Kökü Mâzide Olan Âti Olmak (1)
Kökü Mâzide Olan Âti Olmak
(1)
Mustafa Çelik
İslâm ümmetinin Hz. Âdem Aleyhisselâm
ile başlayan tevhid tarihini hiçe sayarak; her oluşum ve gelişimi 1923 tarih
ile başlatmaya kalkışan devrim yobazlarına itiraz eden Şair;
“Ne harabîyim (sarhoş-yıkık) ne harâbâtîyim
(ömrünü meyhanede geçiren)
Kökü mâzide olan âtiyim!” (Geçmiş
ile gelecek arasındaki vazgeçilmez bağ)
beytini söyleyerek mâzi ile âti,
yani geçmiş ile gelecek arasındaki vazgeçilmez bağı, çok veciz şekilde izah
etmiştir. Ama bugün kökü derinlerde olan asırlık çınarlar yerine, saksı bitkisi
gibi köksüz ve kısa ömürlü nesiller yetiştiren zihniyet, sanki her şeyi
halletmiş gibi bu defa geçmişi büsbütün unutturmaya kalkışıyor!
Maziye düşmanlık, onu unutma ve
unutturmaya çalışma, kötüleri ve kötülükleri alkışlamadır. Öyle bir zamana
düştük ki; her tarafta devr-i cahiliyye’den kalma dimdik ayakta putlar.
Allah’ın şeriatine kin kusuyor, hak maskeli haydutlar. Müslümanın ufkunda
sönmez umutlar. Eninde sonunda çöplüğe dökülecek zorba zalimlere kul ve köle
olmuş münafıklar.
Tek ümmet ve tek halife inancına
sahip olan Müslümanlar emperyalistlerin cetvelleriyle, Müslümanların
cesetleriyle böldükleri, parçaladıkları bu coğrafya dar geliyor dar. Bizim
Peygamber atalarımız var. Ümmet bütünlüğü karşısında ben bir parçacığım hasret
bütüne. Zaman döne dursun hasret o güne!
Sahâbe-i Kiram’dan ilham alan
Selçukîler’in zaferi bir tomurcuk hüviyetini muhafaza ediyor. Osmanlı devrinde
gül haline geliyor, sonrası bir fetret devri. Irmak tarihin karanlıklarına
gömülür, hüviyetini değiştirir gibi oluyor. Müslümanların tarihi bütün
zindeliğini koruyor. Çok karanlık geceler pembe şafaklarla bitebilir. Kaybolan
medeniyetler var: Mısır, Babil. Bazıları müstehase/taşlaşmış fosil halinde,
Hind, Çin gibi. Bazen deri değiştiriyor. Bazen de dinleniyor: Bir nevi küsûf (güneş
tutulması) çağı. Asr-ı Saadet’ten sonra tarihin en büyük medeniyeti Osmanlı
Medeniyeti’dir. Avrupa’nın toprağa bağladığı vatan mefhumunu, imana ve Kur’ân’a
bağlayan bir medeniyettir.
Amerika, Rusya ve bunların
avaneleri Türkiyeli Müslümanların İslâm coğrafyasında var olmalarını, söz
sahibi olmalarını kabul etmiyorlar. “Biz burada olacağız, buranın yeraltı ve
yerüstü zenginlik kaynaklarını biz yiyeceğiz” diyorlar. Bilmiyorlar ki
Müslümanlar tek bir ümmettirler, bölünmez bir tek beden gibidirler. Rasûlüllah Sallallahü
Aleyhi Vesellem buyuruyor:
“Mü’minler birbirlerini
sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler.
Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve
ateşli hastalığa tutulurlar.” (Sahih-i Buharî, Edeb, 27; Sahih-i Müslim, Birr,
66)
Enes b. Malik bize naklediyor:
“Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem bir gün şöyle buyurdu: “Müminin mümin
kardeşiyle olan durumu, birbirini yıkayıp temizleyen iki el gibidir.”
(el-Müttaki, Kenzü’l-Ümmâl, 1/155)
Görüldüğü gibi; Müminler bir
bedende, iki el gibidirler. O ellerden birinin her an kirlenmesi imkân
dâhilindedir. Ellerden biri kirlenince, diğeri onu o halde bırakmamalı ve
yıkamalıdır. Ellerden birinin kirli olarak bırakılması, bedene zarar vereceği
unutulmamalıdır. Bizi dinimizden, imanımızdan koparıp köksüz kılmaya çalışan
müstekbirler karşısında birbirimizi yalnız, kimsesiz bırakırsak, kimliksiz ve
kişiliksiz kalmaya mahkûm oluruz.
“Tek ümmet” bir sözdür. Ama kökü
sağlam, dalları göğe yükselen meyveli bir ağaç gibidir. Rabbimiz haber veriyor:
“Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü
sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her
zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.
Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü
bir ağacın durumu gibidir.” (İbrahim Sûresi/ 24-26)
Müslümanlar olarak bizim kökümüz
dinimizdir, imanımızdır. Dinimize ve imanımıza olan sadakatimizdir. Dinin,
imanın, dine ve imana sadakatin bir değer ifade etmediği bir yerde kökten
dinsizlik devri başlamış demektir.
Köksüz çiçek tutmaz. İmanı olan
bu topraklarda dinsizlik devrini başlatanları unutmaz. Bir zamanlar “Bir şeyh
tekkesinde bir edebiyat fakültesinde olduğu kadar kitap vardı. Tekkeler
kapanınca adamın biri geldi, kilidi vurdu. Kitaplar da orada kaldı. Ve aradan
çok seneler geçti. Sonra tekkeleri açıp kitapları çıkarttılar ki, hepsini
böcekler tahrip etmiş, rutubetten küflenmiş, okunmaz hale gelmiş. Bunları
çuvallara doldurdular, sahaflara götürdüler. Sahaflar kapılarının önünde
çuvallar içinde bu kitapları satılığa çıkardılar. Amerikalılar geldi,
Avrupalılar geldi. Bu kitapları aldılar. Bir devir yıkıldı tamamen. Ruhu
gitti.” Kökü mâzide olan âti olmak, harâbî ve harâbâtîlerden hesap sormaktır.
Haramzadeleri sorgulamayanlar, onları tarihin çöplüğüne atmayanlar, atmak için
çalışmayanlar, kökü mâzide olan âti olamazlar.
Yorumlar
Yorum Gönder