Kayıtlar

Derdimin İlâcı Viranedir

Derdimin İlâcı Viranedir Adaletiyle meşhur İran hükümdarlarından Nuşirevan, hastalanmış, ölüm döşeğine yatmıştı. Evlâtlarını toplayıp onlara vasiyetlerini söylemeye başladığında, içlerinden biri: — Baba, senin derdine hiçbir çare bulunmaz mı? dedi. Nuşirevan: — Olmaz olur mu? Her derdin bir çaresi vardır. Benim derdimin devası ise, viranede öten baykuşun etidir. Eğer ülkemde bir harabede öten baykuş bulur, bana getirirseniz derdimin çaresi bulunmuştur, dedi. Hükümdarın oğulları bu işe sevindiler. Dört yoldan İran'ın her yanında virane aramaya başladılar. Fakat ne kadar aradılarsa bulamadılar. Çünkü hükümdar milletine o kadar hizmet etmişti ki, ülkenin hiçbir yerinde, kendi haline terkedilmiş bir virane bulmak imkânsız hale gelmişti. Hükümdarın çocukları, babalarına üzülerek bir virane bulamadıklarını söylediler. Nuşirevan, zaten bulamayacaklarını daha önceden biliyordu. Onların haline gülümseyerek ruhunu teslim etti. Fakat bu hükümdar, Peygamberimizin:

Ne Güzel Sözler

Ne Güzel Sözler Üzülme! Derdin ne olursa olsun, bir abdest al nefes gibi ve bir seccade ser odanın bir köşesine. Otur ve ağla. Dilersen hiç konuşma. O seni ve dertlerini senden daha iyi biliyor unutma! Ben bir garip insanım... Ne tahtım var ne tacım... Tut elimden Allah’ım yalnız Sana Muhtacım! Küçük Bir Söz Yakarsa İçini... Dost bildiklerin anlamazsa seni... Boş ver dökme içini... Yaratana aç elini; ser yüreğini… Saat kaç? Niye kaçsın ki? Kaçan elimizdeki fırsattır. Ömür takviminin kopan sayfalarıdır, hayat ağacımızın dökülen yapraklarıdır. Gönül dünyamızın solan gülüdür. Nihayetinde kaçan saatler, geri getiremeyeceğimiz dünlerimizdir. “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” Kanuni Sultan Süleyman

19 Yaşında Kumandan

19 Yaşında Kumandan Peygamber Efendimiz, irtihaline yakın bir sırada İslâm ordusunun başına Zeyd bin Haris'in 19 yaşındaki oğlu Üsame'yi kumandan tâyin etmişti. O sırada bir sefre çıkılacaktı. Resülüllah: — “Harbe iştirak etmek isteyenler, Medine dışında Üsame'nin çadırı etrafında toplansınlar”, Diye emir buyurdu. Ordu Medine dışına karargâh kurmuştu. Resulüllah'ın hastalığının şiddetlendiği haberi geldi. Hazreti Usame: — Resülüllah bu kadar ağır hasta iken, sefre çıkmak pek doğru olmaz, dedi ve üç gün orduyu bekletti. Uç gün içinde de, Efendimiz irtihal-i Darî beka eyledi. Resülüllah vefat edip yerine Hazreti Ebubekir halife olarak geçince, Üsame'nin kumandanlığını yerinde bulmayan ve genç olduğunu ileri süren bazı ashap: — Ya Ebu bekir! Usame daha çok genç... Onu azledip yerine başka birini nasbetseniz daha iyi olmaz mı? diyerek azlini teklif etmişlerdi. Hazreti Ebubekir çok hiddetlendi ve: — Resulüllah'ın tâyin ettiği bir kum

Hz. Musa Aleyhisselâm'nın Cennetteki Komşusu

Hz. Musa Aleyhisselâm'nın Cennetteki Komşusu Hazreti Musa Aleyhisselâm: — Ya Rabbi! Bana Cennetteki komşumu bildir, Diye ilticada bulunmuştu. Hak Teâlâ Musa Aleyhisselâm a: — Falan yere git! Senin komşun falan yerdeki kasaptır, Diye tAli Radiyallahü Anh matta bulundu. Hazreti Musa Aleyhisselâm tarif edilen yere gitti, kasabı buldu ve evine misafir oldu. Kasap akşam eve gelirken yanında bir miktar et getirmişti. Eve geldikleri zaman misafirden izin istedi ve onları pişirdi, bir zembil içinde tavanda asılı olan annesini indirdi, altını kuruladı ve eti parçalara bölerek onun ağzına vermeye başladı. Musa Aleyhisselâm Cennet komşusunun kim olduğunu öğrenmeye başlamıştı, sinek vızıltısı gibi bir sesin geldiğini farkedip: — Ne diyor? Diye sordu. Kasap annesini yerine astıktan sonra misafire: — Bu benim annemdir. Ben bunu senelerden beri bu şekilde yedirir, içirir ve bütün ihtiyaçlarını temin ederim. O da bana her zaman: “Oğlum Allah seni Cennette Musa

Hz. Ömer Radiyallahü Anhin Oğluna Sopası

Hz. Ömer Radiyallahü Anhin Oğluna Sopası Hazreti Ömer Radiyallahü Anh’ın oğlu hastalanmıştı. Doktora götürdüler. Doktor ise Yahudi i idi. Yahudi i’bakalım halife kendi oğluna da Allah'ın emrini tatbik edecek mi' diye, Hazreti Ömer Radiyallahü Anh’ın oğluna sarhoş edici bir madde içirdi. Onu ilâç zannederek içen halifenin oğlu kendinden geçtikten sonra, Yahudi inin teşvikiyle kızına da zina etti. Muradına eren Yahudi i sokağa çıkıp: — Ömer Radiyallahü Anh’ın oğlu benim kızıma zina etti, Diye bağırmaya başladı. Dedi - kodu her tarafa yayılıyordu. Hazreti Ömer Radiyallahü Anh, meseleyi tahkik ettirdiğinde hakikaten oğlunun Yahudi inin kızına zina ettiğine kanaat getirdi ve yüz sopa vurulmasına karar verdi. Hazreti Ömer Radiyallahü Anh: — Zina eden benim oğlum olduğu için sopayı ben vuracağım, dedi ve seksen sopa vurunca oğlu öldü. Yirmi sopa da oğlunun ölüsüne vuran halife, ağlamaya başladı. Diğer ashap: — Ya Ömer Radiyallahü Anh ağlama şeriatın emridi

Behlül Dâna'nın Evlenmesi

Behlül Dâna'nın Evlenmesi Behlül Dânâ'yı annesi ve kardeşi Harun er-Reşid, evlenmesi için ikna etmişler ve düğün yapıp gelin getirmişlerdi. Onların hatırı için evlenen Behlül, zifaf gecesi hanımıyla başbaşa kaldığı zaman, başını hanımının karnına koydu ve bir müddet dinledi. Dânâ, hanımını karşısına alıp şunları söyledi: — Şu ana kadar seninle evli idik, fakat şu andan itibaren seni üç talakla boşadım. Bundan sonra benim dünya - ahiret kardeşimsin. Sabah oldu. Damadı görmeye hazırlananlar, onu gelinle bulamadılar. Halife Harun er-Reşid, telâş içinde kalmıştı. Behlül'ü dergâhında buldular: — Suçsuz bir kadını bir gecede niçin boşadın? Diye sordular. O: — Sizden ayrılıp da içeri girdiğim andan itibaren, içerde bir kısim sesler duymaya başladım. Ben bu sesler nereden geliyor Diye araştırmaya başlayınca, gelinin karnından geldiğini anladım. Kulağımı verip iyice dinledim ki, ilerde gelecek olan çocuklar, kapının ağzına toplanmışlar bağrışıyorlar. Onlardan k

Bir Çuval Toprak Ve Arsa

Bir Çuval Toprak Ve Arsa Eski Endülüs Hükümdarlarından biri fakir bir kadının arsasına yeni bir saray yapılmasını emretti. Arsa hükümdarın sarayına alındı ve hükümdar arsanın bedelini de ödemiyordu. Müşkül durumda kalan kadın, çareyi, hükümdarı, kadıya şikâyet etmekle buldu. Zamanın Şeyhü'l îslâmı, kadını dinleyip haklı olduğuna hükmettikten sonra, hükümdara hiç bir şey söylemeden bir çuval ve bir de kazma kürek alıp kadının arsasından toprak doldurmaya başladı. Padişah sarayından Şeyhü'l îslâmı seyrediyor kendi kendine: — Herhalde Şeyhü'l İslâm aklını oynatmış olsa gerek, diyordu. Şeyhü'l İslâm çuvala bir miktar toprak doldurdu ve sırtına alıp götürmek istedi. Fakat ihtiyar olduğundan ve toprak da ağır olduğundan kaldıramamıştı. Biraz daha toprak koyup çuvalı ağzına kadar doldurdu. Tekrar kaldırmak istediğinde tabi ki, kaldıramaz! Şeyhü'l İslâmın bu acaip halini seyreden hükümdar daha fazla sabredemeyip huzuruna çağırdı ve: — Hocam, sen bu zayıf h

Sessizce cihad yapabilmenin 8 yolu

Sessizce cihad yapabilmenin 8 yolu Hepimiz Elhamdülillah Müslümanız ve gerçekten bunun için çok şükretmeliyiz... Şükretmenin yanında hayatımıza ekleyeceğimiz küçük detaylarla da Allah'a Celle Celalühü daha yaraşır bir kul olabiliriz. Belki siz de benim gibi İslami gruplara girip etkinlikten etkinliğe koşup aktif olabilecek kadar özgüvene sahip değilsiniz ya da müsait zamanınız yok. İşte tam bu haller için bu listeye bir göz atın... 1- Mescit dualarını yaygınlaştırmak. Biliyoruz ki Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, unutulmuş sünnetlerini yayana 100 şehit sevabı verileceğini müjdelemiştir. Çok basit bir hareketle, unutulmuş ya da uygulamaya çok sık geçirilemeyen bir sünneti hep birlikte yayabiliriz. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem mescide girerken "Allah'ım! Rahmet kapılarını bana aç." Müslim, mescitten çıkarken de "Allah'ım! Fazlından rahmetini talep ederim." Müslim diye dua edilmesi gerektiğini buyurmuşlardır. İşte bu dua

Abdülkadîr Geylani İle Kırk Eşkiya

Abdülkadîr Geylani İle Kırk Eşkiya Gavs-ül Vasilin Abdülkadir Geylânî, küçük yaşta ilim tahsiline başlamıştı. Daha dokuz yaşında iken annesinden izin alıp Bağdat'a ilim tahsiline gitti. Giderken annesi oğlunun beline kırk altın bağlamış ve bazı nasihatlarda bulunarak: — Oğlum sakın, ne olursa olsun yalan söyleme! Diye tenbihte de bulunmuştu. Abdülkadir'in de içinde bulunduğu kervan, Bağdat yolunda devam ediyordu. Bir vadiden geçerken kervanın önünü kırk kişilik bir eşkiya kesti. Eşkiyalar kervanda işlerine yarayan ne varsa aldılar. Ayrılacakları zaman, içlerinden biri Abdülkadir Geylânî'ye: — Senin neyin var? Diye sordu. O hiç tereddüt etmeden: — Belimde kırk tane altınım var! ., dedi. Eşkiyalar üzerini bile aramaya lüzum görmedikleri çocuğun öyle söylemesine hayret etmişlerdi. Onu alıp reislerinin yanına götürdüler. Reis: — Evlâdım biz seni aramayacaktık. Sen niye bende altın var dedin ve başını derde soktun, dediğinde, Abdülkadir: — Ben d

Sözünde Durmak

Sözünde Durmak Peygamberimize henüz peygamberlik gelmemişti. Mekke'de Muhammed-ül Emin olarak bilinirdi. Bir gün bir arkadaşıyla buluşmak üzere bir mahal tesbit etmişlerdi. Tayin edilen yere Muhammed-ül Emin tayin edilen saatte vardı. Fakat arkadaşı verdiği sözü unutmuştu. İki gün sonra arkadaşı sadece verdiği sözü yerine getirmek için tayin edilen yere geldiğinde, Muhammed-ül Emin'i orada bekler vaziyette bulup hayretler içinde kaldı. Adam Hazreti Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem den özür dilemek istediğinde, O: — Ben sadece vazifemi yaptım. Seni burada bekleyeceğimi söylemiştim ve bekledim. Ben senin başına bir hal gelmiştir Diye üzülmüştüm, diyerek onun gönlünü aldı ve ismine lâyık olduğunu bir kere daha ispat etti. (Alıntı)

Peygamberimizin İki Mu'cizesi

Peygamberimizin İki Mu'cizesi Hazreti Ömer Radiyallahü Anh’ın oğlu Abdullah anlatıyor: — Ensardan bir sahabî, Hazreti Peygamberin huzuruna gelip bazı şeyler sormak istediğini söyledi. Resûlüllah ona: — Otur! dedi. Biraz sonra Sakîf Kabilesinden bir zat geldi, o da bazı şeyler öğrenmek istediğini söyledi. Resûlüllah ona da: — Otur! dedi. O da oturdu. Hazreti Peygamber, Ensara: — Evvelâ sen geldiğin için, önce senin suallerine cevap vereceğim, dedi. Ensar: — Ben sıramı Sakif'li kardeşime veriyorum ya Resûlallah! dediğinde, Efendimiz, Sakafi'ye: — Ne söyleyeceğini sen mi söyleyeceksin, ben mi söyleyeyim? buyurdu. Sakafî: — Siz buyurun ey Allah'ın Resulü, dedi. Peygamber Efendimiz: — Namazdan, secdeden, rükudan soracaktın, buyurdu. O: — Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, evet! Dedi. Peygamberimiz, ona namaz hakkında lüzumlu malûmatı verip gönderdiler. Sakafî ayrıldıktan so

Hiç Yemeden Üç Gün Oruç

Hiç Yemeden Üç Gün Oruç Hazreti Hasan ve Hüseyin (r. anhüma) hastalanmışlardı. Hazreti Ali Radiyallahü Anh ve Fatıma validemiz, çocuklarının iyileşmesi halinde üç gün oruç tutmayı adadılar. Çok geçmedi hastalar şifaya kavuştu, baba ve anne de oruçlarına başladılar. Birinci gün sahura kalkıp niyet ettiler ve akşama arpa ekmeğinden iftarlıklarını hazırladılar. Akşam oldu, tam iftar edecekleri sırada, bir fakir gelip: — Allah için bana bir yiyecek verin. Açım, dedi. Onlar yemeye hazırlandıkları yemeklerini, hiç başlamadan tamamını o fakire verdiler. Tabii bu durumda gece yiyecekleri bir şey bile kalmamıştı. Akşam bir şey yemedikleri gibi, sahura da kalkmadan oruçlarına devam ettiler. Sabahtan akşama kadar iftarlık bir şeyler hazırlamışlar ve iftara hazırlanıyorlardı. Bu sefer de bir yetim gelip: — Şey'en lillah - Allah için bir şey, dedi. Onlar yine ağızlarına almadan önündekilerinin tamamını yetime verip, su ile iftar ettiler. İftarsiz, sahursuz, oruçlarına deva

Rasûlullah’ın Ümmeti Olabilmek

Rasûlullah’ın Ümmeti Olabilmek Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız: Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Âl-i İmrân, 110) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Allah Teâlâ’nın benden önceki her bir ümmete gönderdiği peygamberin, kendi ümmeti içinde sünnetine sarılan ve emrine uyan ihlâslı ve seçkin yakın çevresi ve ashâbı vardı. Bu samimi çevre ve ashâbından sonra, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklarını yapan kimseler onların yerini aldı. Böyle kimselerle eliyle cihad eden mü’mindir, diliyle cihad eden mü’mindir; kalbiyle cihad eden de mü’mindir. Bu kadarcığı da bulunmayanda hardal tanesi ağırlığında bile iman yoktur.” (Müslim, Îmân 80) Cenâb-ı Hakk’a şükürler olsun ki, biz âciz kullarını meccânen, yâni bir bedel ödemeksizin Habîb-i Ekrem (sav) Efend

Hakkıdır, Hak'ka Tapan, Milletimin İstiklal!

Hakkıdır, Hak'ka Tapan, Milletimin İstiklal! Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Bir kısım insanlar, müminlere: "Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!" dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!" dediler.” (Âl-i İmrân, 173) Rasûlullah (sav) buyuruyor: “Ey kitab’ı (Kur’an’ı) indiren, bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allahım,  şu düşmanı  perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl!” (Buhârî,Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20) (Osman Nuri Topbaş) İstiklal Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül! ne bu şiddet bu celal? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal, Hakkıdır, Hak'ka tapan, milletimin istiklal

Melekler Ordusu

Melekler Ordusu Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu. Allah bunu (meleklerle yardımı) sadece müjde olsun ve onunla kalbiniz yatışsın diye yapmıştı. Zaten yardım yalnız Allah tarafındandır. Çünkü Allah mutlak galiptir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.” (Enfâl, 9-10) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Ümmetime ağır gelmeyecek olsaydı, hiçbir seriyyeden geri kalmaz, hepsine katılırdım. Allâh yolunda şehîd olmak, sonra diriltilmek tekrar şehîd olmak yine diriltilip tekrar şehîd olmak isterdim.” (Buhârî, Îman, 26; Müslim, İmâre, 103, 107) Huvaytıb bin Abdüluzza der ki: “Ben Bedir’de müşriklerle birlikte bulunmuş, ibret verici şeyler müşâhede etmiş ve melekleri görmüştüm. Onlar gökle yer arasında Kureyşlileri öldürüyor, esir ediyorlardı. O zaman kendi kendime; Bu zât (Peygamber Efendimiz) muhakkak Allâh tarafından korunuyor! dedim. Gördüğüm şeylerde

Birlikte Rahmet Vardır!

Birlikte Rahmet Vardır! Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Hep birlikte Allâh’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allâh’ın size olan nîmetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nîmeti sâyesinde kardeşler olmuştunuz…” (Âl-i İmrân, 103) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binâlar gibidir.” (Buhârî, Salât 88, Mezâlim 5; Müslim, Birr 65) Müslümanlar birlik ve beraberlik içinde bulunmaz, birbirlerine sımsıkı kenetlenmezlerse, Allâh’ın sevgisinden mahrum kaldıkları gibi, güçlerini ve kuvvetlerini de kaybeder, ayakta duramaz ve yıkılır giderler. Nitekim bunun pek çok misâli mevcuttur. Kısacası, hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere: “Cemaat rahmet, ayrılık azaptır.” (Ahmed, IV, 278, 375; Heysemî, V, 217) Toplumun birlik-berâberlik ve huzur içinde yaşayabilmesi için gerekli olan husus ise, fertlerin birbirlerini anlamaya çalışmasıdır

Aldatan Bizden Değildir!

Aldatan Bizden Değildir! Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.” (Nisâ, 29) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Aldatan bizden değildir." (Müslim, İman, 164) Ebû Hanîfe Hazretleri, ticaretle geçinen hayli servet sahibi zengin bir kimse idi. Ancak ilimle meşgul olduğundan ticârî işlerini vekili vasıtasıyla yürütür, kendisi de yapılan ticaretin helâl dairesi içinde olup olmadığını kontrol ederdi. Bu hususta o derece hassastı ki, bir defasında ortağı Hafs bin Abdurrahman'ı kumaş satmaya göndermiş ve ona: "-Ey Hafs! Malda şu şu özürler var. Onun için bunu müşteriye söyle ve şu kadar ucuza sat!" demişti. Hafs da, malı İmâm'ın belirttiği fiyata satmış, ancak ondaki özrü müşteriye söylemeyi unutmuştu. Durumu öğrenen Ebû Hanîfe Hazretleri, Hafs'a: &q

Merhametin Îcâbı

Merhametin Îcâbı Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Îmân edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem, 96) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri, Allâh’ın kendisine Kur’ân verdiği ve gece-gündüz onunla meşgul olan (onunla yaşayıp tebliğ eden) kimse, diğeri de Allâh’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece-gündüz O’nun yolunda infâk eden kimse.” (Buhârî, İlim, 15; Müslim, Müsâfirîn, 266) Ehl-i merhametin en büyük özelliği; paylaşmak ve ikram etmektir. Bunun en yüksek derecesi de, kendinden koparıp vermek, yani îsardır. İslâm tarihinin altın sahîfeleri, bu şuurla mücehhez merhamet kahramanlarının eşsiz fedâkârlıklarıyla doludur. Onlar fedâkârlıkla öyle bir kıvâma, öyle bir makāma ermişlerdir ki, bir muhtaçla karşılaştıklarında, onun müslüman olup olmadığına bakmak bir yana, insan olup olmadığına bile bakmaz, Allâh’ın sair mahlûkatından bir zavallı köpekle bile rı