Şikâyetname
Şikâyetname
Fuzuli “Şikâyetname” (Selâm verdim
rüşvet değildir deyi almadılar)
Halk arasında selâm için “Allah’ın selâmı”
derler.
-Yahu Allah’ın selâmını verdik, onu
bile almadı diye serzenişte bulunurlar.
Şair Fuzuli de ünlü mektubu Şikâyetname’ye
“Selâm verdim, rüşvet değildir diye almadılar” şeklinde başlamış. Gelin geçmiş
zamanın bu ünlü hikâyesini dinleyelim.
16. yüzyılın büyük Divan şairi
Fuzuli, yalnız bir insandır. Onun şu beyitini çoğunuz bilirsiniz.
“Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bad-ı sabâdan gayrı” Demiştir.
Yani şair o kadar yalnız birisidir
ki evinin kapısından içeri sadece sabah rüzgârı girmektedir. Çileli geçen bir
ömür… Yalnızlık, yoksuzluk, kimsesizlik onun için kader olmuştur. Hâlbuki
Fuzuli, ana dili Türkçe dışında Arapçaya ve Farsçaya o derece hâkimdi ki üç
dilde de divan sahibi olacak kadar…
Her üç dilde de oldukça güzel
şiirler yazıyordu ama bunlar, o devirde onun geçim sıkıntısını aşmasına
yetmedi.
Bir zaman geldi ki cihan padişahı
Kanuni Sultan Süleyman, şairin yaşadığı şehir olan Bağdat’ı alınca (1434), şair
de yine bir umut belirdi. Bu şöhretli padişaha ve onun maiyetindekilere
kasideler sundu ve onların iltifatına mazhar oldu. Rüstem Paşa, Mehmed Paşa,
İbrahim Bey, Cafer Bey gibi devlet büyükleri de bu övgüden nasiplerini aldılar.
Padişaha şairin kimsesizliği,
yoksulluğu anlatıldı. O da Bağdat’taki Osmanlı Vakıflarının ziyadesinden, yani
vakfın zorunlu harcamalarından arta kalan paradan günlüğü 9 akçeye gelen bir
maaş bağlattı. Fuzuli için bir umut ışığı doğmuştu ama sevinci kursağında
kaldı. Devrin rüşvetçi memurları, Fuzuli’ye bu parayı ödemek için ondan rüşvet
istediler. Şair, zaten fakir bir insan, üç kuruş maaşla geçinecek, rüşvet
verecek parası var mı dersiniz, hiç sanmam. Olsa verir miydi? Açıkçası hiç
böyle bir şeyi düşünemiyorum.
Fuzuli, günden güne daha da
fakirleşti ve Hille’ye, Kerbelâ bölgesine göçtü, Hz. Hüseyin Türbesi’nin
bekçiliğini yaparak geçinmeye çalıştı. Lakin, yine de cihan padişahının bu
olaydan haberdar olmasını istedi. Kanunî`nin fermanlarına tuğra yapan
Nişancıbaşı Celâlzâde Mustafa Çelebi’ye bir mektup yazdı.
Bu mektup Türk Edebiyatındaki en
önemli mektuplar arasındaki yerini aldı. Çünkü, sanatlı ifadelerle dolu bir
eserdi. Özellikle mektubun başındaki “Selâm verdim rüşvet değildir diye
almadılar” ibaresi devlet dairelerindeki bozulmayı en veciz bir şekilde
anlatması bakımından yıllar yılı söylendiği gibi maalesef günümüzde de
geçerliliğini korumaktadır.
Şairin Kanuni’den ilgi beklediği
açıktır. Hatta şair, maaşının bağlanmasını arzu ettiği gibi İstanbul’a gelmeyi
de istemektedir. Lakin bu beklentilerinin hiçbiri gerekli ilgiyi görmemiştir. O
devirde salgın hastalıklar çoktur ve Kerbelâ’da bir salgın hastalık çıkmıştır.
Veba ya da koleradan şairin öldüğü bilinmektedir.
İşte ünlü ‘Şikâyetname’nin metni:
ŞİKÂYETNAME
Selâm verdim, rüşvet değildir diye almadılar.
Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler. Eğerçi
görünürde itaat eder gibi davrandılar ama bütün sorduklarıma hal diliyle
karşılık verdiler.
Dedim: – Ey arkadaşlar, bu ne yanlış
iştir, bu ne yüz asıklığıdır?
Dediler: – Bizim âdetimiz böyledir.
Dedim: – Benim riayetimi gerekli
görmüşler ve bana tekaüt beratı vermişler ki ondan her zaman pay alam ve
padişaha gönül rahatlığı ile dua kılam.
Dediler: – Ey zavallı! Sana zulüm etmişler
ve gidip gelme sermayesi vermişler ki, daima faydasız mücadele edesin ve
uğursuz yüzler görüp sert sözler işitesin.
Dedim: – Beratımın gereği niçin yerine
gelmez?
Dediler: – Zevaittir, husulü mümkün olmaz.
Dedim: – Böyle evkaf zevaidsiz olur mu?
Dediler: – Asitanenin masraflarından
artarsa bizden kalır mı?
Dedim: – Vakıf malın dilediği gibi
kullanmak vebaldir.
Dediler: – Akçamız ile satın almışız, bize
helaldir.
Dedim: – Hesaba alsalar bu tuttuğunuz
yolun fesadı bulunur.
Dediler: – Bu hesap, kıyamette sorulur.
Dedim: – Dünyada dahi hesap olur, haberin
işitmişiz.
Dediler: – Ondan dahi korkumuz yoktur, kâtipleri
razı etmişiz. Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler ve bu berat ile
hacetim kılmağın reva görmezler, çaresiz mücadeleyi terk ettim ve mey’us ü
mahrum guşe-i uzletime çekildim.
Sözü Fuzuli’nin şu beyiti ile bitirelim:
“Dehr bir bâzârdır her kim metâın arz eder,
Ehl-i dünya sîm ü zer ehl-i hüner fazl u kemal…”
(Dünya bir Pazar yeridir ki
insanlar ellerindeki malları sunarlar. Dünya ehli altını ve gümüşü pazarlar,
hünerli insanlar ise erdemlerini, olgunluklarını sergilerler.)
(Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder