Kayıtlar

yüksek etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Kendi Kusurunu Öğrenip, Düzeltmeye Çalışmak; En Yüksek Meziyettir

Kendi Kusurunu Öğrenip, Düzeltmeye Çalışmak; En Yüksek Meziyettir   Bismillahirrahmanirrahim (Rahman ve rahim Allah’ın adıyla)   Âlemlerin Rabbi Allah’ü Teâlâ buyuruyor ki:   “Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın.” (Hucurat Sûresi, ayet 12) "Öyleyse nefsinizi temize çıkarmayınız. Yüce Allah ihlas ile amel edeni, gizli ve açıkta Rabbinden korkanı bilir." (Necm Sûresi, 32) “...Birbirinizin kusurunu araştırmayın...” (Hucurat Sûresi, 12) Bir Müslümanın şu hadisi şerifi kendisine rehber etmelidir. “Kendi kusurlarıyla uğraşıp başkalarının kusurlarını kurcalamaktan kendisini alıkoyan kimseye müjdeler olsun." (Münâvî, age. 4/281) Allah Teâlâ Rasûlü Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem buyuruyorlar ki: "Şu üç huy kişiye ayıp olarak yeter: 1- Kendi utanç verici halini görmeyip, başkasındaki aynı kusuru görmesi. 2- Kendi utanç verici halini görmeyip, b

Bu Yüksek Makamlara Nasıl Kavuştunuz?

               Bâyezîd-i Bistâmî’ye; “Bu yüksek makamlara nasıl kavuştunuz?” diye sordular. Cevâbında şöyle anlattı: “- Bir gece herkesin uyuduğu bir sırada, Bistâm’dan çıktım. Ay her tarafı aydınlatıyordu. Giderken âniden karşımda çok heybetli bir makam gördüm. On sekiz bin âlem onun heybeti yanında bir zerre gibi kalıyordu. Aklım başımdan gitti. Beni fevkalâde bir hâl kapladı. O halde iken; “- Yâ Rabbî! Bu kadar büyük, bu kadar güzel bir dergâh acabâ niçin böyle boş?” dedim. Hemen: “Bu dergâhın boşluğu, kimse gelmediği için değil, belki gelenlerin lâyık olmadığı ve uygunsuzluğu sebebiyle gelenleri bizim kabûl etmeyişimizdendir.” diyen bir ses duydum. Bir an, herkesin bu huzûra kavuşması için şefâatçi olayım diye kalbime geldi. Fakat, bu şefâat makâmının Sultân-ül-Enbiyâ Muhammed Mustafâ efendimize mahsus olduğunu hatırlayıp, benim öyle düşünmemin, bu şefâat makâmına karşı edebe riâyetsizlik olacağını anlayıp, o düşüncemden vazgeçtim. Bir ses duydum ki; “- Ey Bâyezîd

Yüksekliği Tevazuda Buldum!

  Yüksekliği Tevazuda Buldum!   Veysel Karani Kuddise Sirrûh Hazretleri hayatını soranlara kendi ifadesiyle şöyle özetler: “- Yüksekliği tevazuda buldum!” “- Liderliği nasihatte...” “- Nesebi takvada buldum!” “- Şerefi kanaatte... “ “- Rahatlığı zühdde buldum!” “- Zenginliği tevekkülde...” Rabbim bizleri bu güzel sözlerden hakkıyla istifade edenlerden eylesin!” Allahümme Âmîn!  

Bu Yüksek Makamlara Nasıl Kavuştunuz?

  Bu Yüksek Makamlara Nasıl Kavuştunuz?   Bâyezîd-i Bistâmî Kuddise Sirrûh’a: “- Bu yüksek makamlara nasıl kavuştunuz?” diye sordular. Cevâbında şöyle anlattı: “- Bir gece herkesin uyuduğu bir sırada, Bistâm’dan çıktım. Ay her tarafı aydınlatıyordu. Giderken aniden karşımda çok heybetli bir makam gördüm. On sekiz bin âlem onun heybeti yanında bir zerre gibi kalıyordu. Aklım başımdan gitti. Beni fevkalâde bir hâl kapladı. O halde iken:   “- Yâ Rabbî! Bu kadar büyük, bu kadar güzel bir dergâh acaba niçin böyle boş?” dedim. Hemen: “- Bu dergâhın boşluğu, kimse gelmediği için değil, belki gelenlerin lâyık olmadığı ve uygunsuzluğu sebebiyle gelenleri bizim kabul etmeyişimizdendir.” diyen bir ses duydum. Bir an, herkesin bu huzûra kavuşması için şefaatçi olayım diye kalbime geldi. Fakat bu şefaat makamının Sultân-ül-Enbiyâ Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi Vesellem efendimize mahsus olduğunu hatırlayıp, benim öyle düşünmemin, bu şefaat makamına karşı edebe riayetsizlik olaca

Dervişin Yüksek Ahlâkı

Dervişin Yüksek Ahlâkı Bayezid-i Bistami hocalarından birinin huzurunda bulunuyordu. Hocası: “- Şu raftaki kitabı getir.” dedi. Bâyezîd: Hocası: “- Bunca zamandır buraya gelip gidiyorsun. Dershanede oturduğun yerin üstündeki rafı diyorum.” Deyince: Bayezid-i Bistami: “- Efendim, mübarek sohbetinizi dinlemekteki dikkat ve edebe riayetten dolayı, şu âna kadar başımı kaldırıp etrafa bakmış değilim.” diye cevap verdi. Hocası bu söz karşısında: “- Mademki durum böyledir. Senin işin tamamdır. Şimdi artık Bistam’a dönebilirsin ve bizden öğrendiklerini başkalarına öğretebilirsin.” buyurdu.

Hidâyete Erdiren Yüksek Ahlâk Yansıması

Hidâyete Erdiren Yüksek Ahlâk Yansıması İslâm’ın güzel ahlâk ve edebi, yüzyıllardır nice hidayet güneşlerinin doğmasına vesile olmuştur. Meselâ İslâm ahlâkı çerçevesinde helâlinden kazanmaya dikkat edip, ona haram karıştırmamanın ehemmiyet ve bereketini; merhum pederim, evvelce de naklettiğimiz şu hâdise ile anlatırdı: “Gayr-i Müslim bir komşumuz vardı. Sonradan Müslüman olmuştu. Bir gün kendisine hidayete eriş sebebini sorduğumda şunları söyledi: “– Acıbadem’de tarla komşum Rebî Molla’nın ticaretteki güzel ahlâkı vesilesiyle Müslüman oldum. Molla Rebî, süt satarak geçimini temin eden bir zâttı. Bir akşam vakti bize geldi ve: “– Buyurun, bu süt sizin!” dedi. Şaşırdım; “– Nasıl olur? Ben sizden süt istemedim ki!” dedim. O hassas ve zarif insan; “– Ben farkında olmadan hayvanlarımdan birinin sizin tarlanıza girip otladığını gördüm. Onun için bu süt sizindir. Ayrıca o hayvanın tahavvülât devresi (yediği otların vücudundan tamamen izâlesi) bitinceye kadar

Kalpteki Yüksek Güzellik

Kalpteki Yüksek Güzellik İbrâhim b. Edhem Rahmetullahi Aleyh bir grup arkadaşıyla birlikte idi. Gündüzleri çalışıp onlara harcardı. Akşamleyin oruçlu olarak bir yerde toplanırlardı ve İbrâhîm b. Edhem Rahmetullahi Aleyh her seferinde işten geç dönerdi. Arkadaşları bir akşam birbirlerine: “- Gelin bu akşam da iftarı onsuz yapalım, geldiğinde kendisine yiyecek bir şey kalmadığını görür ve bundan sonra zamanında gelmeye çalışır!” dediler. İbrahim b. Ethem Rahmetullahi Aleyh dönünce arkadaşlarını uyur vaziyette buldu. Kendi kendine: “- Zavallılar, herhalde yiyecek bir şey bulamadılar” dedi. Ve oradaki undan bir miktar alıp yoğurdu. Fırının ateşini yaktı ve yoğurduğu çöreği fırına attı. İbrâhîm Rahmetullahi Aleyh dirseklerini toprağa koymuş ateşi üflerken arkadaşları uyandılar ve ne yaptığını sordular. İbrâhîm arkadaşlarına: Kendi kendime: “- Bunlar herhalde akşam yemeğini bulamayıp uyudular! dedim. Çörek hazırlanana kadar da uyandırmak istemedim!” dedi. Arkadaşlar

Şükür ve Sabırın Yüksek Derecesi

Şükür ve Sabırın Yüksek Derecesi İbrahim bin Ethem Kuddise Sirrûh Hazretleri, Şakik-i Belhi Kuddise Sirrûh Hazretlerine Soruyor: - Şükür mevzuunda ne yaparsınız? - Bulunca şükrederiz, bulamayınca sabrederiz. - Horosan’ın köpekleri de böyle yapar! - Ya siz ne yaparsınız? - Bulunca olmayanlara dağıtırız, bulamayınca şükrederiz.

Allah'tan Korkarım!

Allah'tan Korkarım! Hazreti Zeyd Radıyallahü Anh anlattı: “- Birgün İbn-i Ömer Radıyallahü Anh köle olan bir çobana rastladı. Koyun sürüsünü otlatmakla meşgul olan çobana şöyle dedi: “- Besili, etlik bir koyun varsa getir de kesip yiyelim.” Çoban cevâbında: “- Koyun vermem mümkün değil. Çünkü sahibi burada yok!” der. İbn-i Ömer Radıyallahü Anh “- Olsun, koyunun sahibine; ‘- Koyunu kurt kaptı!’ dersin” dedi. Çoban: “- Böyle yapmaktan Allahü Teâlâ’ya sığınırım. Ondan korkarım. Çünkü O her şeyi bilmektedir!” dedi. İbn-i Ömer Radıyallahü Anh çobanın takvâsının çokluğunu böylece anladı ve hemen sahibini bulup, köleyi ve koyun sürüsünü satın aldı; köleyi âzâd edip, sonra da koyun sürüsünü o çobana hediye etti.”

Üç Amel İle Kazanılan Yüksek Derece

Üç Amel İle Kazanılan Yüksek Derece “Anneye yapılan iyiliğin sevabı evlada iki kat olarak verilir.” (İhya-u Ulumi’d-Din) Veysel Karâni’nin kavuştuğu bütün ihsan ve dereceler, annesine yaptığı iyilik sebebiyledir.” (Riyaz’ün Nasihîn). “Hz. Musa Aleyhisselâm’ın Cenab-ı Hak ile konuşması esnasında Rabb’inin huzuruna çabuk varan, arşın gölgesinde bir adam görür ve bulunduğu makama imrenir. Ve: “Herhalde bu adam pek keremli olmalıdır.” der. Rabbinden adamın ismini söylemesini ister. Allah-u Teâlâ Celle Celâlüh adamın ismini söylemez ve: “Ama sana onun üç amelini söyleyeceğim!” Buyurarak şunları bildirir;  1- Allah’ü Teâlâ’nın kendilerine lütufta bulunduğu insanları kıskanmazdı, 2- Anne ve babasına karşı gelmezdi, 3- Laf taşımazdı.” (İhya-u Ulumi’d-Din) Anne-babaya iyilik eden, Allah Celle Celâlüh katında çok sevimli bir amel işlemiş olur.

Anne Duasının Yüksek Bereketi

Anne Duasının Yüksek Bereketi Bayezid-i Bistami Hazretleri, yaşadığı müddet kendisini Allah'a ibadete, O'nun rızasını kazanmaya yönlendiren ve "Seni Allah'a teslim ettim" diyen annesine hizmette en ufak bir kusur göstermemiştir Annesinin küçük bir arzusunu büyük bir emir kabul edip, her durumda yerine getirmeye çalışırdı. Çünkü Allah'ın emri de böyle idi. Elinde olmadan iki sefer annesinin arzusunu yerine getiremeyen hazret, bu hususu büyük bir pişmanlık içinde şöyle anlatır; "Hayatımda yalnız iki defa annemin emrini değil, arzu ettiği işin niyetini anlayamadım ve yerine getiremedim. Her defasında bu iki olaydan dolayı bana mutlaka zararı dokundu. Birinde düştüm burnum ezildi, diğerinde ayağım kaydı düştüm, omuzumdaki su testisi kırıldı" dedi. Yine soğuk ve dondurucu bir kış gecesinde annesi yattığı yerden oğluna seslenip su istedi. Hazret hemen fırlayıp su testisini almaya gitti. Fakat testide su kalmamış olduğundan çeşmeye gidip,

Kaygı da Geçer, Sevinç de.

Kaygı da Geçer, Sevinç de. Saltanattan daha yüksek bir makam olamaz, deme; zira yücelttiğin makam, fakirin derecesinden daha üstün değildir. Yükü hafif insanlar, rahat yürürler. Sözün doğrusu budur. İrfan sahipleri de bunu böyle kabul ederler. Eli boş kimse, sadece ekmek kaygısı çeker; padişahsa çok geniş ülkelerin idare­sini. Yoksulun akşama ekmeği varsa, gece Şam hükümdarı gibi rahat ve huzur içinde uyur. Kaygı da geçer, sevinç de. Yeter ki ölmeyegörsün insan. İster başında taç, ister boynunda vergi; sonun toprak olduktan sonra ne fark eder! İster zenginlik içinde yıldızlara değsin başın, ister yoksulluk çekip zindanlarda çürüsün gövden; ölüm kapısından girdikten sonra her şey biter; bütün insanlar o gün varlıkla yoklukta eşit olur. Ecel, başa gelince; insan, tanınmaz olur. Bilene, pa­dişahlık başa beladır. Dilencinin görünüşüne aldanma, gerçek padişah odur. (Gülistan ve Bostan) 

Bin Aynalı Tapınak

Bin Aynalı Tapınak “Hindistan’ da yüksek bir dağın doruğuna yapılmış “Bin Aynalı Tapınak” adlı görkemli bir tapınak vardı. Günlerden bir gün bir köpek dağa tırmandı, tapınağın merdivenlerinden çıkarak “Bin Aynalı Tapınak” a girdi. Tapınağın bin aynalı salonuna geçtiğinde bin tane köpek gördü. Korkarak tüylerini kabarttı, kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırdı, korkutucu hırıltılar çıkararak dişlerini gösterdi. Ve bin köpek de tüylerini diktiler, kuyruklarını bacaklarının arasına alıp korkunç sesler çıkartıp dişlerini gösterdiler, Köpek paniğe kapılarak tapınaktan kaçtı. Ve o andan itibaren bütün dünyanın tehlikeli, korkunç köpeklerle dolu olduğuna inandı. Bir süre sonra bir başka köpek gelip dağa tırmandı. O da tapınağın merdivenlerinden çıkıp “Bin Aynalı Tapınak” a girdi. Tapınağın bin aynalı salonuna geldiğinde bin tane köpekle karşılaştı ve çok sevindi. Kuyruğunu salladı, neşeyle oradan oraya zıpladı ve köpekleri oynamaya çağırdı. Bu köpek tapınaktan çıktığında dü

Ben Bir Yağmur Olsaydım

Ben Bir Yağmur Olsaydım Ben bir yağmur olsaydım: Karalara, çöllere, denizlere değil; Kötü, zalim, kindar insanların; Sinelerine, beyinlerine yağar, Yıkayıverirdim tertemiz... Ben bir güneş olsaydım: Yüksek tepelere değil; Kendini büyük gören, küçük insanların; Gözlerine saçardım ışıklarımı... Sivri kayalıklara, buzullara değil; Kötülük dolu ruhlara açardım. Uzaydaki karanlıklara değil; Cahil kafalara, doğardım “nur” gibi... Ben bir çiçek olsaydım: Bahçelerde, parklarda değil; Sevgisiz, hoşgörüsüz, insanların Kalplerinde açardım. Saksılarda kırlarda değil, Kötülük saçan, zulüm kusan zalimlerin; Tüm hücrelerine “güzel kokular” saçardım... Ve böylece: Her gün acıların yaşandığı; Sel gibi gözyaşlarının döküldüğü; Sadece; inandığı gibi yaşamak isteyen, insanların; Geleceklerine, bir nebze olsun; "nurlar"  saçardım... Sonra;  “Yeter, artık!”   diyerek: Gariplerin, fakirlerin, dışlandığı; Zalimlerin, “Yaşama hakkı