Kayıtlar

Mavi Kurdela

Mavi Kurdela New York’ta yaşayan bir öğretmen, lise son sınıftaki öğrencilerini, “Diğer insanlardan farklı özelliklerini” vurgulayarak onurlandırmaya karar vermişti. California Del Mar’dan Helice Bridges tarafından geliştirilmiş süreci kullanarak, her bir öğrencisini teker teker tahtaya kaldırdı. İlk önce öğrencilere sınıf ve kendisi için ne kadar özel olduklarını belirtti. Sonra her birine üzerinde altın harflerle “Siz çok önemlisiniz!” yazılı birer Mavi Kurdela verdi. Daha sonra kabul görmenin toplum üzerinde ne gibi etkileri olacağını anlayabilmek amacıyla sınıfına bir proje yaptırmaya karar verdi. Her bir öğrencisine üçer tane daha Kurdela verip, onlardan bu töreni gerçek dünyada devam ettirmelerini istedi. Öğrenciler, daha sonra sonuçları takip edecek, kimin kimi onurlandırdığını tespit edecek ve bir hafta boyunca sınıfa bilgi vereceklerdi. Çocuklardan biri, gelecekteki kariyer çalışmaları için kendisine yardımcı olan yakınlarındaki bir şirketin üst düzey görevli

Özürlü Olimpiyatları

Özürlü Olimpiyatları… Bir kaç yıl önce, Seattle Özel Olimpiyatlarında, tümü fiziksel ve zihinsel özürlü olan dokuz yarışmacı, 100 metre koşusu için başlama çizgisinde toplandılar. Başlama işareti verilince, hepsi birlikte başladılar. Yarışı bitirmek ve kazanmak için istekliydiler. Yarışa başlar başlamaz içlerinden genç bir delikanlı tökezleyip yere düştü ve ağlamaya başladı. Diğer sekiz kişi oğlanın ağlamasını duydular. Yavaşladılar ve geriye baktılar. Sonra hepsi yönlerini değiştirdiler ve geriye döndüler ve oğlanın yanına geldiler. İçlerinden Down Sendrom’lu bir kız eğilip oğlanı öptü ve “Bu onun daha iyi olmasını sağlar” dedi. Sonra dokuzu birden kol kola girdiler ve bitiş çizgisine doğru hep birlikte yürüdüler. Stadyumdaki herkes ayağa kalkıp dakikalarca onları alkışladı. Orada bulunan insanlar hala bu öyküyü anlatıyorlar. Neden mi? Çünkü şu tek şeyi derinden bilmekteyiz: Bu hayatta önemli olan şey, kendimiz için kazanmaktan çok daha ötede olan bir şeydir. Bu hay

Yavuz Sultan Selim Han

Yavuz Sultan Selim Han Onuncu Osmanlı padişahı olan Yavuz Sultan Selim; Trabzon da vali iken dünyaya gelen oğlunun adını Süleyman koydu. Daha sonra Kanuni Sultan Süleyman olarak anılacak olan bu yavru, küçük yaştan itibaren çok titiz bir şekilde yetiştirildi. Benzeri görülmeyen bir terbiye ve eğitim aldı. Mısır seferi dönüşünde Yavuz Sultan Selim, hocası İbn-i Kemal ile birlikte at üzerinde gidiyorlardı. Birdenbire İbn-i Kemal in atının ayağından sıçrayan bir çamur, Yavuz Selim in giydiği sırmalı kaftanının üzerine sıçradı ve kirletti. Yavuz Sultan Selim; “ - Halka rehberliği ancak ilim ve ahlakta yükselmiş olanlar yapabilir!” demiştir. “- Bana başka bir kaftan veriniz. Bu kaftan de böylece hazinemde saklansın!”, demiş ve sırtındaki kaftanın sandukasına örtülmesini vasiyet etmiştir. “ -  Âlimlerin atlarının ayaklarından sıçrayan çamurun bile makbul olduğunu gelecek nesiller ibretle görsün! Çünkü âlimler her zaman padişahlara lazımdır.” Diyerek âlimlerin değerini vezirleri

Balcı Dede

Balcı Dede Güzel konuşmak sanattır. Güzel ve etkili bir konuşma ile açamayacağımız kapı yoktur. Başkalarıyla kolay ve sağlıklı bir ilişki kurmanın en iyi yolu tatlı dil, güler yüzdür. Arkadaşlık, dostluk ve barış ancak böyle sağlanabilir.             Dükkânları karşı karşıya olan iki balcı varmış. Bunlardan biri dükkânında her zaman iyi cins bal bulundururmuş. Karşı komşusu daha düşük kalite bal sattığı halde dükkânı dolup dolup boşalırmış. Bizimki ise boş oturup dururmuş. Bu duruma çok üzülen balcı, kendisinin neden çok bal satamadığına akıl sır erdiremezmiş. Bir gün şehirde yaşayan ve arada bir kendisine de uğrayan yaşlı ve bilge kişiye durumu anlatmış.             Bilge kişi: -Dostum, demiş; sen bal satıyorsun ama suratın sirke satıyor.                                                                                             Mustafa Ruhi ŞİRİN

Domuz Çobanı 2

Domuz Çobanı 2 Kilis beldesinden bir kadının oğlu Frenk memleketinde esir düşmüştü. Kadın, Ebû Bekr Efendiye gelip oğlunun kurtulması için duâ istedi. Ebû Bekr Efendi; -Demek ki oğlunun kurtulmasını istiyorsun? Öyleyse bana pirinç ile bir tavuk pişir getir, dedi. Kadın, pirinç ile bir tavuğu güzelce pişirip, getirdi. Ebû Bekr Efendi; "Kızıl Hamûr!" diye seslendi. Yanına kızıl bir köpek geldi. Tavuğu onun önüne atıp; - Ye! Dedi. Köpek tavuğu yedi. Kadın bunu görünce, özen göstererek hazırladığı yemeğin köpeğe verilmesine üzüldü. Köpek tavuğu bitirince, Ebû Bekr Efendi, asasıyla işâret ederek; - Haydi şimdi git! Dedi. Köpek dağlara doğru hızla gitti. Aradan bir süre geçince Ebû Bekr Efendi kadına; - Evine dön! Buyurdu. Kadın evine gidince oğlunun kapı önünde durduğunu gördü. Nasıl kurtulduğunu sordu. O da: - Frenk memleketinde esirdim. Onlar beni domuz çobanı yaptılar. Domuzların başında çobanlık yaparken, kırmızı bir köpek gelip bana hücûm etti. Kork

Neymiş

Neymiş "Exxon’a ait bir petrol tankeri Kanada açıklarında battıktan sonra, iki tane deniz ayısı 80. 000 dolar harcanarak temizlenmiş ve büyük bir törenle denize bırakılmışlar. Tam 2 dakika sonra herkesin gözleri önünde bir mavi balina deniz ayılarını yemiş Neymiş: Doğaya asla müdahale etmeyeceksin! Newyork’ta yaşayan psikoloji öğrenci bir genç kız boş odasını bir marangoza kiralar. Amacı onunla konuşup adamın davranışlarını incelemek. Ama iki hafta sonra marangoz, kızı balta ile parçalar. Neymiş: İnsanın başına ne gelirse meraktan gelirmiş!!! Bonn’da iki gösterici domuzların kesim evine barbarca götürülüp orada kesilmelerini protesto ederken domuzların bulunduğu yerin kapıları kırılır ve 2000 domuz kaçışırken iki göstericiyi ezerek öldürürler Neymiş: Demek ki domuz domuzluğunu yaparmış! Amerika’da kadının biri evine gelir ve kocasını mutfakta titrerken görür. Belinden su-kaynatıcıya doğru bir kablo gitmektedir. Kadın hemen kalın bir tahta parçası bu

Domuz Çobanı 1

Domuz Çobanı 1 “Türk-Rus harbinde birçok askerimiz öldü, bazıları Rusya’ya esir düştü. Bunlardan kimisini taş ocaklarına verdiler, kimisini şarap fabrikalarına… Hâsılı çeşitli işlerde görevlendirdiler. Bunlardan bir tanesi Bursa dolaylarından Kuran’ı hıfzetmiş bir hafızdı. Bunu da bir domuz çiftliğinde domuzların başına çoban yaptılar. Onlar zaten ne hafız bilir, ne hoca adamların din işleri ile hele İslam’la alakası yok, olmaması da normal tabi. Günlerce aylarca belki de senelerce domuz güden bizim hafız, bir gün bir dağın eteğinde domuzları yayarken içerisine bir hüzün düşer ve kendinden geçmiş bir halde rabbine iltica eder “Allah’ım ben senin dini mübinin ve namusumuzu, şerefimizi, dinimizi korumak için bu küffar ile harp etmeye geldim ve esir düştüm. Ben senin kelamın olan Kuran’ın hafızıyım, onu halen dilimde ve kalbimde taşıyorum. Oysa bu gütmekte olduğum domuzlar, bizim dinimize göre yenmesi, ticareti, kanı, her şeyi haramdır. Acaba benim günahım neydi de diğer esirler

Osmanlı’da Ok Atışı

Osmanlı’da Ok Atışı Ok atılacağı zaman, büyüklerden birkaç kişi iki fırka olur, karşı karşıya dururmuş. Birinci ok atılınca, birinci fırka;     •    Ok elinden bir! İkinci fırkada;     •    Eresin kemale, olasın pir! Diye yüksek sesle bağırırlarmış. İkinci ok atılınca birinci fırka:     •    Ok elinden iki! İkinci fırka da:     •    Sana lazım olsun peyki! Dermiş. Oklar böyle atıldıkça karşılıklı sözler devam edermiş.     •    Ok elinden üçe!     •    Görmesin pazıların güç!     •    Ok elinden dört!     •    Düşmanının başına dert!     •    Ok elinden beş!     •    Olasın pirelere eş! On ikinci ok atılınca:     •    On iki imamı hürman aşkına! “Ruhları şad olsun!” oklarımız tamam oldu, denilirmiş.

Regaib Kandili Tebriği

Muhterem Kardeşlerim;   Allah'ü Teâlâ’nın; sonsuz rahmeti üzerinize saçılsın! Dualarınıza; kabul kapıları açılsın! Bu gecenin nurları, dünyaya yayılsın! Kâfirler iman tatsın, zalimler insaf etsin! Hayırhaneler dolsun, şerhaneler boşalsın! Temiz kalbiniz iman ve sevgiyle dolsun! İmanınız kâmil, ameliniz salih; “Regaip Kandiliniz” mübarek olsun!  

Her Şeyden Evvel Bize Lâzım Olan Nedir?

Her Şeyden Evvel Bize Lâzım Olan Nedir? Soru: Her şeyden evvel bize lâzım olan nedir? Cevap: Doğruluk. Soru: Daha. Cevap: Yalan söylememek. Soru: Sonra. Cevap: Sıdk, sadakat, ihlâs, sebat, tesanüddür. _______________ Tesanüd: Dayanışma, karşılıklı yardımlaşma.

Mahremiyet Örtümüze Ne Oldu?

Resim
Mahremiyet Örtümüze Ne Oldu? Küreselleşme ile küçük bir köy hâline gelen dünyamızda, iletişimle ivme kazanan ticaret ve teknoloji, birçok ateş kıvılcımlarını da beraberinde getirdi. Bu kıvılcımlar, bazen aileleri içten içe yakıp parçalarken bazen de Allah’ın emanetleri olan çocuklarımızı tanınmaz hâle getiriyor. Tanıyamaz olduk, çünkü bizlerin hayâ anlayışı ile gözbebeklerimiz olan yavrularımızın hayâ anlayışı tamamen farklılaştı. Ellerimizde büyüttüğümüz çocuklarımız, bizleri eleştirecek özgürlüklere (!) ve modernliğe (!) sahip oldular. Erkeklere saygısından ağzını kapatarak konuşan ninelerimiz, "gelenek" tâbiriyle anılır oldu. Kız erkek arkadaşlıkları meşrulaşırken, aileleri oluşturan evlilikler, televizyon ve internete kaldı. Modernleşme ile birlikte her şeyin yozlaştığı gibi "mahremiyet anlayışı" da bozuldu. Başta evimizde en çok konuşma hakkına sahip olan televizyon ve bilgisayarlarımız, mahremiyet perdesini delerek gözlerimize ve gönüllerimize ak

Namaz Kılarken Çok Dikkat Edilmesi Gereken…

Resim
Namaz Kılarken Çok Dikkat Edilmesi Gereken… Namaz kılan kimsenin iki yerde çok uyanık olması gerekiyor, bunlardan birincisi;  “iyyake na’büdü  ve  iyyake nestein”  [ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz.] ayeti kerimesini okurken muhatabımızın Allah’ü Teâlâ olduğunu bilmemiz gerekiyor. Rabbimize diyoruz ki ancak sana ibadet eder ancak senden yardım dileriz. Eğer o anda aklımızda Allah’ü Teâlâ değil de başka bir şey varsa o zaman ona ibadet etmiş ondan yardım dilemiş oluruz. Bu da büyük bir şirktir. Çünkü Rabbimiz bizi huzuruna kabul etmiş biz de  “iyyake na’büdü  ve  iyyake nestein”  [ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz.] diyoruz. Hem burada Allah’ü Teâlâ ile kul arasında yetmiş bin perde kalkar, yalnız bir beşeriyet perdesi kalır. Bir de Tahiyyat duasında “esselâmü aleyke eyyühen nebiyyü” [selâm senin üzerine olsun Ey Nebi!] Derken Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Ve Selleme selâm verdiğimizi tasavvur etmemiz gerekiyor. Zira bur

Müslümanlar Neden Geri Kaldı?

Müslümanlar Neden Geri Kaldı? Neden bir teknolojik buluş yapan; fen bilimlerinde ileri giden İslam âlimi yok? Eskiden İslam âleminin dünyaya yaptığı bilim ve kültür katkıları ile veya dünyaya hâkim olan İslam devletleri ile cevap vermek kaçak güreşmek olur! Aynı şey neden günümüzde yok? Neden geri kaldık? İslam milletleri neden hep eziliyor, neden hep sömürülüyor, neden hep Müslümanların kanı akıyor? Tüm bunların temelde bir kaç nedeni var: Tembeliz, çalışmıyoruz, araştırmıyoruz. Okumuyoruz, çocuğumuz yoksa bile burs verip zekâlı ve ahlâklı bir Müslüman çocuğu okutmuyoruz. Çocuklarımızı Hz. Ali Radiyallah’ü Anh’ın buyurduğu gibi gelecek çağlara göre yetiştirmiyoruz! Yavrularımıza iki üç bin liraya son model cep telefonu alıyoruz. Yirmi, otuz liraya her ay bir kitap almıyoruz. Alsak da kendimiz de çocuklarımız da okumuyor. Çünkü ne onlara ne kendimize bir türlü okuma alışkanlığı kazandıramadık… İlk emri ve ilk ayeti  “Oku!”  olan yüce Kur’an-ı Kerim’in buyruklarına uymuyoruz. D

Dua Adabı

Dua Adabı Hz. Peygamber'e Allah'ı sormuşlardı. Cevaben Allah buyurdu ki: "Kullarım sana beni sorduklarında: Ben muhakkak ki, yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin duasına icâbet ederim." (el-Bakara, 2/186). Dua ederken seslerini aşırı şekilde yükseltenleri gören Rasûlullah, şöyle buyurmuştu: "Ey insanlar! Kendinize gelin. Çünkü siz bir sağırı veya uzaktaki birini çağırmıyor, ancak her şeyi işiten ve çok yakın bulunan birine dua ediyorsunuz. Sizin kendisine dua ettiğiniz size bineğinizin boynundan daha yakındır." (Buhârî, Cihad, 131; Daavât, 51; Tevhid 9; Ebû Dâvûd, Vitr, 26; İbn Hanbel, IV, 394, 402, 418; Müslim, Sahih IV, 2076) Kul, duasında Allah ile arasında hiçbir engel hiçbir vasıta bulunmadığını böylece bilir; dua ederken yalnızca Allah'ı düşünür. Kalp başka birşey ile meşgulken dua etmek manasızdır. "Âmin" diye bağırıp çağırmak da manasızdır. İnsan dua ederek Allah'a yöneldiğinde, dileği, Allah'tan istediği şeylerin

Çanakkale Destanı

Resim
Çanakkale Destanı Çanakkale harbi yaşanırken öyle bir yaralı geliyormuş ki zamanın doktoru Doktor Tarık bakmakta zorluk çekiyormuş. Hemşirelerde yetiştiremiyormuş. Doktor Tarık demiş ki; “Bütün yaralılara bakamıyoruz hiç olmazsa ağır yaralıları ayırın, ayaktaki yaralıları hemen tedavi edelim, ağır yaralılara zaman ayırmış oluruz. Sonra bekleyen diğer ağır yaralıları da tedavi ederiz.” Yaralılara bakarken önüne ağır yaralı asker getirmişler. Doktor; “Ben ağır yaralı getirmeyin demedim mi siz yine ağır yaralı getirdiniz!” Hemşire demiş ki; “Bu asker sizin oğlunuz.” “Tamam!” demiş Doktor Tarık; “Onu şu ağacın gölgesine bırakın! Buradaki acil yaralılardan sonra fırsat olunca bakarım.” Bir süre sonra bakmaya fırsatı olmuş ama gittiğinde oğlu orada çoktan vefat etmiş. Böyle şuurlu doktorlar baş tacımız. Şimdiki doktorlarımız bu şuurla görev yapsalar, Allah korkusundan namazlarını kılsalar, hastalara daha yakın olsalar, hemşireler de samimi davransalar güzel T

Adalet

Adalet İstanbul'un fethinden sonra Hazreti Fatih bütün mahkûmları serbest bırakmıştı. Fakat bu mahkûmların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zülüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi. Durum Hazreti Fatih'e bildirildi. O, asker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Hazreti Fatih'e de anlattılar. Fatih o dünyaya kahreden iki papaza şöyle hitap etti - Sizlere şöyle bir teklifim var Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, Müslüman hâkimlerin ve Müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunu ispat ediniz. Hazreti Fatih'in bu teklifi papazlar için çok