Ağır Bir Hastanın Yatağı

Ağır Bir Hastanın Yatağı

Bugün bazılarımızın derin bir uykuya daldığı yumuşak yatakların üzerinde, bir zamanlar ağır bir hasta da yatmıştır. Yani bir zamanlar ağır bir hasta, şimdi üzerinde yattığımız yumuşak  yatağın en çelimsiz maliki olmuş, orada kökü kurumaya başlayan bir sarmaşık gibi kıvrılarak, çözülüp gitmekle dünyada kalmak arasında tereddütlü bir mevsime ev sahipliği etmeye başlamıştır. Ağır hasta, bu tereddütlü mevsimde göğsüne bir miktar hayat taşıyabilmek için, insanla nefesi arasındaki en uzun yolculuğa çıkmış; belki de ilk kez o vakit, şimdiye kadar
kolaylıkla içine çektiği "bir tek nefesin" büyük bir kaya parçasından çok daha ağır olduğunu anlamıştır. Şimdiye kadar sayısız nefesi tüketen bedeninin artık bir tek nefesi bile kaldırmakta güçlük çektiğini yaşayarak anlamış olmak, belki de insanın dünyada ulaşabileceği bilgeliğin en son noktasıdır...

Dünyadaki en verimkâr okul, ağır bir hastanın yatağıdır. Ağır bir hastanın yatağının kenarında oturan herkes, ilk kez her şeyi bedeniyle öğreten bir öğretmenin öğrencisi haline gelir. Ve ilk kez orada, hiçbir kitabın, hiçbir nasihatin, hiçbir açıklayıcı kılavuzun veremediği, veremeyeceği bir insanlık bilgisiyle donanmaya başlarız. Ansızın göze gelip oturan bir hayat ışığının, yine ansızın bir göz bebeğini terk edip gittiğini o okulda öğreniriz. Bir insanın, başka insanların bakışlarında nasıl da çaresizce kendi mukadderatının izlerini aradığını o okulda
öğreniriz. O okulda, bir bedenin sıskalaşmasını, bir kolu kaldırmanın bir parmağı oynatmanın bir sözcüğü fısıldamanın aslında ne kadar ağır bir yüke dönüşebildiğini de öğreniriz. Orada öğreniriz ki, insan en çabuk eriyen varlıktır ve ona en büyük yenilgisi yine ancak kendi bedeni tarafından tattırılabilir.

Ağır bir hastanın yatağına serilen çarşafların rengi, daha serildiği anda solmaya başlar. O canlı renk yerini, soluk, sade, göz boyamaktan uzak başka bir renge bırakıverir. Hiçbir renk bu kadar kısa sürede parıltısını kaybetmez. Sanki ağır hastanın bedeni, altına serilen çarşafın rengini can havliyle derisinin altına giydirmiş, ona yapayalnız yolculuğun, dünyanın son anlarının, her şeyin beyhudeliğinin öteki rengini vermiştir. Ağır bir hasta, ister göçüp gitmiş,
isterse dünyanın zamanına geri dönmüş olsun, bir zamanlar onun kullandığı nevresim, serildiği ölüm beşiğinden aldığı izleri bize göstermeye devam edecektir. Sonraları o nevresimler altımıza her serildiğinde, üstümüze her örtüldüğünde, bizi de tedirgin bir mevsimin ortasında uyumaya mahkûm edeceklerdir. İstenildiği kadar yıkanıp kurulanmış olsun, geçmişte kalmış bir ölüm ikliminin soluk renkleri, ağır hastanın çarşafından bir kez bile silinmeyecektir...

Ağır bir hastanın yatağı, dünyanın en uzak ülkesidir. Ona ne kadar yakın durursak duralım, kıyısına ne kadar kolay ilişirsek ilişelim, yine de onun sınırları bizim ulaşamayacağımız kadar ötede bir yerdedir. Bizim şifa sözcüklerimiz, taşıdığımız ilaçlar, kuru dudağa götürdüğümüz bir yudum su, hayat cihazlarımız sadece birer ulaktırlar. Bütün bunlar, içerisinde tek kişinin yaşadığı o uzak ülkeye yapacağımız gayretkeş birer yardımdan ileri gitmez. Belki de bir insana ağır hasta denmesinin sebebi, sınırlarından kimsenin içeriye giremediği o tek kişilik ülkeye mahkûm olmasındandır. Zaten insanlardan hiçbiri, sınırı geçip o ülkeye girmek de istemez.
İstemez çünkü orada artık ne mevsimler, ne büyüleyen günbatımları, ne serapa kırlar, ne de kayalıkların arkasından dünyaya gülümseyen bir güneş yoktur. Ağır bir hastanın yatağındaki bütün canlılık, bizim ona çok uzaktan gönderdiğimiz bir hayat desteğinden ibarettir...

Bugün kimilerimizin evlerinin kasvetli odalarında, ve bugün önünden umarsızca geçeceğimiz kimi hastahanelerin pencere gerilerinde bazı ağır hastalar, bize, gövdemizin en uzak kıyısını işaret edip duracaklardır. Sanki sağlam bir kayadan bir parça taş koparır gibi dünyadan bir parça nefes koparacaklar, o nefesleri uç uca ekleyerek hayat evlerini bir kez daha kurmaya çabalayacaklardır. Çelimsiz göğüslerine koparıp getirdikleri her nefes, eriyen bedenlerindeki her kıpraşma, o çok heveskâr 'yaşamak çıraklarını' nasıl da şevke getirecektir. Hayatta pek çok ip kopmuş, pek çok ip düğümlenmiştir. Ama ağır bir hasta, uzandığı netameli ülkede,
kopan bir ipi bir daha düğümlemenin imkansız olduğunu hepimizden çok daha iyi bilir. Ağır bir hastanın yatağı, insanın dünyaya hiçbir zaman doyamadığını gösteren en kurak ülkedir.
İnanmıyorsanız, ağır bir hastaya, "bugün rengin nasıl da yerine gelmiş" diye bir iltifatta bulunun. Tabii şuuru açıksa...

Ali Ayçil  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis