İlm-i Siyaset
İlm-i Siyaset
Şam’da bir medresede ilim tahsil eden bir Molla Ahmet varmış. Bir
gün memleketinden bir tanıdığı ziyaretine gelerek annesinin selamını iletmiş. Annesi
oğluna, babasının Hakkın rahmetine kavuştuğunu, kendisinin yalnız başına
kaldığını, artık oğlu yeteri kadar tahsil gördüyse yanına gelmesini ve şu ahir
ömründe oğlunun birkaç gün de olsa hayrını görmek istediğini bildirmiş. Bu
haberi alan Molla Ahmet bir tarafta babasının ölümünden duyduğu üzüntü, diğer
yanda annesinin yalnız başına yaşayakalmasından duyduğu kaygı, koştura koştura
medresenin baş müderrisinin kapısını çalmış. Baş müderris Ahmet’e telaşının
sebebini sormuş.
Aldığı kötü haberi hocasıyla paylaşan Molla Ahmet hocasına, artık
ilim tahsilini tamamlamış olduğunu, hocası ona bir icazetname yazarsa gidip
memleketinde annesinin hizmetini görmek istediğini söylemiş. Başını biraz
kaygılı kaygılı sallayarak Ahmet’i dinleyen hocası ona,
ilim tahsilini tamamladığını ama henüz “İlm-i siyaset”
tahsilini yapmadığını, bir yıl daha sabredip ilm-i siyaseti de öğrendikten
sonra medreseden ayrılmasının daha münasip olacağını söylemiş. Aldığı haberin
hüznünü ve şokunu henüz üstünden atamayan Molla Ahmet talebinde ısrarcı olmuş
ve hocasının yazdığı ilim icazetnamesini de alarak düşmüş memleket yollarına.
Yolda bir Cuma
günü Halep’te mola veren Molla Ahmet, Cuma namazını kılmak için Ulucami’ye
gitmiş. Namaza daha yarım saatten fazla varmış ve bir hoca efendi vaaz
etmekteymiş. Hocayı bir müddet dikkatle dinleyen Molla Ahmet bakmış ki hocanın
söylediklerinin gerçeklerle uzaktan yakından alâkası yok. Öğrendiği yeni
bilgilerin de etkisiyle dayanamamış ve ayağa fırlamış:
-“Ey cemaat” diye yüksek sesle seslenmiş. Herkes başını Molla
Ahmet’e çevirmiş.
-“Bu hocanın, söylediklerine sakın inanmayın. Vallahi söylediklerinin
çoğu yalan, yanlış!” demiş,
Şöyle bir sakalını kaşıyan kürsüdeki hoca:
-“Ey cemaat-ı Müslim’in!” “Bu adam var ya, neuzibillah dinden
çıkmıştır. Buna bir yumruk vuran bir yıl, iki yumruk vuran iki yıl cehennemden
uzak kalır.” diye eklemiş.
Hocayı duyan ve günahlarından ve cehennemden korkan cemaat
kurtulma umuduyla yüklenmiş Molla Ahmet’in üstüne… Vura vura pestilini
çıkarmışlar Molla Ahmet’in.
Sürüne sürüne camiden çıkan Molla Ahmet dönmüş gerisin geriye, doğru
Şam’daki hocasının yanına.
Ahmet’i o halde gören hocası:
-“Ne o oğlum Ahmet sen daha gitmedin mi?” diye sormuş.
Ahmet hocasına ilm-i siyaset tahsil etmeden gitmesinin büyük bir
hata olduğunu anladığını ve müsaade ederse bu tahsili de tamamlayıp öyle gitmek
istediğini söylemiş.
Molla Ahmet’i tebessümle dinleyen hocası zaten onun geri
geleceğini tahmin ediyormuş. Başını sallayarak onu tekrar kabul etmiş medreseye.
Bir yıl daha medresede kalıp ilm-i siyaseti de öğrenen Molla
Ahmet hocasının yazdığı icazetnameleri alıp tekrar düşmüş memleket yollarına.
Nihayet yine bir Cuma günü Halep’e erişmiş ve aynı camiye Cuma
namazını eda etmek üzere girmiş. Bakmış ki aynı hoca aynı minval üzere vaaz
etmekte. Bu kez sabırla dinlemiş Molla Ahmet hocayı. Vaazın sonunda hoca dua
ile sözleri toplarken ayağa kalkmış ve:
“Ey Cemaat-ı Müslim’in” demiş. “Siz öyle şanslı, öyle mübarek
bir cemaatsiniz ki; böyle bir hoca efendiye sahipsiniz.”
Ahmet’in sözleri kürsüdeki hocanın hoşuna gitmiş ve hoca da
tebessümle sözün nereye varacağını merak etmekteymiş.
Ahmet devam etmiş:
-“Bu hoca efendi öyle mübarek, öyle muhterem bir zattır ki, onun
sakalından bir kılı yanına alan bir yıl cenneti garantiler, iki kıl alan iki
yıl.”
Bu sözleri duyan cemaat hemen hocanın önünde kuyruk olmuş ve
başlamış sakalından bir, iki, üç, beş kıl koparmaya. Hoca önce razı olmuş ama
bir süre sonra acısına dayanamamaya başlamış. Cemaatin heves ve baskısına
rağmen, hoca canının yandığını söyleyip itiraz edecek olmuş. Ama cemaat;
-“Hocam senin canın yanıyor diye biz cennetten mahrum mu kalalım!”
diyerek hücum etmiş hocanın üstüne ve onu bir tavuk gibi yolmuş. Molla Ahmet de
böylece intikamını almış.
Kıssadan
hisse: Sosyal
ilişkilerde, bilim, hukuk ve pozitif değerlendirme açısından makul ve mantıklı
olan bir şey siyaseten öyle olmayabilir. Bir konuda sahip olunan doğru bilgi, sahibi
için tehdide dönüşebilir, onu kurtaramayabilir. O yüzden özellikle idarecilerin
sahip oldukları bilgi ve değerlendirmeleri toplumla paylaşırken bir de
siyaseten nasıl olur, nasıl olmalı diye düşünmeleri gerekir.
Kişiler sürekli okuyarak kendisini
geliştirip yenilemezse hikâyedeki cahil hoca gibi olur. İmam olsun, öğretmen
olsun, doktor olsun, devlet başkanı olsun; her ne olursa olsun insanlar sürekli
kendini yenilemeli konuşmalarında, sohbetlerinde, yaptığı işlerde hata
yapmamaya, pot kırmaya çalışmalıdır. Ben her şeyi bilirim diyerek kendilerini
küçük düşürmemelidir.
Yorumlar
Yorum Gönder