalvarırlar. Fakat onları kurtarınca, bir de bakarsın ki yeryüzünde haksız yere
taşkınlık yapıyorlar. Ey İnsanlar! Sizin taşkınlığınız, sırf kendi
aleyhinizedir. (Bununla) sadece dünya hayatının yararını elde edersiniz.
Sonunda dönüşünüz bizedir. (Biz de) bütün yaptıklarınızı size haber
vereceğiz." (Yunus, 10/22-23)
Mü'minlerin
her cuma gecesi ve başka zamanlarda da sık sık tekrar ettikleri dualardan
birisi de, "son nefeste iman selâmeti"dir. Bu duanın, yukarıdaki
çaresizlik zorlamalarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Tam tersine, hayatı boyunca
imanını korumuş olan mü'minin, hayatının son demlerinde şeytanın iğvalarına
kapılıp imanını kaybetmekten kaygı duymasıyla ilgilidir.
2-
İman Esaslarını Bilmek
Gerçek
mü'minin görevlerinden birisi de, imanını "tahkik" (gerçeğini/özünü
kavrama) derecesine yükseltmektir. Böyle bir sonuç ise, kendiliğinden doğmaz.
İmanın "tahkik" mertebesine yükselmesi için, iman esaslarının
(âmentü) ne olduğunu öğrenmeye çalışmak gerekir.
İman
esaslarının neler olduğu, Amene'r-Rasûlü diye bilinen, özellikle yatsı
namazlarından sonra "aşır/mihrabiye" olarak okunan ve son bölümleri
her zaman yapılacak dualardan olan, Bakara Sûresi'nin son âyetlerinde topluca
belirtilmiştir: "Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti,
mü'minler de (iman ettiler). Her biri; Allah Teâlâ'ya, meleklerine, kitaplarına
ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: 'Onun peygamberlerinden
hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.' Şöyle de dediler: 'İşittik ve itaat
ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.'
Allah Teâlâ bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun
kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek
dua ediniz): "Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey
Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi, ağır yük yükleme. Ey
Rabbimiz! Bize, gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla,
bize acı! Sen, bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım
et." (Bakara, 2/285-6)
İman
esaslarını bilmenin doğal uzantısı, bu esasları bir bütün olarak kabul etmek,
herhangi birini ayırıp inkâr yoluna sapmamaktır. Yüce Allah Teâlâ, iman
esaslarını ayırıcı tutumun küfür/inkârcılık olduğunu şöylece belirtir:
"Şüphesiz, Allah Teâlâ'yı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah Teâlâ'ya
inanıp peygamberlerine inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, '(Peygamberlerin)
kimine inanırız, kimini inkâr ederiz' diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla
küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten
kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. Allah Teâlâ'ya
ve peygamberlerine iman edenlere ve onlardan hiçbirini diğerlerinden
ayırmayanlara gelince, işte onlara Allah Teâlâ mükâfatlarını verecektir. Allah Teâlâ,
çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir." (Nisa, 4/150-2)
3-
İmanda Sebat Etmek, Ümitsizliğe Düşmemek
İman ile
ümitsizlik, asla yan yana duramaz. Biri varsa, öteki olmaz. Gerçek bir imanın
gereklerinden biri, her türlü sıkıntılara rağmen imanda sebat gösterip, belâ ve
sıkıntılara yenilerek ümitsizliğe düşmemektir. İman, bir anlamda güvende olmak
demektir. İmanın sağladığı güven, belâ ve sıkıntılarla sarsılırsa "imanda
fütur getirme/gevreme" denilen durum ortaya çıkar. Her şey Allah’ü Teâlâ’dan
olduğuna göre, iyilikler de, kötülükler de Allah’ü Teâlâ’dandır. Sıkıntılı
durumlarda iman sahibine düşen, sabır göstermektir. Allah’ü Teâlâ,
sabredenlerle beraberdir.
Allah’ü Teâlâ’nın
rahmetinden ümit kesmenin, kâfirlere yakışan bir tutum olduğu, Hz. Yusuf Aleyhisselâm
kıssasında şöylece dile getirilir: "Ey oğullarım! Gidin Yûsuf'u ve
kardeşini araştırın. Allah’ü Teâlâ’nın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü
kâfirler topluluğundan başkası, Allah’ü Teâlâ’nın rahmetinden ümidini
kesmez." (Yusuf, 12/87)
Ümitsizlik
durumunu ortaya çıkaran şeyler arasında günah batağına dalmak da vardır. Allah’ü
Teâlâ’nın rahmet ve affedicilik sıfatları, içten tövbe edip kendini düzeltenler
için imdada yetişir: "De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden
kullarım! Allah’ü Teâlâ’nın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah’ü
Teâlâ, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayan ve çok merhamet
edendir." (Zümer, 39/53)
Zor ve baskı
altında kalıp da kalbi iman doluyken diliyle inkâr etmek, imanda sebatsızlık
olarak değerlendirilemez. Nitekim Yüce Allah’ü Teâlâ, baskı altındaki inkârın
durumunu "kalbi imanla dolu"-"göğsünü küfre açmış"
karşılaştırması yaparak, şöylece belirtir: "Kalbi imanla dolu olduğu halde
zorlanan kimse hariç, inandıktan sonra Allah’ü Teâlâ’yı inkâr eden ve böylece
göğsünü küfre açanlara Allah’ü Teâlâ’dan gazap iner ve onlar için büyük bir
azap vardır. Bu, onların dünya hayatını sevip âhirete tercih etmelerinden ve Allah’ü
Teâlâ’nın kâfirler topluluğunu asla doğru yola iletmeyeceğindendir. İşte onlar,
Allah’ü Teâlâ’nın; kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği
kimselerdir. İşte onlar gâfillerin ta kendileridir. Hiç şüphesiz onlar,
âhirette ziyana uğrayanların da ta kendileridir." (Nahl, 16/106-8)
4-
İmanı Olgunlaştıracak İşler Yapmak
İmanı koruma
yollarından bir başkası, inandığını uygulamaya koyarak günlük hayatına
yansıtmaktır.
a-
Allah'ü Teâlâ’ya kulluk,
b-
Allah’ü Teâlâ ve peygamber sevgisi,
c-
Allah Teâlâ'yı zikir ve tefekkür,
d-
Allah Teâlâ'nın azabından korkmak ve mağfiretine
sığınmak,
e-
Sadakat ve ihlas üzere olmak,
f-
Riya ve gösterişten kaçınmak,
g-
Küçük bile olsa günah işlemekten kaçınmak,
h-
Küfre düşüren söz ve işlerden kaçınmak,
i-
Gaybı ancak Allah Teâlâ’nın bildiğine inanmak,
j-
Âhireti dünyaya tercih etmek,
k-
Ve amel-i sâlih işlemek gibi inanç, tutum ve davranışlar,
İmanı
olgunlaştıracak başlıca işlerdir. Bunlar, ayrıntılı biçimde ele alınmayı
gerektiren çok önemli konular. İnşallah fırsat düşünce, her birini ele almaya
çalışacağız.
Vecdi Akyüz
Yorumlar
Yorum Gönder