Babamın Katledilişini Gördüm!
Babamın Katledilişini
Gördüm!
Sultan
Abdülaziz’in kızı Nâzime Sultan anlatıyor: "Babamın katledilişini
gördüm!"
Burada
ilk defa yayınlayacağımız vesikayı ve Sultan Abdülaziz Han’ın kızı Nâzime
Sultan’ın babasının katli sırasında gördüklerini nakletmeden önce padişahın
vefatı hâdisesini kısa da olsa hatırlatmakta fayda vardır. Sultan Abdülaziz Han
erkân-ı erbaa (dört kişi) diye adlandırılan Mithat Paşa, Hüseyin Avni, Mütercim
Mehmed Rüştü Paşa ile Şeyhülislâm Hasan Hayrullah Efendi’nin ve önceden elde
ettikleri altmış kadar yandaşlarının tertip ettiği bir darbe neticesi 30 Mayıs
1876 günü tahttan indirilmiş ve dört gün sonra da şehid edilmiştir.
Padişahın
Hal’i
Sultan
Abdülaziz Han, yukarıda isimleri verilen dört kişinin şahsî kin ve garezleri ve
bazı yabancı devletlerin parmağı ve yardımları sayesinde yapılan bir darbe
neticesinde tahtından indirildi. Hâdise özetle şöyle olmuştu:
Hüseyin
Avni, Mithat, Rüştü ve Süleyman Paşalar tarafından bu darbenin 30 Mayıs 1876
Salı sabah saat 4.30 civarlarında yapılması kararlaştırılmıştı.
Hüseyin
Avni Paşa önceden, talim için Suriye’den getirttiği askerlerin, kışlalarda yer
açılana kadar saray bahçesinde kalması için sultandan izin almıştı. Süleyman
Paşa, hal’ gecesi bu askerler ile 300 Harbiye talebesine, padişaha bir suikast
yapılmak istendiğini, yarın bu hususta erkenden tedbir alınacağını, verilecek
emirlere aynen riâyet etmeleri gerektiğini, kimsenin giriş-çıkışına müsaade
etmemelerini ve bunun padişahın emri olduğunu söylemişti.
İşte
bu askerler gece saat dört civarında uyandırıldılar ve Harbiye talebeleri ile
birlikte sarayı kuşattılar. Dünyanın en büyük ve modern harp gemileri ve
zırhlılarından oluşan donanma, zaten geceleyin Dolmabahçe açıklarına
demirlemişti.
Hal’in
esas tertipçileri de geceden beri Kuzguncuk’ta Hüseyin Avni Paşa’nın yalısında,
dürbünlerle sarayı gözetliyorlardı. Burada bulunmaları, eğer darbe muvaffak
olamazsa toplantı yaptıklarını söyleyerek kendilerini temize çıkarmak içindi.
Sultan Abdülaziz Han ise ibadet ve istirahattaydı…
Her
şey planlanmış ve saray karadan ve denizden ablukaya alınmış, hal‘ kararı
Dârüssaâde Ağası Cevher Ağa vasıtasıyla Pertevniyal Vâlide Sultan’a
bildirilmişti.
Vâlide
Sultan, derhal oğlunun odasına çıkıp onu uyandırdı. Ama hal’i oğluna doğrudan
söylemeye cesaret edemiyordu. Tam bu esnada top sesleri duyulmaya başlamıştı.
Sultan Abdülaziz Han, büyük bir teessürle:
“Bunlar
Sultan Murad’ın cülûs toplarıdır vâlide. Beni amcam Sultan Selim Han’a
döndürdüler ve bu işi Avni Paşa yapmıştır. Zannederim Rüştü ile Ahmed Paşa da
bu işte birliktir. Cenâb-ı Hakk’ın takdiri böyle imiş” diyerek hızla giyindi.
Sultan
Abdülaziz Han ve yakınları hemen sarayın rıhtımına indirildiler ve Topkapı’ya
götürülmek üzere burada kendilerini bekleyen kayıklara bindirildiler.
Bu
hazin manzarayı bir kişi daha seyrediyordu ki o da gelecekte tahta çıkacak olan
şehzade Abdülhamid idi. Amcası ve âilesinin kayıklara bindirildiği ve
zırhlıların açığından geçirilerek Sarayburnu’na çıkarıldığı sahneyi, hayatının
sonuna kadar unutmayacak, bu işi yapanların simaları asla hâfızasından
silinmeyecekti.
Sultan
Abdülaziz Han ve efradı, Topkapı Sarayı’na nakledildi. Ailesine ve kendisine
öğle yemeği verilmedi. Bizzat Hüseyin Avni Paşa’nın emriyle ve kasten, amcası
Sultan Üçüncü Selim Han’ın şehid edildiği daireye yerleştirildiler. Bunların
hiçbirisi tesâdüf değildi. Cinayetin safhaları birer birer tatbik ediliyordu.
Hemen
o gün, 30 Mayıs 1876 Salı günü, Veliahd Murad Efendi tahta çıkarıldı.
İhtilalcilerin
Yağması
Sultan
Abdülaziz Han, Dolmabahçe Sarayı’ndan ayrıldıktan sonra, geride kalan
eşyalarının ve paralarının büyük bir kısmı bazı fırsatçı darbeciler tarafından
yağmalandı.
Sultan
Abdülaziz Han’ın şahsî servetinin tamamına el konulmuş ve paralarının hazineye
devrine dair komisyon tarafından bir karar alınmıştır. Mücevherler ise,
satılmak üzere, Hiristaki isminde bir Rum sarrafa teslim edilmiş ve Paris’te
daha pahalı satılır diyerek oraya gönderilmiş ancak, Hiristaki Efendi bir daha
geri dönmemiştir. Böylece bir Türk hakanının mücevherleri, dolandırıcı bir
Rum’un elinde kalmıştır.
Sultan
Abdülaziz’in Son Ricası
Sultan
Abdülaziz Han, Topkapı Sarayı’na hapsedildiği sırada, Sultan Beşinci Murad’a
bir mektup yazdı. Mektubunda özetle:
“Evvelâ
Cenâb-ı Hakk’a, sonra atebe-i şevketlerine sığınır, kendi elimle
silahlandırdığım askerin beni bu hâle koyduğunu hatırlamalarını tavsiye eder ve
husûsî bir mekâna naklimi rica ederim.” diyerek, kendisinin bir an önce emin
bir mekâna naklini istemiştir.
Neden
katledildi?
Sultan
Abdülaziz Han, Topkapı Sarayı’ndan, Ortaköy’de Çırağan Sarayı yanında bulunan
Fer’iye Sarayı’na nakledilmesini istemiş ve bu isteği 1 Haziran 1876 günü
yerine getirilmişti. Sultan Abdülaziz, burada gayet sıkı bir şekilde gözaltına
alındı ve hemen, hizmetine üç hizmetçinin tayin edildiği vâlide sultana
bildirildi. Bu üç uşak, Cezâyirli Mustafa Pehlivan, Yozgatlı Mustafa Çavuş ve
Boyabatlı Hacı Mehmed idi.
Bu
üçü, cinayet günü sabah erkenden Fahri Bey tarafından gizlice saraya
sokulmuşlardı. Binbaşı Necib ve Binbaşı Ali Beyler de gelmişti. Reyhan ve Rakım
Ağalar odanın kapısı önünde, kimsenin sokulmaması için nöbetçi bırakıldılar.
Böylece katil heyeti sekiz kişi oldu. Bu altı kişi, sessizce Sultan Abdülaziz
Han’ın odasının önüne geldiler ve içeri girdiler. Çok hızlı hareket eden
kâtiller, Sultan Abdülaziz Han’ın üzerine atıldılar. Bir mücadele yaşandı. Bu
mücadelede padişah zaman zaman ellerinden kurtulmayı başardı. Fakat daha sonra
padişahı ellerine geçirdiler ve bilek damarlarını kestiler. Sultan tamamen bitkinleşince
de olduğu gibi bırakıp her biri bir yere savuştular.
Ardından
da önceden ayarlandığı gibi, hizmetçi ve küçük memurlardan birkaçı hemen
feryada başladılar. Bu feryadlar üzerine odanın kapısı kırıldı ve Sultan
Abdülaziz Han, bir şilteye sarılarak çok hızlı bir şekilde karakola götürüldü.
Bu acelenin asıl sebebi, padişahı katlettikleri sırada yaşanan boğuşma izlerini
göstermemek ve muhtemel delilleri ortadan kaldırmaktı.
Sultan
Abdülaziz Han’ın katli esnasında, sarayda bulunan şehzâdeler ve diğer saray
erkânının kapılarına nöbetçiler dikilmiş, odalarından çıkmalarına asla müsaade
edilmemişti.
Karakola
nakledilen padişah hâlâ canlı idi. Muayene ve rapor için gelen doktorlardan
bazıları padişahın vücudunu etraflıca incelemek istedikleri vakit, Hüseyin Avni
Paşa:
“Bu,
bir padişahın cesedidir. Onun için size her tarafını açıp gösteremem” demek
suretiyle isteklerine mâni oldu.
Bu
şekilde, incelenmeden tutulacak bir rapora imza atmayacağını bildiren Hekim
Ömer Paşa’nın o anda rütbeleri sökülmüş ve askerlikten uzaklaştırılmıştı.
Hatta
rapor iki kere yazılmış ve vekiller tarafından beğenilmemiş ve üçüncüsü
yazılmıştı. Doktorlara önce yüzü açılıp gösterilmiş ve bu cesedin Sultan
Abdülaziz Han’a âit olduğu tesbit ettirilmişti. Daha sonra sağ ve sol kolları açılarak
gösterilmişti. Sadece bunlara göre rapor yazılmış ve cesed ile beraber bir de
makas getirilmişti. Bu kontrol esnasında, doktorlara: “İşte yaraları açan bu
makastır. Sultan bu makasla kollarını kesmiştir!” denilmişti. Doktorlar bu
hususu raporlarında aynen şöyle yazmışlar ve:
“Mezkûr
makas kanlı olup, Hüdavendigâr-ı sâbıkın bâlâdaki zikrolunan cerihaları bununla
icra etmiş olduğunu bize beyân ettiler” demek suretiyle, intihar veya katil
hususunda kendi görüşleri değil kendilerine söylenenin böyle olduğunu ortaya
koymuşlardı. Hem muayene için izin verilmiyor, hem de işte kendini bu makasla
kesti denilerek, daha o anda karar verilmiş oluyordu.
Raporu
imzalayan doktorlardan üçü muayenede bulunmuş diğerleri ise, arkadaşlarının
şahitliklerine binaen raporu imzalamıştı. Meşhur Doktor Marko Paşa ise cesede
hiç elini sürmediğini daha sonra ifade etmiştir. Raporun ne için tutturulduğu
bile meçhuldür. Eğer intiharı ispat içinse, doktorlar böyle bir şeyi raporda
ifade etmemişlerdir. Bu rapor, sadece hiçbir şey yapılmadı denmemesi için acele
ile yapılmış bir teşebbüstür.
Bu
hâdisedeki en mühim nokta, padişahın naaşının niçin alelacele karakola
nakledilmiş olmasıdır. Niçin olduğu yerde ve odasında tahkikat yapılmamıştır?
Bunun
sebebi şudur; suikast sonrasında canlı kalma ihtimaline mahal vermemek için,
nakil esnasında ve karakolda tamamen şehid edilmesi sağlanmıştır. Katil heyeti
bu arada zaman kazanmış ve padişahın vefatını kesinleştirmiştir. Sultan
Abdülaziz Han, sadece kan kaybıyla değil, pehlivanlarla yaptığı boğuşma
sırasında da aldığı darbeler ve ardından kan kaybından vefat etmiştir. Yukarıda
belirttiğimiz üzere Sultanahmed Camii baş imamı naaşı yıkayan kişi olması
hasebiyle, Yıldız Mahkemesi’ndeki şahitliğinde, padişahın vücûdunda bilhassa
kalp kısmında morluklar gördüğünü ifade etmiştir.
Hüseyin
Avni’nin: “Bu ceset sıradan birinin cesedi değildir” diyerek muayeneye mâni
olması da bu işin bir tertip olduğunu teyit ediyor. Sultan Abdülaziz Han’ın
cesedi mühim bir şahsiyetin cesediydi de niçin bir karakolun alt katına ve hem
de alelade bir şilteye sarılarak kondu, niçin acele ile saraydan çıkarıldı,
niçin yangından mal kaçırır gibi taşındı?
Bu
nakil hâdisesindeki asıl maksat da, Sultan Abdülaziz Han’a sarayda ilk yardım
yapılmasına mâni olmak, kâtillerin saraydaki telaşlarını fark ettirmemek,
cinayet mahallindeki delilleri bu esnada yok etmek ve saraya alınan kâtillerin
kaçmalarını kolaylaştırmaktı. Zîrâ, ceset sarayda incelenmeye başlansa idi,
bütün devlet erkânının yanında, ailesinin bütün ferdleri, feryatlar üzerine
dışarıdan geleceklerle beraber, duruma şahit olacaklardı. Karakola gidilerek bu
dikkatler tamamen bertaraf edilmiş ve kimse karakola alınmamıştır. Sadece katil
komitesi ve doktorlar girebilmiştir.
Mademki,
Hüseyin Avni Paşa’nın katilden haberi yoktu, alışılagelmiş bir hareket
olmamasına rağmen, bir padişahın cesedinin karakola nakli emrini kim verdi?
Sabahın çok erken sayılabilecek saatlerinde henüz evinden bile çıkmamış bir
paşanın, hemen saraya gelerek daha vefat edip etmediğine bile bakmadan, “Bu
cesedi karakola nakledin” demesi mümkün mü? İşte bütün bunlar da gösteriyor ki,
hâdise tamamen tertip ve cinayetti.
Eğer
Sultan Abdülaziz Han, intihar etmiş idiyse onu kurtarmak için niçin kendisine
hiçbir tıbbî veya insanî yardım yapılmamıştı? Osmanlı saraylarında doktor eksik
olmamasına rağmen, hiçbir müdahalenin yapılmaması bu hâdisenin cinayet olduğunu
bir defa daha isbat etmektedir. Eğer Sultan Abdülaziz Han, intihar etmiş olsa
bile, kendisine canlı olduğu halde müdahale yapılmaması ve o şekilde karakola
nakledilmesi ile cinayetin ta kendisi işlenmemiş midir?
Yıldız
Mahkemesi’ndeki ifadelerinde Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa ki, ihtilal heyetinin
başlarından birisi idi:
“Naaşı
karakola getirmişler ve getirdikleri zaman, hayat belirtileri mevcut imiş.
Hekimler de karakola geldikleri zaman hayat belirtileri olduğunu tasdik
etmişlerdi. O vakit bunu sordum. Fakat padişahın konuşmaya gücü olmadığı
cevabını almıştım. Karakolda ne kadar yaşadığını bilemiyorum, zira ben sonradan
gelmiştim ve bunu orada bulunan, vükela, vüzera ve ulemadan öğrenmiştik” demek
suretiyle hâdiseyi tasdik etmiştir.
Yukarıda
birer birer sıraladığımız hususlardan ve burada şimdilik yazmaya imkânı olmayan
daha pek çok vesikadan anlaşılan odur ki, Sultan Abdülaziz Han katledilmiştir.
Esasen
sultanın katli hakkında her geçen gün yeni yeni vesikalar ortaya çıkmaktadır.
Çünkü “güneş balçıkla sıvanmaz” hükmü tecelli etmektedir.
Makalemizin
asıl kısmı olan ve bugüne kadar bilhassa ülkemizde hiç bilinmeyen bir cihetini
yani Sultan Abdülaziz’in o zaman on yaşında bulunan kızı Nâzime Sultan’ın
babasının katli sırasında bizzat yanında olduğu halde şahit olduğu hâdiseleri
tarihe bir not olarak düşeceğiz.
“Babamın
Kâtillerini Gördüm!”
Nâzime
Sultan, Sultan Abdülaziz Han’ın kızıdır. Babası şehid edildiğinde (1876) on
yaşında idi. Annesi ise padişahın üçüncü hanımı olan Hayran-ı Dil
Hanımefendi’dir. Hayran-ı Dil Hanımefendi Çerkez olup 1846 yılı Kars
doğumludur. Bu padişah hanımından Dolmabahçe Sarayı’nda, ilk olarak 25 Şubat
1866’da Nâzime Sultan doğmuştur. Bilahare, sadece halife sıfatıyla Osmanlı’yı
temsil edecek olan, Abdülmecid Efendi dünyaya gelmiştir.
Hayran-ı
Dil Hanım 26 Kasım 1895’te 49 yaşında olduğu halde Ortaköy’deki sarayda vefat
etmiştir.
Ne
Zaman Ve Nerede Vefat Etti?
Nâzime
Sultan 1947’de, Beyrut’un Cünye kasabasında 80 yaşında vefat etmiştir. Dadısı
ise Tâhir Mevlevi Olgun’un annesi olup Şam’da, Sultan Süleyman Camii’nde
medfundur. Bu sultanhanım, Damad Ali Hâlid Paşa ile Yıldız Sarayı’nda Eylül
1885’te evlendi.
Nâzime
Sultan’ın 1895 yılında vefat ettiğini kaydeden yazarlar varsa da bu kesinlikle
doğru değildir. Çünkü Nâzime Sultan’ın 1895 yılından çok sonraları hayatta
olduğuna dâir onlarca Osmanlı Arşivi vesikası vardır. Bu vesikalardan bazı
örnekleri makalemize koyduk. Osmanlı Arşivi vesikaları dışında Cumhuriyet
arşivi vesikaları da mevcuttur. Bu vesikalardan birisinde Nâzime Sultan’ın
1938’de hayatta olduğunu görmekteyiz.
Makalemizin
esasını teşkil eden yazıda yer alan bilgiler de Nâzime Sultan’ın 1947’ye kadar
Beyrut’ta yaşadığını ispat etmektedir.
Nâzime
Sultan Ne Görmüştü?
Nâzime
Sultan gördüklerini, 1940’lı yıllarda Beyrut’ta yaşadığı sırada aynı zamanda
yeğeni ile evli olması hasebiyle akrabalığı da olan Adil Sulh isminde bir ilim
adamına anlatmıştır. Onun da oğlu Munah Sulh babasından intikal eden bu vesika
ve bilgileri o zaman tarihçi-yazar olan Halid Ziyâde’ye vererek El-Hayat
Gazetesi’nde “Osmanlı Sultanı Abdülaziz’in Vefatındaki Esrar Kızının Şahitliği
ile Dağılıyor” başlığıyla makale olarak yayınlatmıştı. Makalenin sadece bu
mesele ile alakalı kısımlarının tercümesi şöyledir:
“Munah
Sulh Bey’in kütüphanesinde babası Gazeteci-Yazar Adil Sulh’un Sultan
Abdülaziz’in vefatı hakkında yazdığı evraklar yer alıyor. Evraklarda bunlara
ilaveten Lübnan’da yaşayan ve küçük yaşta babasının katline şahit olan, Nâzime
Sultan’ın Adil Sulh Bey’e babasının öldürülüşüne nasıl şahit olduğunu anlattığı
ifadeler de yer alıyor.
“Burada
şuna da işaret etmemiz gerekir ki Adil Sulh Bey, Derviş Paşa’nın ailesinden
evlenmiştir. Adil Bey, bu evlilik ile Nâzime Sultan’a ve kocasına akraba
olmuştur.
“Sultan
Abdülaziz 30 Nisan 1876’da hal’ edildi. Ve aynı senenin üç haziranında şehid
edildi. 3 Mart 1924’te saltanat ailesi mensupları Türkiye’den sürgüne
gönderildi. Bunun üzerine aile, İstanbul’dan çıkarak muhtelif yerlere dağıldı.
Ailenin büyük bir kısmı Lübnan’a geldi. Bir kısmı Beyrut’a yerleşirken diğer
bir kısmı da Cünye’ye yerleşti. Gelen heyet içinde Mareşal Hâlid Paşa ve eşi de
vardı. Sırba köyünde bir eve yerleştiler. Bu ev daha sonra Cumhuriyet Sarayı
olacaktır. Damad Hâlid Paşa Osmanlı Meclis-i A’yanı üyesi ve Sultan
Abdülaziz’in kızı Nâzime Sultan’ın kocası idi. Nâzime Sultan’ın kardeşi
Abdülmecid Osmanoğulları halifelerinin sonuncusu idi. Kaderde Derviş Paşa’nın
ailesine dünür olmak bana takdir olunmuştu. Bu evlilik Nâzime Sultan ile
tanışmamı kolaylaştırmıştı. Nâzime Sultan, erdem sahibi, zekî, yüksek bir
kültüre sahip, üstün ahlaklı ve nezaket sahibi bir hanımefendi idi. Bir defasında
Osmanlı tarihinden hususiyle de babası Sultan Abdülaziz’in tahta geçiş devresi
ve vefat hikâyesinden konuşmuştuk. Sanırım Nâzime Sultan’ın anlattıkları
saltanat hayatındaki bu bariz hadisenin en açık görgü tanıklığıdır.
“Padişahın
kızı Nâzime Sultan’ın ifadelerini aynen bana anlattığı şekilde aktaracağım.
Nâzime Sultan diyor ki:
Kuşkusuz,
babamın intihar ederek vefat ettiğine hükmedenler aldatıcılardır. Ben babamın
öldürülüşüne bizzat kendi gözlerimle şahit oldum. Gördüklerim şundan ibarettir:
Bir
gün babam sarayın salonlarından birinde oturuyordu. Ben de hemen yanı başında
idim. O zaman on yaşında idim. Birden yanımıza pehlivan gibi sekiz adam girdi.
Kuvvetli ve kötü niyetli oldukları belli oluyordu. Babam onları görünce kötü
niyetli olduklarını anladı. Kurtulmaya çalışarak ayağa kalktı. Adamlar
ilerlemeye başladılar. Bir taraftan da babamdan gelecek bir mukavemete karşı
ihtiyatla hareket ediyorlardı. Babam büyük cüsseli, sağlam bünyeli ve güçlü
pehlivanlardandı. Birkaç oyuna getirme teşebbüsünden sonra babam adamlardan
uzaklaşarak sarayın bir üst katına çıkaran seyyar merdivenin olduğu yere
ulaşmayı başardı. Ancak oraya varınca şaşırdı kaldı. Çünkü merdiven yerinde
yoktu. İhtiyat olsun diye komplocular onu kaldırmışlardı. Sonra durdu ve yüksek
bir sesle haykırdı:
‘Burada
merdiven vardı. Kim aldı?’ Bu soruyu tekrar tekrar sordu. Telaşla sarayın
salonlarında dolaşmaya başladı. Adamlar da arkasından onu takip ediyorlardı.
Gördüğüm bu sahne beni korkuttu. Kapılardan birinin örtüsünü kendime siper ederek
olup biteni izlemeye başladım. Nihayet adamlar babamın şiddetli mukavemetinden
sonra onu bir köşede sıkıştırarak ele geçirdiler. Sonra sırt üstü yere
yatırdılar. İkisi sağ koluna, ikisi sol koluna, ikisi sağ ayağına, ikisi sol
ayağına oturdular. İçlerinden biri bir ustura ile iki elinin atardamarlarını
kesti. Çok kan kaybedinceye kadar üzerinden inmediler. Babam bu hal üzere
ruhunu teslim etti. Sonra onu pencerelerden birinin perdesine sardılar. Girişte
olan karakola götürdüler. Mithat Paşa da orada idi. Babama karşı niyetlerinin
kötü olduğu baştan belli idi. Zira babam hal’ edildikten sonra münadileri
mahallelere gönderip ‘Sultan Abdülaziz öldü. Sultan Murad onun yerine geçti’
diye nida ettirdiler.
Ben
babamın hükümlerinde hatasız olduğunu iddia etmiyorum. Zira hata yapmayan ancak
Allahü Teâlâ’dır. Fakat şunu kati olarak ifade edebilirim ki babam, ülkesinin
sadık bir hizmetkârı idi. Milleti için çok şeyler yaptı. Orduyu kuvvetlendirdi.
Osmanlı donanmasını dünyanın ikinci donanması yaptı. Güzel ahlaklı, yumuşak
huylu ve tövbekâr bir insandı. Edip ve kâtipti. Resmî yazıları harika birer
edebî eser parçası idi. Arap ve Fars edebiyatını çok iyi bilirdi. Mahir bir
ressam idi. İstirahat vakitlerini zaman zaman Dolmabahçe Sarayı’ndaki boğaza
nazır hususî odasında geçirirdi.
“Nâzime
Sultan burada ağlamaktan yutkunamadı ve bir müddet sessiz kaldıktan sonra
‘Babama haksızlık ettiler’ dedi.
“Sultan
Abdülaziz’in katlini bir de kızı Nâzime Sultan’ın sözlerinden tarihe kaydettik.
Umulur ki, Mithat Paşa ve ortaklarının tertibi ile kanlı bir şekilde hayatına
son verilen bir padişahın vefatı hakkında şüphe ve tereddüde mahal kalmaz. Ümid
ederiz ki, bundan sonra Mithat Paşa ve ortaklarının bu cinayetini dile
getirmeyi intihar diyerek ört bas edenler, bütün bunlardan sonra yine padişahın
intihar ettiğini iddia ederek başka bir yanlışa ortak olma cinayetini
işlemezler.”
“Hakikat
bir gün olur tezahür eder,
Mezara
dahi gömülecek olsa.”
Ömer
Faruk Yılmaz
(Yedikıta
Dergisi, 38.Sayı, Ekim 2011)
Kaynaklar: Mahmud Celâleddin
Paşa, Mir’at-ı Hakikat, I, İstanbul 1326; Ahmed Cevdet Paşa, Maruzat, nşr.
Yusuf Halaçoğlu, İstanbul 1980; Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir, I, s. XXIV; Sir
Henry Elliot, İntihar mı, İmate mi? Yahud Vak’a-i Sultan Aziz, nşr. Kitapçı
İlyas, İstanbul; Alberth Wirth,” Sultan Abdülazîz’in Öldürülmesi”, türk. çev.
Salim Tura, Tarih Dünyası Mecmuası, sayı 18, 1 Ocak 1951; Abdurrahman Şeref,
“Sultan Abdülazîz’in vefatı”, TTEM, sayı 6(83), 1 Teşrini sânî 1340; İbnülemin
Mahmud Kemal,” Sultan Abdülazîz’e dâir”, TTEM, sayı 9(86); Hüseyin Hıfzî,
Sultan Abdülazîz Devri, İstanbul 1326; Halid Ziyade, “Osmanlı Sultanı
Abdülaziz’in ölümündeki gizem kızının şahitliği ile dağılıyor.”, El-Hayat
Gazetesi, 6.5.1412 (11.11.1991) Pazartesi, Sayı: 10502.
Sultan
Abdülaziz Ülkeye Viraj Aldırdı
Sakarya
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu, Osmanlı padişahlarından
Sultan Abdülaziz'in neden öldürüldüğünü A Haber'de katıldığı Söz Teması
programında anlattı. Sofuoğlu, Abdülaziz'in Osmanlı'yı kalkındırdığı için
öldürüldüğünü söyledi.
Bu
fasit dairenin dışına çıkmaya çalışan padişahlar öldürüldü. II. Mahmut eceliyle
öldü, Abdülmecit eceliyle öldü. Bunlara kötü padişahlardır, demiyorum. Batı
cenderesinin içinde Türkiye'yi yönetmiş insanlar bunlar. Abdülaziz öldürüldü.
Affedersiniz, yuh olsun diyeceğim, affedersiniz... Bu tarihe ki... Tarih
kitapları hala diyor ki, kimileri... Allaha şükür çok kaliteli tarihçiler
yetişti. "Öldürülmüş müdür, katledilmiş midir belli değil…" Bu, Türk
tarihçiliğinin ayıbıdır, neden? Dün sayılacak bir tarihtir Abdülaziz'in katli:
1877. Senin tarihçiliğin nasıl bir tarihçilik ki, belli aslında ama... Hüseyin
Avni Paşa doktoru, intihar raporu vermeyen doktoru Fizan'a sürüyor;
"Efendim nereden bileceğiz öldürüldüğünü?" Tabii ki izleyiciler
oturuyorlar, program bitince devlet arşivleri sitesine girsinler, yüzlerce
belge özetine ulaşırlar Abdülaziz'in öldürüldüğüne dair. İntihar deniyor, niye?
Abdülaziz bu ülkeye virajı aldırıyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder