Bir Garip Çobanın Sırlı Duası
Bir Garip Çobanın Sırlı Duası
Günahkâr bir adamdı, ayık gezmezdi. Bütün bir köy
halkı yaka silkiyordu adamdan, ölse de, kurtulsak diyorlardı.
Bir karısı vardı bu adamın, bir de kendisi. Hiç
çocukları olmamıştı. Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına
memnundu. Kadın ise, adamın haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı.
Otuz yıldır evliydiler, döverdi, kızardı, her gün
biriyle kavga ederdi. Ama kocasıydı işte, evinin erkeği idi.
Adam iyice yaşlanmıştı artık. Öksürük nöbetleri
uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyordu, titreyen
elleriyle sigarasını zor sarıyordu.
İyice zayıflamıştı, zaten kısacık olan boyuyla bir
çocuk gibi kalmıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor, ahir ömründe olsun
şu adamın hali biraz düzelsin diye yalvarıyordu Allah’ a…
Adam bir sabah evden çıktı, fakat ertesi sabah oldu,
dönmedi. Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını. Kim bilir yine nerde
sızıp kalmıştı!
Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce,
orada içerdi adam, bulamadı. Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bi yanına
baktı, yoktu.
Eve gelmiştir belki diye koşarak geri geldi, hayır,
dönmemişti. Güneş inmek üzereydi, bir acele abdest aldı, namaz durdu.
Duası bitmek üzereydi ki, kapının çalındığını duydu.
Kocasıydı gelen. Adamın yüzü sapsarı kesilmişti.
Öksürüyordu, eliyle göğsünü işaret ediyordu. Kadın koluna girdi kocasının,
güç-bela sedire kadar taşıdı.
Uzandı adam, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu.
Doğrulmak ister gibi yaptı, hakkını helal et diyecekti, lafının sonunu
getiremedi, başı yastığa düştü, ölmüştü…
Kadıncağız kocasının başında epey bir ağlayıp feryat
etti. Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı. Kalktı, imamın
evine gitti. Hocam. Diyebildi hıçkırarak, bizimkisi…
Söyleyemiyordu, ama İmam Efendi durumu anlamıştı.
Kadının yüzüne baktı, köylü ne der diye düşündü, bocaladı. O mendebur bir kez
bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini, deyip kapıyı
kapadı.
Kahroldu kadın. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşündü.
Kimseleri yoktu ki, çaresiz eve döndü. Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı
beyaz bir çarşafa sardı, omuzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu. Caminin
köşesinden dönerken, muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu
gördü.
Bir kez daha düğümlendi boğazı, cenazesi omuzundan
kayarken, dizlerinin üzerine çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı. Hışımla
yaklaştı muhtar:
Onu nereye götürüyorsun, dedi, mezarlığa götüreyim
deme sakın! Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin o herifin
elinden…
Kadın gözlerini çarşafın üzerine dikmiş, öylece
duruyordu. Birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki Kalabalık yanından
korkuyla uzaklaşırken, cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye
başladı.
Kan ter içinde kalmıştı kadın, artık adım atacak
hali yoktu. Kendi kendine;
Şuracığa gömeyim adamımı, dedi, kimseler rahatsız
olmaz burada…
Tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, bir çobandı
gelen. Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı. Üzüldü çoban, gözleri doldu. Dert
etme, dedi, ben yardım ederim sana. Bir çukur kazıp cenazeyi gömdüler. Çoban
başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti. Birkaç çiçek buldu kadın,
toprağın üstüne serpti. Çobana dualar ederek evine döndü.
Yorulmuştu. Camın kenarına oturup uzaklara daldı. Uyuyup
kaldı oracıkta.
Ertesi sabah imamın kapısını telaşla çaldı muhtar.
Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da ‘ İmam Efendi, İmam Efendi…’ diye
bağırıyordu. İmam korkuyla açtı kapıyı.
Bir rüya gördüm, dedi muhtar, hocam o berduş, o
serseri adam Cennet’teydi. Bana gülüyor, hakkım sana bile helal olsun diyordu.
Rüyayı duyana imamın benzi attı, kendisi de hemen
hemen aynı rüyayı görmüştü. Gel hele, içeri gel demeye kalmadı ki, köyün
delisini gördüler.
Koşarak geliyor, bir yandan da bağırıyordu:
Demedim mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm,
rüyamda…
Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü
söyleyince, kadının yanına gitmeye karar verdiler. Özür dileyecek, kendilerini
affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi. Bir şeyler olmuştu
ama neydi?
Eve vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı. Kapıyı
yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı. Gelenler olan biteni anlatıp özür diledi,
cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular. Kadıncağız her şeyi
anlattı, can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler.
Bir yandan yürüyor bir yandan da aralarında
konuşuyorlardı; bu çoban bir evliyaydı herhalde, belki de Hızır’dı, aslında
ölen adam da o kadar kötü bir adam değildi.
Tarif edilen yere geldiklerinde çoban koyunlarını
otlatıyordu. Gelenleri görünce ayağa kalktı, hayırdır inşallah dedi. Oturdu,
onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar. Çoban söylenenlerden hiç bir şey
anlamamıştı, cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı. Ben bir garip kulum, dedi;
cenazeyi defnettik, başucunda oturup dua ettim sadece, hepsi bu.
Merakla nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da
söyledi;
“Allah’ım, ben dağda koyunlarımı
otlatırken kulların gelir yanıma, selâm verirler. Senin selâmınla gelen senin
misafirindir der, ağırlarım. Süt ikram eder, azığımı paylaşırım. Şimdi de ben de
sana bir misafir yolluyorum, sen de onu şanına lâyık olarak ağırla!”
Oh be sonunda ödev bitti. :b 5 korumalı artı geliyo jshdosls
YanıtlaSil