Kayıtlar

Bir Başarı Hikâyesi

Bir Başarı Hikâyesi Japonya’da bir çocuk 10 yaşlarındayken bir trafik kazası geçirmiş ve sol kolunu kaybetmiş. Oysa çocuğun büyük bir ideali varmış. Büyüyünce iyi bir judo ustası olmak istiyormuş. Sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayalide yıkılan büyük bir depresyona girdiğini gören babası, Japonya’nın ünlü bir judo hocasına gidip, yapılacak bir şeyin olup olmadığını sormuş. Hoca: -getir çocuğu bir bakalım demiş. Ertesi günü baba oğul varmışlar hocanın yanına. Hoca çocuğu süzmüş ve -tamam demiş. Yarın eşyalarını getir, çalışmalara başlıyoruz. Ertesi gün çocuk geldiğinde, hocası ona bir hareket göstermiş ve bu hareketi çalış demiş. Çocuk 1 hafta aynı hareketi çalışmış. Sonra hocasının yanına gidip “bu hareketi öğrendim, başka bi hareket göstermeyecek misiniz? Diye sormuş. Hocanın cevabı: -Çalışmaya devam et olmuş. 2ay, 3ay, 6ay derken çocuk okuldaki bir yılını doldurmuş. Bu bir yıl boyunca da hep o aynı hareketi tekrarlamış. Hocanın yanına tekrar gitmiş: -Hocam 1

ABD'de gündem: Bu adam Müslüman olsaydı...

Resim
ABD'de gündem: Bu adam Müslüman olsaydı... ABD'de yaşayan birçok kişi, yetkililerin ve basın organlarının Stephen Paddock için "terörist" terimini kullanmamasına tepki gösteriyor. Trump: Saldırgan hasta ve deli biri Basın organlarında, Mandalay Bay Oteli'nin 32'nci katında tuttuğu odadan konser izleyen kalabalığın üzerine ateş açarak 59 kişiyi öldüren 64 yaşındaki Paddock'tan "yalnız kurt", "dede", "kumarbaz" ve "emekli muhasebeci" ifadeleriyle bahsediliyor. Ancak "terörist" sıfatı kullanılmıyor. Deaş Saldırıyı Üstlendi Paddock'un bu saldırıyı neden düzenlediği henüz bilinmiyor. Terör örgütü DEAŞ'ın saldırıyı üstlenmesine rağmen, ABD polisi uluslararası terör örgütleriyle arasında herhangi bir bağ tespit edilemediğini ve psikolojik bir rahatsızlığı olduğu yönünde herhangi bir bulgu olmadığı açıkladı. Müslüman Olsaydı... Sosyal medyada, Müslüman olsaydı saldırının h

Fatih’in 10 Unutulmaz Sözü

Fatih’in 10 Unutulmaz Sözü Mustafa Armağan Miladi takvimle Büyük Fethin 563. yıldönümünde bu kutlu günü hatırlamak ve hatırlatmak soylu görevlerimizden biridir. Bu muazzam zaferle daha 50 yıl önce Timur kasırgasından gücü tükenmiş, itibarı yerle bir olmuş, kurucu ideali yara almış olan Osmanlı Devleti, İbn Haldun'u yalanlamak pahasına ayağa kalkıyor, Sultan Çelebi Mehmed ve Sultan II. Murad ile restorasyonu gerçekleştiriyor, 19 yaşında ikinci kez tahta çıkan Fatih Sultan Mehmed'e ise Osmanlı Devleti'nin orta ölçekli bir İslam devleti mi yoksa bir cihan imparatorluğu mu olacağını seçmek kalıyordu. Genç Sultan ikincisini seçti, hedefini büyülttü ve Osmanlı Devleti'nin büyümezse küçüleceğini öngördü. Büyümeyenin eninde sonunda küçüleceğini ve yok olacağını o derin sezişiyle biliyordu. Osmanlı, ya Cihan Devleti (İmparatorluk) haline gelecek veya orta ölçekli devletlerden biri olarak Avrasya'nın güç dengeleri içinde bir o yana bir bu yana çırpınacaktı. Peki

Hayatını Evsizlere Adayıp 15 Yıl Para Kullanmayan İyi Yürekli Kadın: Heidemarie Schwermer

Resim
Hayatını Evsizlere Adayıp 15 Yıl Para Kullanmayan İyi Yürekli Kadın: Heidemarie Schwermer İnsanlığa olan inancımızı tazelemeye çokça ihtiyaç duyduğumuz şu günlerden geçerken, sizleri çok enteresan bir hayat hikâyesine sahip olan, yüreği kocaman ve tatlılar tatlısı bir kadınla tanıştıralım: Heidemarie Schwermer. Heidemarie’nin inanılmaz hikâyesi bundan tam 22 sene önce başlıyor. Aslen öğretmen olan Heidemarie, o dönemler bir ortaokulda çalışmaktadır ve oldukça zor ve kötü giden bir evliliği vardır. En sonunda bu evliliğin baskısına daha fazla dayanamaz ve işini gücünü bırakıp 2 çocuğunu da alarak Dortmund’a yerleşir. Burada Heidemarie’nin ilk idrak ettiği şeylerden biri, sokaklarda ne kadar çok evsiz insan olduğu olur. Bu durum kendisini öylesine üzer ki, gerçekten de bununla ilgili bir şeyler yapmaya karar verir. Evsizlerin topluma geri kazandırılabilir bireyler olduğunu savunarak işe koyulur. Heidemarie’nin asıl inandığı şey ise, evsizlerin tekrar t

Doğru Hayatı Kurmanın İpuçları

Doğru Hayatı Kurmanın İpuçları Bir günü kolaylaştırmak ve daha mutlu yaşamak için bu maddelere bir göz atın. Acaba aralarında sizin uyguladıklarınız da var mı? İngiltere'de Warwick Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma mutlu insanların daha çok çalıştığını, daha çok para kazandığını, iş hayatında daha başarılı olduklarını ve diğerlerine oranla yüzde 12 daha üretken olduklarını ortaya koymuş. Araştırma sonucuna göre mutsuzlar ise ortalamadan yüzde 10 daha az üretken. Peki, nasıl mutlu olunacak? Psikolog yazar Martha Beck ‘Doğru Hayatı Kurmanın İpuçları’ kitabında bir günü kolaylaştırmak ve daha mutlu yaşamak için birkaç kısa yol anlatıyor. 1- Vaktinizi Hediye Edin  Hepimizin sosyalleşmeye, sevdiklerimizle bir arada olmaya ihtiyacı var. Yalnız olan bir arkadaşınızın, akrabanızın yanına gidin ve onunla vakit geçirin. Bu sadece onu değil, onu mutlu eden kişi olarak sizi de mutlu edecek. 2- Kendinizi Sevin Kendinize ‘Ben sevilen biriyim’ deyin. Biz ney

Üretken Olmayan Çalışanların 7 Ortak Özelliği

Üretken Olmayan Çalışanların 7 Ortak Özelliği Eğer bu özelliklere sahipseniz, patronunuz çok yakın zamanda sizin iyi bir çalışan olmadığınızı ve işine yaramadığınızı düşünmeye başlayabilir. Bu da, bütün finansal geleceğinizi risk altına sokar. Inc.com'dan Adam Heitzman'ın haberine göre üretken olmayan çalışanlar 3’e ayrılıyor. - Çok laf, az iş yapanlar! Sempatik ve fazlasıyla coşkulu olduğundan aslında pek de iş yapmadığı gözden kaçabilir. - İşi sonuca varmayacak olanlar! Bir projenin devamının gelmeyeceğini anlayan çalışan bir süre sonra işle ilgilenmeyi bırakabilir. -Sadece tembel olanlar! Üretken olmadığını herkesin bildiği tembeller… Durum ne olursa olsun, bu kişiler aynı özellikleri taşıyor. İşte o özellikler… 1- Şikâyetçi Olmak Kime ya da hangi konuda şikâyet edildiği önemli değil. Bir çözüm yolu sunmadan şikâyetçi olanlar, iş yapmaktan uzaklaşır. Şikâyet etmek, üretken olmaktan daha kolaydır ama yalnızca zaman kaybı yaratır.

İhtiyarlık Hastalığı

İhtiyarlık Hastalığı    İhtiyar adamın biri, hastalanıp yatağa düşer. Çocukları doktor çağırır. Doktor gelir, hastanın şikâyetlerini dinler, tansiyonunu, nabzını ölçer, sırtını dinledikten sonra:    - "Neyiniz var bey amca?" diye sordu. Hasta:    - "Ah! Sorma evladım, başım ve beynim ağrıyor." Doktor:    - "Merak etme! Bu ağrılar hep ihtiyarlıktan." Hasta:    - "Fakat gözümde de bulanma ve kararma var." Doktor    - "Önemli değil, ihtiyarlıktan." Hasta:    - "Sırtımda çok şiddetli bir ağrı var." Doktor:    - "O da ihtiyarlıktan." Hasta:    - "Doktorcuğum! Ne yersem dokunuyor, hazmedemiyorum." Doktor:    - "Bak bey amca! Mide hazımsızlığın da ihtiyarlıktan..." Hasta:    - "Oğlum! Rahat nefes alamıyorum, nefesim daralıyor." Doktor:    - "Bakınız, bu da ihtiyarlıktan. İnsan ihtiyarlayınca, akciğerleri iyi işleyemez olur." deyi

Ağır Bir Hastanın Yatağı

Ağır Bir Hastanın Yatağı Bugün bazılarımızın derin bir uykuya daldığı yumuşak yatakların üzerinde, bir zamanlar ağır bir hasta da yatmıştır. Yani bir zamanlar ağır bir hasta, şimdi üzerinde yattığımız yumuşak  yatağın en çelimsiz maliki olmuş, orada kökü kurumaya başlayan bir sarmaşık gibi kıvrılarak, çözülüp gitmekle dünyada kalmak arasında tereddütlü bir mevsime ev sahipliği etmeye başlamıştır. Ağır hasta, bu tereddütlü mevsimde göğsüne bir miktar hayat taşıyabilmek için, insanla nefesi arasındaki en uzun yolculuğa çıkmış; belki de ilk kez o vakit, şimdiye kadar kolaylıkla içine çektiği "bir tek nefesin" büyük bir kaya parçasından çok daha ağır olduğunu anlamıştır. Şimdiye kadar sayısız nefesi tüketen bedeninin artık bir tek nefesi bile kaldırmakta güçlük çektiğini yaşayarak anlamış olmak, belki de insanın dünyada ulaşabileceği bilgeliğin en son noktasıdır... Dünyadaki en verimkâr okul, ağır bir hastanın yatağıdır. Ağır bir hastanın yatağının kenarında oturan he

Tarih, Tevazu'nun Kanatlarında Yükselir...

Tarih, Tevazu'nun Kanatlarında Yükselir... Kendilerinden önceki öncü, dev insanlara saygı duymayanlar, kendilerine saygı duyulmasını bekleyemezler. Bunlar, kibri tavan yapan acınası cücelerdir. Kibrin olduğu yerde fikir barınamaz. Oysa tarih, tevazu'nun kanatlarında yükselir. Ancak tevazu sahibi olan insanlar, mevzi'lerini / hadlerini bilirler, mevzu'larını / izini sürerler. Kurucu kaynaklarını yitiren toplumlar, nereye, ne'yle, nasıl ve niçin gitmeleri gerektiğini bilemezler... İnsanlığa, dikkate değer hiç bir şey veremezler. Bırakınız insanlığa dikkate değer bir şeyler verebilmelerini, önlerini bile göremezler, geleceğe emin adımlarla yürüyemezler. “Fikriyat” olmadan “külliyat”, “külliyat” olmadan da “medeniyet” olmaz!” Medeniyet, hissiyatla kurulmaz, fikriyatla kurulur; fikriyatın oluşturduğu külliyatın dalga dalga yaydığı, yeşerttiği, yemiş verdiği diriltici ruhla... Fikriyat, insanlığın hakikatle buluşmasını sağlar... Külliyat, hakikatin hayat

Kur'ân-ı Kerim, “KİTAB-I HAKİKAT”; Peygamberimiz, “KİTAB-I HAYAT”tır.

Kur'ân-ı Kerim, “KİTAB-I HAKİKAT”; Peygamberimiz, “KİTAB-I HAYAT”tır. Kur'ân, Kitab-ı Hakikat'tir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem ise, “Kitab-ı Hayat” ve “Kâinât" . Hakikat Kitabı'nın hayata aktarılması gerekir. Hakikat Kitabı'nın hayata aktarılması içinse, anlaşılması ve hayata nasıl aktarılabileceğinin anlatılması, adım adım bizzat, bilfiil gösterilmesi şarttır. İşte Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem bunun için vardır. Eğer, Kur'ân yalnızca okunarak anlaşılacak ve hayata aktarılacak bir kitap olmuş olsaydı, Peygamberimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem gönderilmesine gerek kalmazdı. Meselenin püf noktası şurası: Kur'ân İlâhî Söz'dür: Hakikatin özüdür. Hakikatin özünün çarpıtılmadan, bizzat ve bilfiil beşerî dünyaya aktarılması, Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem olmadan doğrudan ve doğurgan bir şekilde mümkün olmazdı. Hakikatle doğrudan irtibat kuran bir beşer olan bizatihî

Allah Korkusu

Allah Korkusu Cenâb-ı Hak buyuruyor: “...(Ey Nebî!) O mütevâzı, itaatkâr ve samîmî insanları müjdele! Onlar ki Allâh anıldığı zaman kalbleri titrer…” (Hac, 34-35) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “Allâh katında iki damla ve iki izden daha sevimli bir şey yoktur: İki damla; haşyetullâh sebebiyle akan gözyaşı ile Allâh yolunda akıtılan kan damlasıdır. İki iz de; Allâh yolunda (cihâd ederken) bırakılan iz ile Allâh’ın farzlarından birini edâ esnâsında bırakılan izdir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 26/1669) Hazret-i Ebû Bekir Radiyallahü Anh’ın Allâh korkusunu aksettiren şu misal ne kadar ibretlidir: Ebû Bekir Radiyallahü Anh berrak bir havada dışarı çıkmıştı. Semâya bakıyor, Allâh Teâlâ’nın kullarına ibret için sergilediği bin bir türlü kudret akışlarını seyrediyordu. Gözü bir kuşa takıldı. Ağacın dalına konmuş, güzel sesiyle tatlı tatlı ötüyordu. Hazret-i Ebû Bekir içini çekti. Gıpta ve hasretle kuşa şöyle seslendi: “–Ne mutlu sana ey kuş! Vallâhi ben