Aziz Mahmud Hüdâyi Rahmetullahi Aleyh Hazretleri
Aziz Mahmud Hüdâyi Rahmetullahi Aleyh Hazretleri
Buzları Kaynatan Aşk
Hüdâyi Hazretleri, tasavvuf denizine dalmış, vahdetin halis
ırmaklarından gönül kovasını doldurmuştu. Mürşidi Üfdâde Hazretlerini Allah
kapılarına ulaştıran bir güneş olarak görünüyor ve onun eteğine öyle
sarılıyordu. Ona öyle candan hizmet ediyordu ki; sanki başını onun yolunda ayak
yapmıştı.
Bursa'da derin ve şiddetli bir kış hüküm sürüyordu. Mevsim, kara
kış denilen mevsimdi. Evlerin saçakları, buzların billur avizeleriyle
dopdoluydu.
Hüdâyi, bir sabah gözlerini açtı ki; mürşidinin abdest vakti
gelmiş, yüce mürşid halvetten çıkmış, o hâlâ abdest suyunu ısıtmaya vakit
bulamamıştı. Ateş yakacak zaman da yoktu. Neredeyse mürşidi kendisine
seslenecekti. Pürtelaş, bakır ibriği kaptı. Kaptı ama ibrik sanki buz kesmişti.
Telaştan ne yapacağını şaşırmış bir halde, buz kesmiş ibriği kalbinin üstüne
koydu ve sıkıca sarıldı, Rabbine sığındı. Üftâde Hazretleri, ağır ağır
merdivenin basamaklarından iniyordu. Kucağında ibrikle Hüdâyi'yi gördü.
-Dök bakalım suyu evlâdım.
Diye buyurdu.
Hüdâyi, mürşidinin eline soğuk suyu nasıl dökecekti? Lâkin emri
yerine getirmek gerekti. Çekinerek ve utanarak üstadının mübarek eline su
dökmeye koyuldu. Üftâde Hazretleri, her zamanki gibi abdestini alıyordu.
Döktüğü suyun sanki kaynamış gibi soğuk havayla karşılaşınca, hafif bir duman
çıkardığını gören Hüdâyi, şakınlık içerisinde bakarken üstadı:
-Aziz'im, bu su, odun ateşiyle ısınmış suya benzemiyor. Aşkının
ateşi, elimizi yaktı.
-Ey Rabbim! Bu Hüdâyi, bana çok güzel hizmet ediyor, ona da
padişahlar hizmet etsin!… Diye dua etti...
16 yıl kadar sonra, Sultan Ahmed Han bir gece rüyasında;
Avusturya Kralı ile güreşe tutuştu. Şiddetli bir boğuşmadan sonra, sırt üstü
yere düştü. Kral, göğsünün üzerine çıkıp oturdu.
Bu rüyanın tesiriyle uyanan Sultan, derhal tabiri için bir Allah
dostu aramaya koyuldu. İşte o dem, veziri kendisine Aziz Mahmud Hüdâyi
Hazretleri'nden bahsetti. Sultan, rüyasını kendi eliyle yazdı ve itimada şayan
bir adamıyla, Üsküdar'daki dergâha gönderdi.
Hüdâyi Hazretleri ise Allah’ü Teâlâ’nın bildirmesiyle rüyadan
haberdardı. Önceden tabirini yapıp, aynı itinayla bir mektup şeklinde Sultan'a
göndermek için hazırlamıştı. Padişahın adamı, kapıyı çalınca hiçbir sual
etmeden:
- Al, sorularının cevabı burada. Dedi.
Sultan, mektubu defalarca okudu.
- En kuvvetli dayanak topraktır, insanın en kuvvetli uzvu da
sırtıdır. Sırtınız toprakla birleşerek, güç üstüne güç kazanıyor. Bu ise, yüce
İslâm'ın küffara galebesi demektir. İşte rüyanın içindeki gerçek! Allah
kılıcınızı keskin etsin...
Böylece Sultan, ezelde kendisi için tayin edilen mürşidiyle
tanışmıştı ve ömür nefeslerinin incilerini, O'nun yanında, O'na karşı
hürmetlerin en güzelini göstererek tüketiyordu.
Hüdâyi Hazretleri, elli yaşlarını geride bırakmışlardı. Bir gün,
Osmanlı Hünkârı at üstünde, Üsküdar çarşısında geziniyordu. O an yol güneşi,
gönüllere gaybî inciler saçan sultanı Hüdâyi Hazretleriyle karşılaştı, hemen
atından indi ve hürmetlerin en güzeliyle mürşidine atına binmesini rica etti.
Bir süre sonra, Hüdâyi Hazretleri at üstünde, Osmanlı İmparatorluğu'nun yüce
hakanı ise yaya olarak yürüyorlardı. Bir müddet gittikten sonra:
- Ey devletlü Sultanım, yanımda yaya olarak yürümenizi asla
istemem. Ne var ki, şeyhimin emri yerini bulsun diye bindim dedi ve böylece
mürşidinin senelerce önce söylediği sözü vuku bulmuş oldu.
Mürşidine hürmetlerin en güzelini gösteren Osmanlı sultanları,
Osmanlı'yı Nizam'ul Âlem yapanlardı. Onlar, koskoca bir imparatorluğu
yönetirken, Allah'ın en sevgililerin yardımı doğrultusunda yönetmişlerdi ve
işte koskoca bir imparatorluğun temellerini bu şekilde sağlamlaştırmışlardı.
(Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder