Kayıtlar

Sevinme Oyunu

Sevinme Oyunu   Polyanna, tek başına yaşamın güçlüklerine karşı koymaya çalışan bir kız çocuğudur. Kendisine bir süre Yardımsevenler Derneği yardım etmiştir. Şimdi teyzesinin yanında kalmaktadır.  - Polyanna, her şeyde sevinilecek bir yön buluyorsun. - Bu bir oyun benim için, Nensi.  (Nensi, Polyanna’nın teyzesi evinde çalışan hiçmetçi kızdır) - Oyun mu? Ne oyunu? - Sevinmek oyunu. Sen bilmez misin? - Hayır, nasıl bir oyun bu? Bana da anlatsana! Polyanna güldü. Sevinme oyununun öyküsünü anlatmaya başladı: - Bu oyunu oynamaya Yardımsevenler Derneğine gelen bir sandıkta, bir koltuk değneyi çıkınca başladık.  - Koltuk değneği mi? - Evet.  Ben, babamdan bir bebek istemiştim. Babam da bu isteğimi Yardımsevenler Derneğine bildirdi. Dernek, kendilerine yardım eden kimseler: “Küçük bir kız için oyuncak bebek gönderin” diye yazmış. Bir gün Yardımsevenler Derneğine bir sandık geldi. İçinden bebek çıkacak diye beklerken, bir koltuk değneği çıktı. Bunu gönderenler, sandığa bir de

Memleket İsterim

Memleket İsterim  Memleket isterim  Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;  Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.  Memleket isterim  Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;  Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.  Memleket isterim  Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;  Kış günü herkesin evi barkı olsun.  Memleket isterim  Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;   Olursa bir şikâyet benden olsun.        Cahit Sıtkı TARANCI

Ye Kürküm Ye

Ye Kürküm Ye  Hoca, çağırıldığı düğün yemeğine eski elbisesiyle gider fakat kimse oralı olmaz. Kendisine buyur eden çıkmaz. Buna, Hocanın canı çok sıkılır. Keramettin kıyafetinde olduğunu düşünerek evine gelir ve yabanlık kürkünü giyer. Bu kez, gerine gerine düğün evinin kapısını çalar. Herkeste bir iltifat, bir ikram!... - Buyur Hoca, şöyle bu tarafa buyur! - Buyurunuz Hoca hazretleri! Hocayı sofrada baş köşeye oturtturlar. Sıra yemeğe gelince, Hoca kürkünün ucunu sofraya doğru tutarak: - Buyur kürküm, ye kürküm ye! demeğe başlar.  Bundan bir şey anlamayanlar: - Hayrola Hoca efendi, ne oluyor? derler. - Hoca da başından geçenleri anlattıktan sonra:  İkram bana değil de kürke olunca, bu güzel yemekleri yemek elbette onun hakkıdır!... der.  Nasrettin Hocadan Fıkralar

Bilim Şenliği

Bilim Şenliği  Benim adım Serhat.  Geçen yıl öğretmenimiz, yıl sonu kutlaması için bilim şenliği yapmamızı önerdi. Çok iyi bilmediğimiz bir etkinliği, büyük bir heyecanla gerçekleştirmeye karar verdik.   Hazırlıklara başladık. Şenlikte sunacağımız deneyleri araştırdık, hazırladık. Aramızdaki dayanışmayı görmeliydiniz. Deney malzemelerini bulamayan arkadaşlarımıza malzeme getiriyor, eksikliklerini tamamlıyorduk. Herkes en güzeli başarmak, şenliği hatasız atlatmak için üzerine düşeni fazlasıyla yapıyordu. Çalışkan arılar gibiydik. Yalnız biz mi? Annelerimiz, babalarımız, kardeşlerimiz de... Deneylerimizi kim bilir kaç kere dinlediler. Kaç kere biten deney malzemelerini yeniden aldılar. Her zaman bizim yanımızda oldular. Bütün hazırlıklarımız tamamlandı. Davetiyeler gerekli yerlere iletilmişti. İçimizdeki heyecan, sevinç şenlik günü yaklaştıkça daha da büyüyordu. Nihayet büyük bir heyecanla beklediğimiz gün geldi.   O gece heyecandan uyuyamadım. Sabah erkenden kalktım, hazırlandım.

Dedesini Dinlemişti

Dedesini Dinlemişti    O akşam televizyonda uzak bir ülkede yaşayan bir halkın, özgürlük için nasıl savaştığını anlatan bir filim gösterildi. Filim sona erince dedesi Dilara’ya:   -   Bak Afrika’da insanların özgürlük için nasıl savaştığını gördün mü? diye sordu.    Dilara hala küçük olduğu için dedesine: - Ne dedin, ne? diye sordu. - İnsanların özgürlük için nasıl savaştığını gördün mü? diye sordum. - Ya özgürlük ne demek dede? - Özgürlük, özgür olmak, serbest olmak, demektir. - Ben özgür müyüm? - Tabi, yavrum. Bak sen istediğin gibi yaşıyorsun. Koşup oynuyorsun, şarkı söylüyorsun, annenle ve babanla gezmeye gidiyorsun. Evin ve ailenin çok sevilen yavrususun. Sana hiç kimse dokunmuyor.  - Hayır, öyle değil, dedi Dilara. Geçen gün annemin ruju ile dudaklarıma sürdüğüm zaman anneanne bana öyle bağırdı ki az kalsın dayak yiyecektim. - O başka, dedi dedesi.  - Ama dün de bağırdı! - Neden? - Ana caddeyi kendi başıma geçtiğim için!... - Bak, orada haklı. Sen hala k

Örnek Kardeşler

Örnek Kardeşler  Bir zamanlar köyümüzde iki kardeş yaşarmış. Birbirini o kadar çok sevip sayarlarmış ki görenler hayret içinde kalırmış. Ormanda odun kesmek gerekirse, birlikte gider keserlermiş. Elbirliğiyle tarlayı sürüp eker, ekinleri de hep böyle biçerlermiş. Bu iş senin, şu da benim demeden bütün işleri ortaklaşa görürlermiş. Anlaşmayıp kavga ettikleri hiç olmamış, kısacası benzeri görülmemiş bu sevginin.  Aradan çok zaman geçmiş... Kardeşler hep böyle sevinç ve mutluluk içinde yaşarlarmış. Bir keresinde de büyük kardeş küçüğüne: Hep başkalarının kavga ettiklerini görüyoruz. Hadi biz de bir kere kavga edelim, demiş. - Peki ağabey, diye cevap vermiş küçük kardeş. - Ama nasıl kavga edelim, sebepsiz kavga olmaz ki? - Evet, haklısın, demiş ağabey. Fakat ne yapayım; insanların nasıl, niçin kavga ettiklerini çoktandır merak ediyorum. En sonunda anlaşmışlar. Köye yakın küçük bir tarlaları, tarlada da bir armut ağacı varmış. Ağacın altına gidip büyüğü küçüğüne demiş: -  Sen

Osmanlı'da Vakıf Malı Hassasiyeti

Osmanlı'da Vakıf Malı Hassasiyeti Osmanlı insanı vakıf malına karşı çok titiz davranır ve onun bir kuruşunun bile haksız yere üzerine geçmesini mideye cehennem ateşi doldurmakla eşdeğer olarak görür ve bundan şiddetle korkar ve kaçınırdı. Halk arasında anlatılan ve Hz. Süleyman (Aleyhisselam) ile serçe kuşu arasında geçen bir hikaye, aslında bu ahlakla ahlaklanan Osmanlı halkının vakıf malı ve haram lokmaya karşı hassasiyetinin de bir ifadesidir: Hikaye şöyle: Bir gün Hz. Süleyman ile serçe kuşu kendi aralarında konuşup sohbet ediyorlardı. Sohbet esnasında konu Hz Süleyman’ın muhteşem saltanatına gelince serçe kuşu Hz. Süleyman'a "Ey Süleyman! İstersem senin sarayını da, saltanatını da yıkabilirim!" der. Bunun üzerine gülümseyen Hz. Süleyman "Ey kuş, senin sıkletin (ağırlığın) nedir ki benim sarayımı yıkacaksın!" diye sorunca kuş şöyle der: "Gider gagamla vakıf malından bir parça alırım. Sonra da onu sarayının üstüne bırakırım. Ondan sonra

Hazreti Ömer Ve Devlet Malı

Hazreti Ömer Ve Devlet Malı kul hakkı yemeyin dediğim için ekip halinde bana saldıran, papağanlıkla suçlayan arkadaşlara gelsin.. siz her dakka kul hakkı yerken papağan olmuyorsunuz da ben size sürekli bunları anlaınca mı papağan oluyorum... buyrun okuyun ibret alın... Hazreti Ömer (r.a.). Halife. Bir gece. Makamında. Ashabtan biri ziyaretine gelir. Selam verir. Selamı alınmamıştır. Oturur. Ömer işiyle meşgul. Sahabe bekler. Ömer çalışır. Selam alınmamış, yüzüne bile bakılmamıştır. İş biter. Ömer mumu söndürür. Bir başka mumu yakar. O anda selamını alır. Konuşmaya başlar. Sahabe sorar: - Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın ve niçin bir mumu söndürüp diğer mumu yaktın ve ondan sonra benle konuşmaya başladın? Hazreti Ömer (r.a.): - Evvelki mum devletin hazinesinden alınmışdı.O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes'ul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra seninle meşgu

Vakıf Zerdalisi

Vakıf Zerdalisi Ahmed Câmî hazretlerinin bir zaman canı zerdâli istedi. Nefsine; "Bir yıl oruç tutarsan zerdâli veririm." dedi. Nefsi bunu kabûl etti. Bir yıl oruç tuttu. Bir yıl, tamam olunca nefsi seslenip; "Ben hizmetimi bitirdim. Sen de verdiğin sözü yerine getir!" diyordu. Babadan miras kalan bir bağı vardı. Oraya gitti. Bağda bir hayvan öldürülmüş ve karnı deşilmişti. Mîdesinde çiğnenmeden yutulan zerdâliler vardı. Onlardan bir tane alıp temizledi. Nefsi feryad edip; "Senin bana vermeyi söz verdiğin zerdâli böyle hayvan mîdesinden çıkarılan zerdâli değildi." dedi. "Bu da zerdâlidir. Eğer îtirâz edersen, bunu da vermem." dedi. Nefsi kabûl etmedi. "Tek bana bunu verme! Başka bir şey istemem." dedi. Sonra birkaç tâne zerdâliyi daldan kopararak eline aldı. Dostu Ebû Tâhir'in yanına varınca, zerdâlileri önüne koydu. - Ahmed! Bize vakıf zerdâlisi mi getirdin? Dedi. - Vakıf değildir. Kendi ağacımdan, kendi elimle to

Yolculuğa Çıkarken Riayet Edebileceğimiz İslâm’ı Ölçüler!

Yolculuğa Çıkarken Riayet Edebileceğimiz İslâm’ı Ölçüler! Allah Resulü Sallallahü Aleyhi Vesellem;  “es-Seferu kıt’atün mine’l-azâbi, yemneu ehadeküm taâmehu ve şerâbehu ve nevmehu. Fe izâ kadâ ehadeküm nehmetehu fe’l-ya’cel rucûahu ilâ ehlih.” “Sefer(yolculuk), azaptan bir parçadır. Size, yemenizden, içmenizden, uykunuzdan (bir nebze) alıkoyar. Sizden biriniz, seferiyle kastettiği hacetini bitirince ehline dönmede acele etsin.” buyruluyor. Bu hadis-i şerif doğrultusunda, seferle kastettiğimiz ihtiyacımızı bitirdikten sonra ailemize, işimize dönmede acele etmeliyiz. Bu da bize bildirilen sefer adaplarından biridir. Her şeyin, dozunda ve kararında olması herhalde evlâdır.  Yolculukta, münkerât dediğimiz yasaklanmış şeylerden ve mekrûhât dediğimiz çirkin şeylerden kesinlikle uzak durmalıyız. Zaten ister seferde, ister hazerde bunlardan uzak durulması ebetteki zorunludur... Ancak sefer çeşitli yönleri itibariyle günahlara daha da açıktır. Orada biraz daha hassas olunmalıdır.

Muhabbete Lâyık Bir Gülşen

Muhabbete Lâyık Bir Gülşen Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.” (Nisâ, 19) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Mü’minlerin îman bakımından en mükemmeli, ahlâkı en iyi olanıdır. Sizin en hayırlılarınız da, kadınlarına karşı ahlâken en hayırlı olanlarınızdır.” (Tirmizî, Radâ, 11/1162) Hz. Peygamber (sav)’in kadınlara olan nezâketine âit şu misâl ne güzeldir: Bir seyâhette Enceşe adlı bir hizmetçi şarkı söyleyerek develeri hızlandırdı. Hz. Peygamber (sav) de, hızlanan develer üstündeki hanımların zayıf vücûdları incinebilir düşüncesiyle, zarîf bir teşbîhte bulunarak: “Yâ Enceşe! Dikkat et, camlar kırılmasın!” buyurdular. (Buhârî, Edeb, 95; Ahmed, III, 117) H

Kimseyi Hor Görme!

Kimseyi Hor Görme! Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay hâline!” (Hümeze, 1) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Saçı-sakalı birbirine karışmış, eski-püskü elbiseler içinde, kimsenin îtibâr etmediği niceleri vardır ki, Allâh’a yemin etse, Allah onun yeminini boşa çıkarmaz.” (Tirmizî, Menâkıb, 54/3854) “Her gördüğünü Hızır, her geceyi Kadir bilmek” düsturunu, hiçbir zaman hatırından çıkarmamalıyız. Zira kulların Allah katındaki değerini, Allahʼtan başkası bilemez. Cenâb-ı Hak, kıymet ve üstünlüğü “takvâ” şartına bağlamıştır. Takvâ ise kalptedir. Kalbin pencereleri sadece Allâh’a açıktır. İnsanların kalplerindekileri bilmek mümkün olmadığından, Hak katında kimin daha üstün olduğu da bilinemez. Bu bakımdan ibâdullâhʼı istikār, yani Allâhʼın kullarını hor görmek, dolaylı yoldan kendini üstün görmek mânâsına gelir ki, bu hâl, İslâm ahlâkıyla aslâ bağdaşmaz. Rasûlullah (sav) Efendimizʼin şu beyanları da, bu hususta mühim bi

Kibirli Zengin

Kibirli Zengin Kibirli ve zengin birisi kapısına gelen bir fakire bir şey vermediği gibi, onu hem paylar hem de kapıyı yüzüne kapatır... Zavallı fakir içlenir; bir tarafa çekilir ve oturur, ağlamaya başlar... Bir kör, onun ağlamalarını duyar. Kalkar yanına gelir, niçin böyle üzgün olduğunu, ağladığını sorar. Fakir olanı biteni anlatır. Kör, teselli vererek, üzülmemesini, kendi evine gelmesini, evinde kalmasını, ekmeğini çorbasını kendisiyle paylaşmasını ister ve ısrarda eder. Fakir onun içtenliği ve ısrarı karşısında kabul eder, onunla gider. Kör ona karşı çok güzel bir konukseverlik gösterir. Fakirin, hem karnı doyar hem de gönlü hoş olur. Gönlü öyle hoş olur ki, o hoşnutluk içinde: - Sen bana evini açtın, sen bana gönlünü açtın, Kadir Mevla’mda senin gözünü açsın, diye dua eder. Gece olur, körde bir gariplenir bir gariplenir ki, o gariplik içeresinde gözünden birkaç damla yaş damlar, gözleri birden açılır. Görmeğe başlar. Körün görmesi ile ilgili haber b

Hased ve Kıskançlık Ne Kötü Bir Huydur

Hased ve Kıskançlık Ne Kötü Bir Huydur Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Hased etmekten sakının. Çünkü hased, sevapları aynı ateşin odunu yediği gibi yer." (Ebu Davud)     Bir kişi hased yaptığında, biraz derin olarak düşünürse, sanki Allah-u Zülcelal'in taksimatının üzerinde itiraz etmiş gibi olduğunu anlayacaktır. Oysa, Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:  "Yoksa Allah'ın insanlara (kendi) lütfundan verdiklerini, onlardan kıskanıyorlar mı?" (Nisa, 54)     Allah-u Zülcelal bir kişiye mal vermiştir, bir kişiye ilim vermiştir, bir kişiye de İslam hizmeti yapmayı nasip etmiştir. Böyle bir kişiye kıskançlık yaparak kin beslemek ve küsmek, Allah-u Zülcelal'in taksimatına razı olmamak gibidir. İşte kıskançlık öyle kötü bir şeydir ki, sahibini hem dünyada hem de ahirette büyük zararlara uğratır. Onun için Hasan-ı Basri (Rahmetullahi Aleyh) şöyle demiştir: "Ey insanoğlu! Niçi

Hacı Veyiszade Mustafa Efendi’nin Duası

Hacı Veyiszade Mustafa Efendi’nin Duası Yastığım seccade olsun, uykum namaz kılsın, soluğum zikir çeksin Allah'ım. Ayağımdan başıma, doğduğumdan bu yaşıma bütün günahlarıma tövbe ya Rabbi! Öleceğime bütün kalbimle inanıyorum, Azrail'i karşıma güler yüzle çıkar ya Rabbi! Gözümün ışığını, beynimin dimağını, elimin, kolumun, ayaklarımın direncini, tüm vücudumun güç ve kuvvetini elimden alma ya Rabbi! Bakışım ibadet, sükûtum tefekkür olsun. Konuşmam zikir yapsın. Göz açıp kapayıncaya kadar bizi nefsin elinde bırakma ya Rabbi! Her nefeste dilimi zikirden, kalbimi şükürden, beynimi fikirden ayırma ya Rabbi! Aileme kötülük yapmak isteyenlere mani ol Allah'ım. Allah'ım, günahlarını affettiğin sıddıklardan eyle. Onların sohbetlerine, zikirlerine ilhak eyle ya Rabbi! Yeni doğmuş sübyan gibi karşına çıkarmayı nasip eyle! Bizleri salih kulların arasına katıver. Defterimin kapanmayacağı hayırlar yapmayı nasip et. Naim cennetinin varislerinden eyle. Annemi ve b