Kayıtlar

Pîri Muazzam Hz. Şeyh Şaban-ı Velî

Pîri Muazzam Hz. Şeyh Şaban-ı Velî Kastamonu, Taşköprü ilçesi, Gökçeağaç Bucağı (Hanönü ilçesi) Çukurçayı köyünde babasız olarak doğdu. (1470 Fatih dönemi) 3 yaşında Annesini kaybetti. Anadan yetim, babadan öksüz kaldı. Taşköprülü hayırsever bir hanım tarafından evlad edinilerek okutuldu. İlk tahsilini ve hafızlığını Kastomonu’da, yüksek tahsilini de İstanbul’da yaptı. Tefsîr, hadîs, fıkıh ve zamanın fen ilimlerini öğrendi. İkinci Bayezıd dönemi idi. Saray başta olmak üzere Halvetilik revaçtaydı. İstanbul’da genellikle Fatih Medresesinde kaldı. Boş zamanlarında tekkeleri dolaştı, tasavvufa meraklıydı, nihayet müderrislik icazetini alarak Kastamonu’ya dönmek üzere yola çıktı. Hz Pir; birkaç arkadaşıyla1498 yılında Bolu’dan geçerken, arkadaşları Hayreddin Tokadi Dergahı’na gidelim diye ısrar ettiklerinde; ilahi ve zikir seslerini duyup sanki geleceğini görüyor gibi uzunca bir zaman düşündü ve sonra dedi ki; ”Onlar Hak âşıklarının gönlüne cezbe salarlar, onlar bir zincirci tai

Maruf el-Kerhî Kuddise Sirruh

Maruf el-Kerhî Kuddise Sirruh Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz Adı Maruf bin Feyruz veya Feyruzan; künyesi Ebu Mahfuz, nisbesi el-Kerhî. Tebe-i tabiîn neslinden. Pekçok tabiî ile görüştü. Davud et-Taî'nin mürîdi, Seriy es-Sakatî'nin şeyhi. Anne-babası Hristiyan’dı. Küçük yaşta onu Mesîhî bir muallime teslim ettiler. Muallim ona "teslis" inancını telkin ederek: "Allah üçün üçüncüsüdür." deyince O: "Hayır, Allah tektir." diye karşılık verdi Bu cevaba sinirlenen muallim onu iyice dövdü. O' da mektepten kaçtı. Ehl-i Beyt-i Resûl'den İmam Ali Rıza'nın yanına vardı, müslüman oldu. Ne bulduysa onun nezdinde ve hizmetinde buldu. Marufun mektepten kaçarak ortalıktan kaybolması annesini ve babasını pek üzdü. Kendi kendilerine şöyle karar verdiler: "Eğer oğlumuz geri gelirse hangi din üzere dönerse biz de onun dinine gireriz". Neden sonra Maruf çıktı, geldi; evin kapısını çaldı. Sordular: "Hangi din üzere döndün?" O

Aziz Mahmud Hüdâyi Rahmetullahi Aleyh Hazretleri

Aziz Mahmud Hüdâyi Rahmetullahi Aleyh Hazretleri Buzları Kaynatan Aşk Hüdâyi Hazretleri, tasavvuf denizine dalmış, vahdetin halis ırmaklarından gönül kovasını doldurmuştu. Mürşidi Üfdâde Hazretlerini Allah kapılarına ulaştıran bir güneş olarak görünüyor ve onun eteğine öyle sarılıyordu. Ona öyle candan hizmet ediyordu ki; sanki başını onun yolunda ayak yapmıştı. Bursa'da derin ve şiddetli bir kış hüküm sürüyordu. Mevsim, kara kış denilen mevsimdi. Evlerin saçakları, buzların billur avizeleriyle dopdoluydu. Hüdâyi, bir sabah gözlerini açtı ki; mürşidinin abdest vakti gelmiş, yüce mürşid halvetten çıkmış, o hâlâ abdest suyunu ısıtmaya vakit bulamamıştı. Ateş yakacak zaman da yoktu. Neredeyse mürşidi kendisine seslenecekti. Pürtelaş, bakır ibriği kaptı. Kaptı ama ibrik sanki buz kesmişti. Telaştan ne yapacağını şaşırmış bir halde, buz kesmiş ibriği kalbinin üstüne koydu ve sıkıca sarıldı, Rabbine sığındı. Üftâde Hazretleri, ağır ağır merdivenin basamaklarından iniyor

Akşemsettin Hazretleri

Akşemsettin Rahmetullahi Aleyh Hazretleri " Konstantiniye bir gün mutlaka feth olunacaktır. Onu feth eden asker ne büyük bir asker, onu fetheden kumandan ne büyük bir kumandandır. " buyurmuştu güzeller güzeli Peygamber Efendimiz (S.A.S) 14 Asır önce müjdelenmişti İstanbul'un fethi, kıymetlilerin en kıymetlisi tarafından. Alemde kaç kişiye nasip olurdu, Allah'ın sevgilisinin övgüsüne mazhar olmak? Allah aşkı için, Resulu Ekrem sevdası uğruna; gözü, gönlü Allah'a dönük nice Hakk dostu, nice Hakk sevdalısı dayanmıştı surların kapısına. Ama bir Osmanlı vardı ki Onu kuranlar hamurunu imanla yoğurmuş, aşkla işlemişti. Osmanlı sultanlarının herbiri bu şerefe mazhar olmak için dayanmıştı Bizans'ın kapısına... Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri Î. Murat'a şöyle söylüyordu. – Sultanım, fetih şu bizim köseyle, sizin Mehmed'e nasip olur, ben dahi o günü göremem! Üstâdının bu sözlerini duyan Akşemseddin büsbütün vahdet deryasına atıldı. Çünkü kendisi

Fatih Sultan Mehmed Rahmetullahi Aleyh’in Hocaları

Fatih Sultan Mehmed Rahmetullahi Aleyh’in Hocaları Bazıları, Osmanlı şehzâdelerini yalnız ana kucağında eğitilmiş zannederler. Hâlbuki şehzâdelerin eğitimi, 5-6 yaşından itibaren başlardı. Ayrıca; silah kullanma, ata binme, ok atma, avlanma, gürz kullanma... Gibi dallarda da en iyi bir şekilde yetişirlerdi. Gençliklerinde ise; devlet idaresine hazırlanmak için, sancaklarda vazifeye başlarlar; buralarda, padişahlık sırasını beklerlerdi. Meselâ; Fâtih Sultan Mehmed Hânı yetiştiren, devrin en meşhur hocalar kadrosu, şu âlimlerden kurulu idi: Şeyhülislâm: Molla Hüsrev, Molla Gürânî. Mutasavvıf Ve Tıp Âlimi: Akşemseddin. Vezir: Molla Hayreddin, İbni Temcîd, Hoca Yusuf Sinan Paşa. Vezir Ve Şâir: Molla Ayas, Bursalı Ahmet Paşa. Nişancı: Çelebizâde Abdülkadir Âmidî, Hasan Çelebi, Hatipzâde Mehmet, Molla Sirâceddin Paşa. Kazasker: Müslihiddin Mustafa Efendi. Müderris: Kınalı Abdülkadir Hamidî. Ayrıca, birçok yabancı hocalar da vardı. Böylece, iyi bir eğitim göre

Şeyh Edebâli Rahmetullahi Aleyh Hazretleri

Şeyh Edebâli Rahmetullahi Aleyh Hazretleri Şeyh Edebâli, Osmanlı Devleti'nin Kuruluşunda hizmeti geçen büyük ALLAH DOSTU İslâm âlimidir. Osman Gazi'nin kayınpederi ve hocasıdır. Karaman'da ilk eğitimini alan Şeyh Edebâli, eğitimini ilerletmek amacıyla Şam'a gitti. Şam'da hâdis-i şerif, tefsir ve fıkıh ilimlerinin eğitimini aldı. Ancak her Allah dostunun geçtiği yollardan, o da geçti ve aldığı ilim ona yetmedi. Mevlâna Celâleddin-i Rûmi'ye tâbî oldu; gerçek İslâm'ı öğrendi. Mürşid-i Kamil oldu. Bu sırada Selçuklu Devleti, çöküntüye doğru gidiyordu. Moğollardan kaçan Oğuz Boyları, Anadolu'ya büyük gruplar halinde gelerek çeşitli bölgelere yerleşiyorlardı. Bu Boylardan biri de Kayı Boyu idi. Kayı Boyu'nun başında, Ertuğrul Bey bulunuyordu. Ertuğrul Bey ve oğlu Osman Bey'in velilere olan saygı, hürmet ve ilgileri, büyük bir devletin müjdesini veriyordu. Ertuğrul Gazi, bir gece gittiği Kur'ân-ı Kerim sohbetinde, o güne kadar işitmedi

Müslüman Köylü, Küçük Yahudiler ve "Devlet Sözü"

Müslüman Köylü, Küçük Yahudiler ve "Devlet Sözü" Almanya-Yugoslavya sınırındaki Meinfurg şehrinde, o gün olağanüstü birşeyler yaşanıyordu. Sadece tank sesleri ve askerlerin ayak sesleri duyuluyordu. Kaçışan, ağlaşan insanlar vardı. Hitler'in askerleri tek tek evleri basıyor, içinde Yahudi yaşayan evleri ateşe veriyor, çoluk çocuk herkesi askeri araçlara bindirip toplama kamplarına gönderiyorlardı. O güzel, yemyeşil sınır şehri, artık griye dönüşmüştü. Şehrin biraz dışlarında yaşayan Abraham Wirtsovzt 12 yaşındaki oğlu Mişon ile 4 yaşındaki Amy'yi giydirdi, yanlarına biraz yiyecek ve giyecek verdi ve yanaklarından öptü. "Sürekli geceleri, güney-doğuya yürüyün. Kimseye Yahudi olduğunuzu söylemeyin ve konuşmayın, hep saklanın.. Savaş bitince gelip, sizi alacağım." dedi. Çocuklar o gecenin kör karanlığında yürümeye başladılar. Abraham gözyaşlarını sildi: "Tanrım onları koru!" dedi. Bir süre sonra evi askerler basmış ve Abraham ile

Haldeh: Bir Arap Köyü (حلدح) إحدى قرى عشيرة المحلمية في تركيا

Haldeh: Bir Arap Köyü (حلدح) إحدى قرى عشيرة المحلمية في تركيا Haldeh bir Arap köyüdür. Beni Bekr Aşiretinin bir kolundan gelmektedir. Türkiye’de Mardin ilinin doğusunda yer almaktadır. Bu yazıyı genç bir kişi kaleme almıştır. Bu genç bize Haldeh’i anlatacak. Bu genç Haldeh’te dünyaya geldi. Haldeh, dağlar arsında yer alır. Bu nedenle bulutlar sisler arasında kalır. Etrafında vadi ve tepeler vardır. Buğday ve darı ekili verimli tarlaları ve üzüm bağları vardır. Dağlarına tepelerine yayılmış meşe palamudu ağaçları vardır. Yağış mevsiminde şarıl şarıl akan dereleri vardır. Köyün huzur veren sessizliğinde dere şırıltılarını duyarsınız. Köyde sabahlar çok güzel olur. Köy evleri adeta güneşi karşılar. Köy güneşi, saçları omuzlarına dökülmüş güzel bir kız gibidir. Köylüler sabahları horoz sesiyle uyanır, ocaklarını yakmaya başlar. Ocakta kaynattıkları sütle, tandır ekmeği, tereyağı ve pekmez yerler. Çiftçiler tarlarına gider. Çobanlar hayvanlarını otlaklara götürür. Şehirde i

Bir Garip Çobanın Sırlı Duası

Bir Garip Çobanın Sırlı Duası Günahkâr bir adamdı, ayık gezmezdi. Bütün bir köy halkı yaka silkiyordu adamdan, ölse de, kurtulsak diyorlardı. Bir karısı vardı bu adamın, bir de kendisi. Hiç çocukları olmamıştı. Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu. Kadın ise, adamın haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı. Otuz yıldır evliydiler, döverdi, kızardı, her gün biriyle kavga ederdi. Ama kocasıydı işte, evinin erkeği idi. Adam iyice yaşlanmıştı artık. Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyordu, titreyen elleriyle sigarasını zor sarıyordu. İyice zayıflamıştı, zaten kısacık olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor, ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin diye yalvarıyordu Allah’ a… Adam bir sabah evden çıktı, fakat ertesi sabah oldu, dönmedi. Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını. Kim bilir yine nerde sızıp kalmıştı! Köyün üst tarafındaki çeşmenin başın