Kayıtlar

Kökü mâzide olan âti olmak (2)

Kökü mâzide olan âti olmak (2) Mustafa Çelik Peygamberlerin mücadelesi, Peygamberimizde özetlenmiştir. “Peygamberlerin davası benim davamdır, Peygamberlerin yolu benim yoludur” diyen herkesin kökü Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’in sünneti ve siretidir. Şunu bilelim ki; Rasûlüllah Sallallahü Aleyhi Vesellem’den sahih olarak sadır olmuş sünnet olmadan ümmet olmaz. Ümmet olmadan medeniyet olmaz. Sünnet, ümmet, medeniyet olmadan da insaniyet olmaz. Müslümanların tarihini şu veya bu ırkın tarihiyle başlatmak, en hafif bir tabirle cinayettir. Müslümanların tarihi Hz. Âdem Aleyhisselâm ile başlamıştır. Hz. Âdem Aleyhisselâm’den Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem’e kadar gelmiş ve geçmiş bütün peygamberlerin verdikleri mücadele bir tevhid mücadelesidir. Dolayısıyla Müslümanların tarihi bir tevhid tarihidir, mücadeleleri de bir tevhid mücadelesidir. Tevhid mücadelesi kesinti kabul etmez. Tevhid tarihi süreklilik esasına dayanır. Esasen süreklilik herkes için gerek

Kökü Mâzide Olan Âti Olmak (1)

Kökü Mâzide Olan Âti Olmak (1) Mustafa Çelik İslâm ümmetinin Hz. Âdem Aleyhisselâm ile başlayan tevhid tarihini hiçe sayarak; her oluşum ve gelişimi 1923 tarih ile başlatmaya kalkışan devrim yobazlarına itiraz eden Şair; “Ne harabîyim (sarhoş-yıkık) ne harâbâtîyim (ömrünü meyhanede geçiren) Kökü mâzide olan âtiyim!” (Geçmiş ile gelecek arasındaki vazgeçilmez bağ) beytini söyleyerek mâzi ile âti, yani geçmiş ile gelecek arasındaki vazgeçilmez bağı, çok veciz şekilde izah etmiştir. Ama bugün kökü derinlerde olan asırlık çınarlar yerine, saksı bitkisi gibi köksüz ve kısa ömürlü nesiller yetiştiren zihniyet, sanki her şeyi halletmiş gibi bu defa geçmişi büsbütün unutturmaya kalkışıyor! Maziye düşmanlık, onu unutma ve unutturmaya çalışma, kötüleri ve kötülükleri alkışlamadır. Öyle bir zamana düştük ki; her tarafta devr-i cahiliyye’den kalma dimdik ayakta putlar. Allah’ın şeriatine kin kusuyor, hak maskeli haydutlar. Müslümanın ufkunda sönmez umutlar. Eninde sonunda

Şuurlu Millet, Süper Devlet!

Resim
Şuurlu Millet, Süper Devlet!                      Milli ve manevi değerlerini özümsemiş; dinine, diline, tarihine bağlı; vatanını ve milletini canından çok seven; helâli ve haramı bilen; Allah’ü Tealâ’nın emirlerini baş tacı yapan; kalbinde Allah korkusu olan “Şuurlu bir millet” istiyoruz. ·         Herkes Rabbini, nebisini, dinini, helâli-haramı bilsin! ·         Kimse namazını terk etmesin, orucunu bırakmasın, zekâtını aksatmasın! ·         Herkes malıyla, canıyla, kalemiyle, iyi haliyle cihat etsin! ·         Hacca gidenlerin-gelenlerin evleri eskisi gibi ziyaretçilerle dolsun! ·         Kimse anne ve babasını huzur evlerine koymasın! ·         Evlere eskisi gibi misafir gelsin! ·         Kimse büyüklerine saygısızlık etmesin! ·         Kimse fakiri, yoksulu hor görmesin! ·         Kimse milli değerlerine hor bakmasın! ·         Kimse batasıca Batı’nın kokuşmuş ve çürümüş değerlerine imrenmesin! ·         Kimse düşene tekme atmasın, elinden tutsun!

Tevazu

Tevazu Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergâhlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyormuş. Durumu Hacı Bektaş Veli 'ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi Dergâhına gider ve aynı durumu Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmediğini söyler. Mevlana 'ya bunun sebebini sorar. Mevlana şöyle der: - Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir, öyle her leşe konmaz, o yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir. Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş Dergâhına gider ve Hacı Bektaş Veli'ye, Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Vel

Halk Ne Der, Hak Ne Der?

Halk Ne Der, Hak Ne Der? Akıllı ve şuurlu bir Müslüman: “Kişisel menfaatlerim ne der!” , “Halk ne der!” değil; “Hak ne der! Huzuru Mahşerde bunun hesabını nasıl veririm?”  kaygısı taşır. Allah’ü Teâlâ’nın da devamlı suretle o iş ve ameli gördüğünü ve sağ ve sol omuzundaki yazıcı meleklerin kayıt altına aldığını hatırından çıkarmaz. Bundan dolayı sadece ve sadece: Beni kimse ilgilendirmez! "Allah’ü Teâlâ ne der?" Ben ona bakarım! kaygısı taşır. Her işinde, her davranışında, her nefesinde; aklıyla, zihniyle, basiretiyle, her şeyiyle, ezeli ve ebedi kuşatan bir ilmin sahibi Allah’ü Teâlâ’ya vereceği hesabı düşünür. "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah’ü Teâlâ çoğunu affeder." (Şûra, 30) İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah, kullarına çok şefkatlidir. Bakara 207 Size apaçık deliller geldikten sonra, eğer yine de yan çizerseni

Sihirbaz ve Rahip

Sihirbaz ve Rahip Süheyb'den Radiyallahü Anh Rasulullah'in Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Sizden önceki milletlerden birinde bir hükümdar ve onun bir sihirbazı vardı. Sihirbaz ihtiyarlayınca hükümdara: "Ben yaslandım, bana bir genç gönder de ona sihir öğreteyim!" dedi. Hükümdar ona sihir öğreteceği delikanlıyı gönderdi. Gencin yolu üzerinde bir rahip varidi. Yola çıktığında onun yanında oturup sözlerini dinlerdi. Rahibin sözleri hoşuna giderdi. Sihirbaza giderken rahibe uğrar, onunla bir süre otururdu. Sonra sihirbaza varınca da, adam delikanlıyı döverdi. Bu durumdan rahibe şikâyet edince rahip "Sihirbazdan korktuğunda, beni ailem alıkoydu; ailenden korktuğun zaman da beni sihirbaz bırakmadı dersin!" dedi. O hal üzere gidip gelirken bir gün geçenlerin yolunu kesen büyük bir vahşi hayvanla karşılaştı. Kendi kendine "Büyücü mü yoksa rahip mi daha faziletli bugün öğreneceğim!" dedi. Bir taş aldı ve "

İslâm'ın Kadına Bakış Açısı

İslâm'ın Kadına Bakış Açısı Cenâb-ı Hak buyuruyor: “…Kadınlarla iyi geçinin (onlara güzel davranın)!..” (Nisâ, 19) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “Cennet (sâliha) annelerin ayakları altındadır!” (Nesâî, Cihâd, 6; Ahmed, III, 429; Süyûtî, I, 125.) Merhamet ummânı Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: “Mü’minlerin îman bakımından en mükemmeli, huyu en iyi olanıdır. Sizin hayırlı olanınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlardır.” (Tirmizî, Radâ’, 11) Dolayısıyla, bilhassa günümüzde kadınlara yönelik gerçekleştirilen hak ihlâlleri ve şiddet, İslâm ahlâkını rûhen hazmetmemiş zorbaların vicdan yoksulluğudur. Ayrıca ruhsuz materyalist eğitimin kültürümüze yerleştirmeye çalıştığı, kadınlarla erkekler arasındaki sun’î ve haksız bir eşitlik yarışı da, aslında kadının, hanımlık ve annelik meziyetlerini zaafa uğratmakta ve onu farkında olmadan tüketmektedir. Bu asrın yorgun ve bitik kadını ile câhiliye devrinin ka­dını arasında sı

Tasavvufi Terbiye

Tasavvufi Terbiye Cenâb-ı Hak buyuruyor: "Bu (Kur'an), insanlar için basiret nurları, kesin olarak inanan bir toplum için hidayet ve rahmettir. Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!" (Câsiye, 20-21) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “İyilik güzel ahlâktır, kötülük vicdânını rahatsız eden, duymasını istemediğin şeydir.” (Tirmizi, Zühd, 52; Müsned, IV, 182) Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, bir yolculuğu esnasında mola vererek bir ağaç altında yemek yemiş, sonra yoluna devam etmişti. Epey bir müddet sonra torbasının üzerinde dolaşan bir karınca gördüğünde çok üzüldü. Onu vatanından ayırmış olmanın derin hüznü içerisinde derhal geri döndü ve yemek yediği mekâna varıp o karıncayı yerine bıraktı. Yine Bahâüddin Nakşibend Hazretleri’nin, intisâbının ilk yıllarında, önce hasta ve muzdarip insanlara, daha sonra sahipsiz

İnsanın Hayat Hikâyesi

İnsanın Hayat Hikâyesi Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (âhireti) ihmal ediyorlar.” (İnsân, 27) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini duygularına tâbi kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup duran (bunu yeterli gören) dır.” (Tirmizî, Kıyâmet 25. İbni Mace, Zühd 31) Dünya hayatındaki ilâhî imtihanların ders kitabına gereken ciddiyet ve gayretle sarılmıyor, onun içindekilerle amel etmiyor; fânî hayatın câzibelerine aldanıp ebedî hayata lâyıkıyla hazırlanmıyorlar. Hâlbuki insanın tefekkür etmesi gerekmez mi ki, Cenâb-ı Hak onu önce anne karnında, bir su torbasında kanla besledi. Sonra hayat süreceği dünyayı, onun yaşayabileceği şekilde düzenleyip tanzim etti. Saymakla bitiremeyeceği kadar nîmetler ihsan buyurdu. Bütün bu nîmetlerin mukâbili olarak insandan sadece Rabbine “kulluk”ta bulunmasını istedi

Köpekten Korunmak İçin Dua

Köpekten Korunmak İçin Dua بسم الله الرحمن الرحيم وَكَلْبُهُم بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَصِيدِ Okunuşu: Bismillahrirrahmanirrahim. Ve kelbühüm basitun ziraayhi bil vesiyd. Anlamı: Köpekleri de mağaranın girişinde iki kolunu uzatmış (yatmakta idi.) Fazileti: Bir köpeğin tehlikesi söz konusu olduğunda: Ayetini okuyan kimse o köpeğin şerrinden emin olur. Bu ayete devam edenler köpeğin saldırısına uğramaz. Kaynak: (ed-Dürrü’n Nazıym 370- Kehf suresi; 18)

Akrep ve Yılandan Korunma Duası

Akrep ve Yılandan Korunma Duası Rivâyete göre Nûh -aleyhisselâm-, kavmine dûçar olan ilâhi azaptan kurtulmak için, Allah Teâlâ’nın emriyle bir gemi yaptı. İbn-i Abbâs’tan rivâyete göre gemiye insanlardan seksen kişi bindi. (İbn-i Sa’d, I, 41) Nuh Aleyhisselâm‘ın yapmış olduğu gemiye hayvanlar da alınmıştı. Fakat Nûh -Aleyhisselâm yılan ve akrebi gemiye almak istemedi. Onlar da: “–Senin ismini zikredenlere zarar vermeyiz!”  diyerek söz verdiler. Buna binâen buyrulmuştur ki, akrep ve yılan tehlikesiyle karşı karşıya kalan kişi: سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ Okunuşu:  “Selâmun alâ nûhın fîl âlemîn” Anlamı:  Bütün âlemler içinde Nûh’a selâm olsun!” (es-Sâffât, 79) âyet-i kerîmesini hâlis niyetle okursa, onların zararından korunmuş olur. Kaynak:  Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları

Bütün Yollar Kapanınca, Yeri Göğü Yaratana Sığın...

Bütün Yollar Kapanınca, Yeri Göğü Yaratana Sığın... Dr. İşân Hüseyni, Pakistanlı idi. Yaptığı büyük hizmetlerden dolayı ödül almak için uluslararası bir konferansa gidiyordu. Uçağa bindi... Ancak havada bir arıza olmuş ve yıldırım çarpması sonucu uçak en yakın havaalanına inmek zorunda kalmıştı. Bir sonraki uçak 16 saat sonra kalkacaktı. Sinirlendi ve o toplantıya muhakkak yetişmem lazım, 16 saat bekleyemem diye sinirlenerek bağırdı. Görevliler gideceği şehrin 6 saat uzaklıkta olduğunu ve isterse araba kiralayarak gidebileceğini söylediler. Acele yola çıktı ama aksilik bu sefer de yolda şiddetli yağmurdan göz gözü görmez olmuş ve selden dolayı araç gidemez olmuştu. Yol kenarında eski bir evin kapısını çalıp hızla içeri girdi. Yaşlı bir kadın içeride oturuyordu. Süratle ona; “Telefonu verir misin? Telefon etmem lazım!” dediğinde... Kadın tebessüm ederek dedi ki: Görmüyor musun evladım ne telefonu. Burada ne telefon ne de elektrik var. Geç az dinlen ve az yem

Suriyeli Kadının Verdiği Ders!

Suriyeli Kadının Verdiği Ders! “ Pazar günü öğlene doğru balkonumuzda kurduğumuz kahvaltı sofrasına hep birlikte oturduk. Dopdolu soframızın huzurunda çocuklarla bir arada olduğumuzu görmenin sevinci beni durdurdu. Bu an, şükrü eda edilemeyecek güzellikte bir andı ve bu durumu çocuklarıma anlatma sorumluluğundaydım. Ben patates büyüklüğünde bir avuç kuru mısır ekmeğini kahvaltı niyetine koparıp evden çıktığım çocukluk yıllarımdan bu günlere geldim. Bu sofrada ikişer çeşit reçel, zeytin, peynir görüyorum. Böyle bir sofrada rahat oturmak bana yakışmıyor. Bu sofranın vefasız kalmasının ürpertisiyle çocuklarımın dikkatini Mevla ’ nın bize lütfettiği nimetlerin paha biçilmez değerine dikkat çekmek istedim.  “-  Sizin gibi nice çocukların kahvaltı fırsatları yok. Nicesi aç. Nicesi böyle lezzetlerden habersiz büyüyor. Biz bu nimetleri ne ile hak ettik? Nankörlüğün sonu mahrum düşmektir. ” diye anlatırken, hanım söze girdi. İki gün önce buluştukları sofrada sohbet ettiği Suriyeli bir

Üzerindeki Derviş Elbisesini Çıkarın

Üzerindeki Derviş Elbisesini Çıkarın Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman Aleyhisselâm’a gelerek kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman Aleyhisselâm dervişi hemen huzuruna çağırtır ve ona sorar: - Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın? Derviş kendini şöyle savunur: - Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı; o esnada kanadı kırıldı. Bunun üzerine Hz. Süleyman Aleyhisselâm kuşa döner ve şöyle der: - Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun. Kuş kendini savunur: - Onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım. Hz. Süleyman Aleyhisselâm bu savunmayı doğru bulur

Gençliğinde Bir Büyük Zata Hizmet Ettin mi

Gençliğinde Bir Büyük Zata Hizmet Ettin mi Bâyezîd-i Bistâmî "kuddise sirruh" hazretleri, Hacca giderken bir köyde konakladı. Fakat kimse onu tanımıyordu. Orada bir yemek daveti vardı. Onu da, bir garip yolcu diyerek davet ettiler. Yemek yenildikten sonra namaz için, orada bulunanlar abdest alıyordu. Bu esnada bir ihtiyarın, kendi başına bir köşede elindeki ibrikle abdest almaya çalıştığını gördü. Hiç kimsenin kalkıp da bu ihtiyara yardım etmemesi, Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin dikkatini çekti ve ihtiyarın yanına geldi. Usulcacık ibriği tutarak, ona su döktü. O zât da, pek memnun oldu. Ayaklarına da suyu döküp, ihtiyarın potinlerini giydirdiği sırada, yavaşça kulağına eğilen Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri; "- Amcacığım, sen gençliğinde bir büyük zata hiç hizmet etmedin mi ki, şu insanların hiçbiri sana hizmet etmiyor. Bu nasıl bir iş merak ettim!"  dedi. İhtiyar amca uzun uzun tebessüm etti, o da Hazret-i Şeyh'in kulağına eğilerek; "- Ah güzel evlâ

Muaviye, Ali ve Deve Hikâyesi

Muaviye, Ali ve Deve Hikâyesi Bir gün Hz. Ali Radiyallahü Anh'ın taraftarlarının yoğun olduğu Kûfe’den, bir Arap, devesiyle Şam'a gelmiş. Şam sokaklarında dolaşırken biri ona yanaşmış: - Ver o dişi deveyi bana! Demiş. Tartışma büyümüş, Kûfe’den gelen adam, "Bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir" diye itiraz etmişse de anlaşamamışlar. Konu Muaviye Radiyallahü Anh'a yansımış. Halk meydanda toplanmış... Muaviye Radiyallahü Anh, Kûfe'den gelenle Şam'da deveye sahip çıkan yerliyi dinledikten sonra, kararını açıklamış: - Bu dişi deve Şamlı’nındır! Sonra toplananlara dönmüş ve sormuş: - Ey cemaat, bu dişi deve kimindir? Cemaat hep birlikte bağırmış: - Şamlı’nındır! Kûfe’li şaşkın bir vaziyette devesinin ardından bakakalırken, Muaviye onu yanına çağırmış: - Ey Kûfeli, dinle! Sen de ben de biliyoruz ki, bu deve şenindir ve dişi değil, erkektir. Ama sen Kûfe’ye dönünce gördüklerini Ali Radiyallahü Anh'a anlat ve