Kayıtlar

Yoksul Ve Zengin

Yoksul Ve Zengin Rasül-ü Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem her zamanki gibi meclisinde oturmuş ve dostları da etrafında halka şeklinde, onu bir yüzük taşı gibi ortaya almışlardı. Bu arada eski elbiseli fakir bir Müslüman kapıdan içeriye girdi. İslami adetlere göre herkes her hangi mevkide olursa olsun bir oturuma girince nerede boş yer bulursa hemen oraya oturmalıdır. 'Benim canım şurasını istiyor' görüşüyle özel bir yere oturmak gerekmez. O adam etrafına bakındı ve boş bir yer buldu; gitti oraya oturdu. Tesadüfen ileri gelen zenginlerden birisinin yanına oturmuştu. Zengin adam elbisesini toplayarak ondan biraz uzaklaştı. Bu hareketleri izleyen Resul-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem ona dönerek: - Fakirliğinden sana bir şey geçer diye mi korktun? - Hayır ya Rasülallah. - Servetinden ona bir pay düşer diye mi korktun? - Hayır ya Rasülallah. - Elbiselerin kirlenir diye mi korktun? - Hayır ya Rasülallah. - O halde niçin yanından uzaklaşıp bir kenara çekildin?

Yoksula Ekmek Veren Eli Kıran Babanın Akıbeti!

Yoksula Ekmek Veren Eli Kıran Babanın Akıbeti! Bağdat’ı kıtlık kasıp kavuruyordu. En çok etkilenenler de hamallardı. Günlerdir eli ekmek görmeyen bir hamal, halini arz ettiği bir evden verilen ekmeği alınca sevinçle evine doğru hızlandığı sırada karşıdan gelen öfkeli bir adamın ‘Bu ekmekleri hangi evden adın?’ sorusuna muhatap olunca, geriye dönüp parmağıyla ekmek aldığı evi işaretledi. Bunun üzerine hızla yürüyen adam, öfkeyle geldiği evinde, ‘Ekmeği kim verdi hamala?’ diye bağırdı. Hanım korkudan kızını gösterdi. Güya acıyacağı kızına tepki göstermeyeceğini düşünüyordu. Ancak elindeki sopayla kızının ekmek veren eline öyle bir darbe indirdi ki cimri baba, bilek kemiğinin çat diye kırılmasına bile aldırmayarak söylendi: “Ben her isteyene ekmek verseydim bu evde ekmek kalır mıydı şimdiye kadar?” Hâlbuki Rabbimiz, “Verdiğim nimete şükrederseniz nimeti çoğaltırım, etmezseniz elinizden alır, şükür edene veririm. Size de azabım şiddetli olur!” buyuruyordu. Nitekim bu şükürsüzl

Zaman Hesabı

Zaman Hesabı Farz edin ki, bir banka size her gün 86,400 dolarlık bir hesap açıyor. Yalnız, önceki günden bir sonraki güne hesabınızı aktarmıyor. Her gün 86,400 dolarlık yeni bir hesap. Ve her akşam ne kadarını kullandığınıza bakmadan hesabınız kapatılıyor. Bu durumda ne yapardınız? Bütün parayı kuruşuna kadar hepsini çekip kullanmak isterdiniz muhakkak. Hepimizin böyle bir bankası var: Zaman Bankası. Her sabah, hesabımıza 86, 400 saniye yatırılıyor ve her gece hesabımız kapatılıyor. Hayırlı bir amaç için kullanıp kullanmadığınıza bakılmaksızın, her gün bu devran böyle dönüyor. Bir günden diğer güne bir saniye bile eklenemiyor. Her sabah yeni bir hesap... Her gece sıfırlanan ve kapatılan hesap... O günkü hesabınızı layığınca kullanamadıysanız, bu sizin zararınıza. Geriye dönüş yok, "yarın"dan borçlanma imkânı da yok! Kısacası, bugünün mevduatını kullanmaktan başka çaremiz yok. Onu en güzel yatırımlarla sonsuzluğa köprü yapmak elimizde ama… • Bir yılın değ

Zamansız zamanlar

Zamansız zamanlar Çok zaman önceydi. O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu. İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı. Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı. Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan. Bir parçasına dün dedi, diğer parçasına bugün, öteki parçasına da yarın. Sonra fesat karıştı zamana ve insan bu günü unuttu. Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıklarını hep güneş doğup batıncaya kadar yaşadı. Farkında olmadan rezil etti bugününü. Oysa yarın, bugüne dün diyor, dün de bugün için yarın diyordu. Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğeriyle düne yapıştı. Bugünü eline yüzüne bulaştırdı… Mutsuz oldu insan. Ve ne gariptir ki yarının telaşını da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı; ama bugünü hiç yaşayamadı ne yarın ne de dün! Her gününüzü dolu dolu yaşamanız dileğiyle... (Alıntı)

Yaz Mevsiminin Rehâvetine Kapılmadan Gayret Kemerini Kuşanmak

Yaz Mevsiminin Rehâvetine Kapılmadan Gayret Kemerini Kuşanmak Yaz geldi, havalar sıcak, tâtil fırsatları önümüzde ve herkesin kendine özgü programları gündemdedir. Dinlenmek, rahat bir nefes almak, eğlence ve mutluluk herkesin hakkıdır. Ancak tâtil beyhûdelik, başıboşluk ve sorumluluktan kaçmak değildir. İnşirah sûresinde Rabbimiz bir işten boşalınca diğer bir işe sarılmamızı istemektedir. Dinlenirken farklı bir işin planlamasını yapmak, eğlenirken tefekkürü şiâr edinmek, istirahate çekilmişken yeni bir çabanın seyrine katılmak esastır. Çalışan kesimlerin rutin işlerine bir süre ara vermesi elbette bıkkınlık ve yorgunluğun telafisine imkân sağlayacaktır. Ancak iş ve güçten alâkayı koparıp tamamen atıl, etkisiz ve pasif konumda kalmak insanlık enerjimizi boş yere harcamak demektir. “İki günü birbirine eşit olanlar ziyandadır” buyuran Peygamber Efendimiz, Müslümanın hayat maratonunda başarıya endeksli bir yaşam sürmesini, hedefi yakalamasını ve kendinden bekleneni her geçen gün

Tevekkül Etmenin Rahatlığı

Tevekkül Etmenin Rahatlığı Adam bir akşam vakti hanımına: - Yarın yağmur yağarsa evdeyim. Yok, eğer yağmazsa tarlaya gidip çift süreceğim demiş. Hanımı: - İnşallah söyle bey, İnşallah. Adam: - Ne İnşallahı Hanım, bunun inşallah maşallahı mı var. Zira ortada iki seçenek var, bir üçüncüsü yok ki, dedim ya, yağarsa evdeyim, yağmazsa tarladayım, der. Hâsılı hanımı, sen yine de İnşallah de, bakalım sabah ola hayır ola diye, ne kadar ısrar etse de, adam inadına demez İnşallahı. Neyse, Sabah olur, hava açık ve gayet güzeldir. Bizim ki hazırlanır ve yola çıkar. Derken olan olur. Şöyle ki: O gece bir suç işlenmiş ve her yerde faili aranıyormuş. Tam o sırada bizimkinin etrafı sarılır ve hiç bir yere gidemezsin derler. Zira çizilen robot resim onunkinin tıpatıp aynısı... Her ne kadar ben masumum bu işte bir karışıklık var dese de kar etmez ve içeri alınır. Sorgu sual derken netice olarak, sabaha kadar adam ecel terleri döker. Yorucu, bir o kadar da meşakkatli geçe

Shakespeare diyor ki… (2)

Shakespeare diyor ki… (2) • Bedenimiz bahçemizdir bizim, isteklerimiz de bahçıvanımız. • Sevgi ektiğimiz yerde sevinç büyür. • Bir değişimle karşılaşınca değişen aşk, aşk değildir. • Egemen olamayan boyun eğer. • Gerçekte dünya bir hapishanedir. • Bizler düşlerle aynı hamurdan yapılmışızdır. • Dorukta düşüş için olgunlaşmış oluruz. • Felaket, kabarık dost sayısını sıfıra indirir. • Her bulut fırtına doğurmaz. • Değerin sahtesi de, gerçeği de kara bahtın fırtınalarında belli olur. • Kan, kanla değil su ile yıkanır. Öc almanın sonu yoktur. • Geçmiş bir dost için yakınmak, yeni dertler edinmektir. • Bazı acılar ilaç yerine geçer. • En kötü ur, en şirin goncada saklıdır. • Başkasının gözüyle mutluluğa bakmak ne kadar acıdır. • Bazı yıkılışlar daha parlak kalkınışların teşvikçisidir. • Yaptığını öven, yaptığını yıkar. • Güzellik sevgi ve şefkatle yaşar. • Eğer erdemleriniz yoksa yaratınız. • Âdem, bir bahçıvandı. • Bilgiç kafa, altını bol serseme

Shakespeare diyor ki… (1)

Shakespeare diyor ki… (1) Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar. Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan... yok. Onu eski haline döndürür. Ve der ki, "Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem." Shakespeare, bu konuda söyle diyor: "İnsanların çoğu sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için.. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği

Zerrede Boğulmak Bize Yakışmaz

Zerrede Boğulmak Bize Yakışmaz Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlarla beraberken Çanakkale Cephesi Komutanı olan Liman Von Sanders, cepheyi teftişe geldiği bir gündü. Sıranın başındaki mehmetçiğe sordu:  “İyi savaşıyor musun?” “Evet” dedi mehmetçik. “Peki niçin savaşıyorsun?” Cevap, mehmetçiğin Allah’a yakınlığını haykırıyor. Dedi ki: “Allah rızası için.” Alman Mareşal Liman Von Sanders çarpıldı adeta. Sıradaki dizili askerlerin en az on tanesine aynı soruları sordu ve birbirine yakın cevaplar aldı. Allah rızası için savaştıklarını söylediler. Sonunda mareşal, subaylarımıza döndü ve:  “Bravo beyler. Yaptığı işi Allah için yapan evlatları olan bir millet mahvolmaz.” Evet, sonuçta Osmanlı’nın bin yıl süre ile bayraktarlığını yaptığı İslam’ı mahvetmek isteyenlerin emelleri bir kez daha kursaklarında kalmıştı. “Allah’a bağlanan bütün bağlardan kurtulur.” Bir Allah dostu şöyle der: “Allah’ın nuruyla nurlanan bir gönlün semasını hangi bulutlar kaplayabilir?

Bir Güzel Ülkü

Bir Güzel Ülkü Yüreklerde kök bağlayıp yaşayan Bir güzel ülküdür gönül verdiğim. Ezelden ebede müjde taşıyan Bir güzel ülküdür gönül verdiğim. Yesi'deki kutsal aşkın mayası Malazğirt'te Alparslan'ın rüyası Söğütteki has kilimin boyası Bir güzel ülküdür gönül verdiğim. Yunuslayın 'Et-kemiğe bürünen' Selim ruhta Yavuz serdar görünen Şems misali cümle kirden arınan Bir güzel ülküdür gönül verdiğim. Bedenlerde Koç Köroğlu yüreği Debreştikçe yakın eyler ırağı İman kalesinin bayrak direği Bir güzel ülküdür gönül verdiğim. Riya duyğusuyla dolup taşmamış İlimden, irfandan uzaklaşmamış Benlik çamuruna ayak basmamış Bir güzel ülküdür gönül verdiğim. Dedem Korkut töresiyle töreli Edep, ahlâk, sevği, sayğı sıralı Kırk yıl önce... aklım erdi ereli Bir güzel ülküdür günül verdiğim. Her kapıda bir hesaba girmeyen İnancından zerre taviz vermeyen Dost alnına kara leke sürmeyen Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

İşin Bitince Beni Sever misin Anne?

İşin Bitince Beni Sever misin Anne? Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı: "Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu? " "Görmüyor musun? Telefonla konuşuyorum.” Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu. Her şey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu olduğunda. Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu. Nerelere gitsindi? Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere kaşık sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti. "Sana yardım edeyim mi?" dedi en sevimli halini takınarak. Annesi manalı manalı baktı. "Hayırdır. Bir yaramazlık filan… Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten.” Yorgunluk nasıl bir şeydi. Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır "Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni" diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi. Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, n

Babamın Katledilişini Gördüm!

Babamın Katledilişini Gördüm! Sultan Abdülaziz’in kızı Nâzime Sultan anlatıyor: "Babamın katledilişini gördüm!" Burada ilk defa yayınlayacağımız vesikayı ve Sultan Abdülaziz Han’ın kızı Nâzime Sultan’ın babasının katli sırasında gördüklerini nakletmeden önce padişahın vefatı hâdisesini kısa da olsa hatırlatmakta fayda vardır. Sultan Abdülaziz Han erkân-ı erbaa (dört kişi) diye adlandırılan Mithat Paşa, Hüseyin Avni, Mütercim Mehmed Rüştü Paşa ile Şeyhülislâm Hasan Hayrullah Efendi’nin ve önceden elde ettikleri altmış kadar yandaşlarının tertip ettiği bir darbe neticesi 30 Mayıs 1876 günü tahttan indirilmiş ve dört gün sonra da şehid edilmiştir. Padişahın Hal’i Sultan Abdülaziz Han, yukarıda isimleri verilen dört kişinin şahsî kin ve garezleri ve bazı yabancı devletlerin parmağı ve yardımları sayesinde yapılan bir darbe neticesinde tahtından indirildi. Hâdise özetle şöyle olmuştu: Hüseyin Avni, Mithat, Rüştü ve Süleyman Paşalar tarafından bu darbenin 30 Mayıs