Kayıtlar

Alın Teri Hikâyesi

Alın Teri Hikâyesi   Çocuklar için ders alınacak harika bir hikaye daha.. Evvel zamanların birinde, evlilik çağına gelen bir delikanlı herkes gibi evlenmek istiyordu. Bu niyetini ailesine açtığında, babası ona şöyle dedi: “Elbette oğlum, elbette evlenebilirsin. Bana kendi alın terinle kazandığın bir altın getirdiğinde, seni hemen evlendireceğim.” Delikanlı babasının bu sözlerine gülümsedi. Ne kadar da kolay bir sınavdı bu böyle! Ertesi gün, istenilen altın lirayı götürüp gururla babasının avucuna koydu. Babası hiçbir şey söylemeden, altını evlerinin yanından akan nehre fırlattı. Çocuk, altının düştüğü nehre şaşkınlıkla bir-iki saniye baktıktan sonra, babasına döndü ve sordu: “Şimdi evlenebilirim, değil mi babacığım?” Babası başını iki yana salladı: “Hayır oğlum. Sana kendi alın terinle ve emeğinle kazandığın bir altın getirmeni söylemiştim. Bu altını sen kazanmamışsın ki.” Genç delikanlı babasının gerçeği nasıl keşfettiğini anlayamamıştı. Ertesi gün bu defa annesind

Sultan Babanın Oğluna Vasiyeti: Dünya Asla Hükümdarsız Olmaz

Sultan Babanın Oğluna Vasiyeti: Dünya Asla Hükümdarsız Olmaz Ömer Ceyhun Özcan Selçuklu sultânı Sultan Mesûd'un oğlu Sultan-ı Saîd Kılıç Arslan, gençlik ve olgunluk çağlarını büyük hizmetlerle geçirip, yaşlılık dönemine ulaştığı ve kendinde zayıflık alâmetleri müşahede ettiği zaman, on bir evlâdından yaşça en küçüğü olan Gıyaseddîn Keyhüsrev, yaşı küçük olmakla beraber babasına yakınlığı ve hizmeti en çok geçen evlâdı idi. Sultan, oğlunu yanına oturtup, şu nasihati ve vasiyetini söyledi: "Kıymetli yavrum! Artık ben bu fânî âlemden göçmek üzereyim ve âhiret azığı, kazancı olacak şeyleri hazırlamakla meşgulüm. Sen ise sultanlık bağının taze fidanı, ilâhî lütuflar bahçesinin çiçeğisin. Benden sonra tahta sen çıkacak ve bu devleti idare edeceksin. Bu hususta sana vasiyet ve nasihatim vardır. Seni on bir kardeşin arasından şunun için tercih edip, seçtim. Sende sultanlık istidadı görüyorum. Bu Müslüman milletin başına geçeceksin. Onlar, Allah’ü Teâlâ’nın sana emânetidirl

Şeyhin İki Kölesi

Şeyhin İki Kölesi    Padişahın birinin çok sevdiği bir âlim vardı. Padişah bu âlime çok saygı duyar, arada onun nasihatlerini dinlemek için yanına giderdi. Ondan dünyaya ve ahirete ait bilgiler alırdı.    Bir gün bu âlimin yanına giden padişah, onun nasihatinin etkisinde kaldı ve şeyhin dünyalık ihtiyacını gidermek isteyerek:    - "Ey şeyhim! Dile benden ne dilersen"  dedi.    Şeyh, padişahın bu isteğine cevap vermeyince, padişah ısrar etti. Padişahın bu ısrarına kızan şeyh:     - "Ey dünya padişahı! Bana böyle bir teklifte bulunmaya utanmıyor musun? Bundan vazgeç. Benim hakir ve zelil olan iki kölem vardır ki, onlar sana hâkim ve âmirdir. Sen onlardan emir almaktasın."  deyince, padişah şaşırdı ve:    - "O iki zelil köle de kimlerdir ki, onların bana hâkim ve amir olmaları benim için zillettir"  diye şeyhe sordu.    Şeyh:    - "Biri gazap (öfke), diğeri ise şehvet (kötülüğe ilgi)dir."  cevabını verdi.    Öğ

İyi İle Kötünün Mücadelesi

İyi İle Kötünün Mücadelesi    Yaşlı adam kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.    Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli olacakken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine.    Yaşlı adam, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.    “Onlar” dedi, “benim için iki simgedir evlat.”    “Neyin simgesi?” diye sordu çocuk.    “İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.”    Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı

Hayatımıza Yön Verecek 7 Ayet’i Kerime

Resim
Hayatımıza Yön Verecek 7 Ayet’i Kerime Kur’an-ı Kerim, kendisinin genel anlamda insanlar, özel anlamda ise inananlar ve muttakiler için bir “hidayet” kitabı olduğunu beyan eder. Bunun anlamı, insanın Kur’an-ı Kerim için değil de Kur’an-ı Kerimin insanlar, inananlar ve muttakiler için bir hidayet kitabı olduğu ve insan karşısında bir konumunun bulunduğudur. Kur’an-ı Kerim, kendisinin genel anlamda insanlar, özel anlamda ise inananlar ve muttakiler için bir “hidayet” kitabı olduğunu beyan eder. Bunun anlamı, insanın Kur’an-ı Kerim için değil de Kur’an-ı Kerim’in insanlar, inananlar ve muttakiler için bir hidayet kitabı olduğu ve insan karşısında bir konumunun bulunduğudur. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya (sallâllâhu aleyhi ve sellem) bir ilahî vahiy olarak inen Kur’an-ı Kerim’i, kendisini “İnsanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak” (Bakara Sûresi, 2:185) tanımladığı gibi, aynı manaya gelen şu tanımlamaları da yapar: “Bu, doğru

Zikrullâh

Zikrullâh Cenâb-ı Hak buyuruyor: “…Allâh’ı zikretmek; elbette en büyük (ibâdet)’tir…” (Ankebût, 45) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “Allâh’ı zikreden kimseyle zikretmeyenin misâli, diri ile ölü gibidir.” (Buhârî, Deavât, 66) Allâh Rasûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem, her an zikrullâh ve murâkabe hâlinde bulunmanın lüzûmu hakkında şöyle buyurmuştur: “Allâh’ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın. Çünkü Allâh’ı unutarak yapılan çok konuşmalar kalbi katılaştırır. Allâh’tan en uzak olan kimse ise kalbi katı olandır.” (Tirmizî, Zühd, 62/2411) Mü’min gönüllerin gaflet katılığından kurtulup ilâhî rızâya nâil olabilecek hassâsiyete ulaşmalarının yolu, “zikr-i dâimî”den geçmektedir. Bu da bir müddet veya bir dönem değil; bir ömür boyu, her nefes alıp verişte zikrullâh şuurunu taşımakla mümkündür ki, ancak bu sâyede mânevî uyanıklık hâsıl olur. Nitekim Hazret-i Âişe vâlidemiz şöyle demiştir: “Rasûlullâh Sallallahü Aleyhi Vesellem her ânında A

Gün Sonu Hesabı

Gün Sonu Hesabı Cenâb-ı Hak buyuruyor: “…Hepiniz Allah’a tövbe edin, ey mü’minler! Belki böylece korktuğunuzdan kurtulur, umduğunuzu elde edebilirsiniz.” (Nur, 31) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’dan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim.” (Buhârî, Daavât 3. Tirmizî, Tefsîru sûre 47; İbn Mâce, Edeb 57) Peygamberler, Cenâb-ı Hakk’ı en iyi bilen ve tanıyan kimseler oldukları için, O’na herkesten çok ibadet ederler; herkesten çok şükrederler ve O’na gerektiği şekilde ibadet edemediklerini itiraf ederler. Peygamber Efendimiz de yeme, içme, yatma, uyuma, eşleriyle beraber olma gibi mübah işlerle meşgul olurken veya ümmetinin çeşitli problemleriyle uğraşırken Allah Teâlâ’yı gerektiği şekilde zikredip düşünemediği için tövbe ve istiğfâr ederek O’ndan af dilemektedir. Nitekim hadisimizin bir başka rivayetinde Rasûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: “Benim de kalbime gaflet çöküyor. Ben

Hicri Yılbaşı

Hicri Yılbaşı Cenâb-ı Hak buyuruyor: "Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylarıdır. İşte bu doğru hesaptır. O aylar içinde (Allah'ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın ve bilin ki Allah (kötülükten) sakınanlarla beraberdir." (Tevbe, 36) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: "Zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü şekliyle dönmektedir. Bir yıl on iki aydır. Bunlardan dördü haram olan aydır. Üçü birbiri ardınca gelen, zilkade, zilhicce ve muharremdir. Biri ise cemaziyelâhir ile şaban arasında bulunan ve Mudar kabilesinin daha çok değer verdiği recep ayıdır..." (Buhârî, Hac 132; Müslim, Kasâme 29) Muharrem ayı 30 gündür. Kur’an-ı Kerim’de “Allah Teâlâ Hz.leri yeryüzünü, semâlar ve lâtif cisimleri yarattığından beri Levh-i Mahfuz’da a

Nefis Çile Çekmeden, Ruha Bayram Yok!

Nefis Çile Çekmeden, Ruha Bayram Yok! Cenâb-ı Hak buyuruyor: "Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir, Onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir." (Şems, 9-10) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “Allah'ım! Rahmetini umuyorum. Gözümü açıp kapayıncaya kadar dahî beni nefsimin hevâsıyla baş başa bırakma! Her hâlimi ıslah eyle! Şüphesiz Sen de bir ilâh yok…” (Ebû Dâvud, Edeb, 100-101) Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri buyurur: “Nefsimi ilâhî vuslata yolculuk yapmaya davet ettim, bu zor yolculuk husûsunda nefsim direndi ve bana güçlük çıkardı. Ben de nefsin bütün dünyevî arzularını bertarâf ederek Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna yöneldim!” Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri merhale merhale bu mücadeleyi şu temsillerle anlatır: “On iki yıl nefsimin demircisi oldum, onu riyâzat körüğüne koyup mücâhede ateşiyle kızarttım. Kınama örsüne koyup melâmet ve mahviyet çekiciyle dövdüm. Sonra beş yıl nefsimin aynası oldum. Yani onu murâkabeye aldım

Bana Yalan Söyleyebilene Bir Küp Dolusu Altın Vereceğim

Bana Yalan Söyleyebilene Bir Küp Dolusu Altın Vereceğim Padişahın biri, “- Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın vereceğim!” demiş. Yalancılar, hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalana; “- Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü”. Padişah, “- Bunun neresi yalan?.. Kuş kartaldır, arslan da kuzu kadar minik bir yavru. Kaptı mı götürür tabii!”. “- Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar!”. Padişah, “- Ülkenin kralı, pencereden bakınırken tacını düşürmüş. Taç da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş. Taç kimin kafasındaysa, kral odur tabii!”. “- Padişahım, ben gökyüzüne bir ok attım. Altı ay sonra geri döndü!” Padişah, “- Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce, takılacak yer bulamayıp yere inmiştir.”. Böylece padişah, her yalana gerçek bir bahane bulmuş ve kimse padişaha bu yalandır dedirtememiş. Ama bir gün bir adam gelmiş; “- Padişahım, sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu alt

Beri Gel Barışalım, Yâd İsen Bilişelim

Beri Gel Barışalım, Yâd İsen Bilişelim Bizleri yoktan var eden, varlığından haberdar eden Yüce Rabbimize sonsuz hamdü senalar, O’nun Habibi Edibi’ne, aline, ashabına, etbaına, kıyamate kadar var olan dostlarına salâtü selamlar olsun. Âmin. Bu yazımızda arabuluculuk ve barış içinde yaşamanın önemini paylaşacağız inşaallah. İnsanız, birlikte yaşıyoruz, her birimizi Rabbimiz farklı mizaçlarda halk etmiş. Kur’an-ı Kerim’inde bizleri kardeş ilan etmiş. Barış içinde yaşamamızdan razı olmuş. Müminler birbirinin kardeşidir. İki kardeşin arası açıldığında, diğer kardeşler onları barıştırmalıdır (Hucurat 10). Çünkü Müslümanların birbirine küs durması dine zarar verir. Bu sebeple dargınları barıştırmak oruçtan, namazdan ve sadaka vermekten daha faziletli bir davranıştır (Ebu Davud, Edep, 50). Evet, iki insanın arasını bulmak başlı başına bir iyilik, bir hayırdır. İnsanlar arasında laf taşımayı günah ve çirkin bir davranış kabul eden dinimiz, dargınları barıştırmak düşüncesiy

Yüce Kitabımızı Okuyamamanın Vebali

Yüce Kitabımızı Okuyamamanın Vebali Bir Müslümanın, bir Müslüman çocuğunun, yüzünden tecvide uygun olarak kitabımız Kur’an-ı kerimi okuyamaması, namaz surelerini ve dualarını ezberlememesi, imanın, İslâm’ın şartları, namaz, abdest gibi zaruri ilmihal bilgilerini bilmemesi kadar yanlış, affedilemez ihmal olamaz. Bu, yapılamayacak, altından kalkılamayacak bir yük de değil. Fakat bir iş, ne kadar kolay olursa olsun, onu yapmakta kararlılık gösterilmezse, ciddi bir şekilde üzerine eğilinilmezse netice almak mümkün olmaz. Çok şükür 40’lı yıllarda olduğu gibi bir yasak da yok. Yasak olmadığı gibi bütün cami görevlileri yaz tatilinde çocuklarımıza yüce kitabımız Kur’an-ı kerimi öğretebilmek için seferber olmuş haldeler. Ancak bu yetmiyor, yoğun talep karşısında çocuklarla görevliler yeteri kadar ilgilenemiyorlar. Bunun için anne - baba, camiye göndermekle kalmamalı, bunun takibini de yapmalı; biliyorsa akşamları öğrendiklerini kendisi tekrar ettirmeli, bilmiyorsa tanıdığı birine bunu y

Bol Rızık Duası (Borç Ödeme Duası)

Bol Rızık Duası (Borç Ödeme Duası) دُعَاء زِيَادَة الرِذْقْ (دُعَاءُ قَضَاءِ الدَّيْنِ) اَللَّهُمَّ اكْفِنِي بِحَلالِكَ عَنْ حَرَامِكَ، وأَغْنِني بِفَضْلِكَ عَمَّنْ سِوَاكَ.   ( رواه الترمذي وقال: هذا حديث حسن غريب ) Okunuşu: “Allâhümmekfinî bi-helâlike an harâmik, ve ağninî bi-fazlike ammen sivâk. Anlamı: Allah’ım! Bana helâl rızık nasip ederek haramlardan koru! Lütfunla beni senden başkasına muhtaç etme!” Fazileti: Hz. Ali Radıyallahu Anh’den rivayet edildiğine anlaşmalı bir köle ona gelerek: “- Borcumu ödeyecek gücüm yok, bana yardım et” , dedi. O da: “- Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in bana öğrettiği duayı ben de sana öğreteyim mi? Bunu okumaya devam ettiğin takdirde üzerinde dağ gibi borç olsa bile Allah Teâlâ onu ödemene yardım eder. Şöyle dua et dedi” :   Kaynak: (Tirmizî Daavâ 111)

Emr-i Bil-Maruf Nehy-İ Ani'l-Münker Nedir, Kimlere Ve Nasıl Yapılmalıdır?

Emr-i Bil-Maruf Nehy-İ Ani'l-Münker Nedir, Kimlere Ve Nasıl Yapılmalıdır? Cevap: Değerli kardeşimiz, İslam toplumu dâhilinde yapılacak cihatla, dışa karşı yapılacak cihad, elbette farklı olacaktır. Dışa karşı, gerekirse sıcak savaş yapılır, zulme engel olunur. Dâhilde ise, müspet bir şekilde din tebliğ edilir, kötülüklere karşı mücadele edilir (bk. Nursi, Emirdağ Lahikası, s., 481-482.) Buna, emr-i bil-maruf nehy-i ani'l-münker denilir. Yani, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak. Şu ayet, ümmet içinde bunu yapacak bir topluluğun bulunmasını gerekli kılar: "İçinizden, insanları hayra çağıracak, iyiliği emredip kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun..." (Âl-i İmran, 3/104) Böyle bir topluluk, toplumun manevi asayiş muhafızları olacaktır. Nasıl ki, maddi asayiş için emniyet teşkilatı görev yapar; hastalıkların tedavisinde sağlık bakanlığı mensupları çalışır; onun gibi, ülkenin manevi asayişi ve manevi yaralarının tedavisi için de böyle bir