Kayıtlar

Stanford Üniversitesi’nin Kuruluş Hikâyesi Doğru mu?

Resim
  Stanford Üniversitesi’nin Kuruluş Hikâyesi Doğru mu? İnternetin ilk kurulduğu yıllardan beri pek çok yerde rastladığımız bir hikâye var. Hikâyeye göre, Stanford, taşralı bir karı koca tarafından, ölen oğulları anısına yaptırılmış. Peki, bu hikâye doğru mu? Efendim, hikâye, kaba saba, soluk, yıpranmış kıyafetler giymiş yaşlı bir çiftin Boston treninden inmeleriyle başlıyor. Çift, soluğu Harvard Üniversitesi’nin Rektörlük binasında alıyorlar. Rektörün bürosundan içeri girer girmez, rektör sekreteri masasından fırlayarak önlerini kesiyor. Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralılar Harvard gibi bir üniversitede ne arıyorlar?   Adam yavaşça rektörü görmek istediklerini söylüyor. Sekreter işi yokuşa sürüyor “İşte bu imkânsız. Rektörün bugün size ayıracak bir saniyesi bile yok.” gibi bir şeyler geveliyor. Yaşlı kadın çekingen bir tavırla, “Bekleriz” diye mırıldanıyor… Taşralıların biraz bekledikten sonra gideceklerini uman sekreter, sesini çıkarmadan masasına dönüyor. Saatl

Balkan Savaşlarında Yunan ve Bulgar Çetelerince Osmanlı’ya Yapılan Zulümler

Resim
  Balkan Savaşlarında Yunan ve Bulgar Çetelerince Osmanlı’ya Yapılan Zulümler   1912-1913 Balkan Savaşlarında Yunan ve Bulgar komitacılarınca Trakya’nın her köşesindeki köyler, Müslümanlara ait kutsallar (camiler, mezarlıklar vb…) yakılır yıkılır, harap hale getirilir. Halkın canı ve malının hiçbir güvencesi kalmaz. Çoluk çocuk, kadın kız gözetilmeksizin kıyımlar, tecavüzler birbirini izler. Ölenler nehirlere, su kuyularına atılmaktadır. Bulgar mezalimine dair bilgileri sağduyu ile yazan gözlemcilerin ve gazetecilerin haberleri Avrupa ve İstanbul basında geniş yer bulur. Nisan 1913 tarihli L’illustration gazetesi şöyle yazmaktadır : “Bulgar askerlerinin kin ve ihtirasına hedef olan Türk evleri, cehennemi gölgede bırakan bir faciayı yaşadılar. Yağma edildiler. Türk evlerinin kafes arkasında korku ile bekleşen kadınların gölgelerini sezen askerler, tekme ve dipçik darbeleriyle içeriye saldırdılar. Ellerine ne geçerse aldılar. Mücevher, halı, elbise, ayna ve her şey… Taşınabilecek v

Canını Kurtarmak İçin Yapılan Kelime-i Şehadet Makbul Değildir

Resim
  Canını Kurtarmak İçin Yapılan Kelime-i Şehadet Makbul Değildir 1912-1913 Balkan Savaşlarında Yunan ve Bulgar komitacılarınca Trakya’nın her köşesindeki köyler, Müslümanlara ait kutsallar (camiler, mezarlıklar vb…) yakılır yıkılır, harap hale getirilir. Halkın canı ve malının hiçbir güvencesi kalmaz. Çoluk çocuk, kadın kız gözetilmeksizin kıyımlar, tecavüzler birbirini izler. Ölenler nehirlere, su kuyularına atılmaktadır. Osmanlı askerleri bir çete lideri Bulgar komitacıyı zorla yakalayarak Osmanlı Paşası’nın huzuruna getirirler. Yüzlerce sivili katleden bir çok kadına tecavüz eden; azılı katil idam edileceğini anlayınca Paşa’nın huzurunda Kelime-i Şehadet getirmeye başlar. Ferasetli Paşa gülümseyerek: “- Sen gerçekten Müslüman oldun mu?” Der. Azılı katil kekeleyerek: “- Evet, efendim!” Der. Paşa askerlere emir vererek bir göz işareti yapar. “- Bunu önce sünnet edin, sonra da azad edin!” Askerler: “- Başüstüne komutanım!” diyerek azılı çete liderini bir kayalığa

İmparatorluğa Mersiye

  İmparatorluğa Mersiye   Bin yıl oldu toprağına basalı Hayli oldu kılıçları asalı, Bülbüllerin onun için tasalı,   Sazlar kırık, ayar tutmaz telleri, Biz neyledik o koskoca elleri?..   Yol görünür, hakan emir verirdi, Dalga dalga ordularım yürürdü, Hamlemizden dağlar taşlar erirdi,   Dolu dizgin aştık nice belleri, Biz neyledik o koskoca elleri?..   Yıldız doğar,talihimiz belirir, Sabah olur, ulufeler verilir, Bir seferde dört krallık serilir,   Al al ettik, kara kara tülleri, Biz neyledik o koskoca elleri?..   Ferman çıkar, dal kılıçlar takınır, Meydanlarda Rabbe dua okunur, Gölgemizden bütün cihan sakınır,     Andırırdık coşkun akan selleri, Biz neyledik o koskoca elleri?..   Kosovalar, Plevneler bizsizdir, Yosun tutmuş camilerim ıssızdır, Boynu bükük minareler öksüzdür,   Açmaz olmuş Kızanlığın gülleri, Biz neyledik o koskoca elleri?..   Hali görür, geleceği sezerdik, Bir zamanlar ta Vistül’de gezerdik. H

Duanın Edepleri

  Duanın Edepleri   Duada elleri kaldırmak ve Allah’ü Teâlâ’ya hamd etmek, Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem efendimize salât ü selam getirmek, sonra dileğini söylemek, dua ederken göğe bakmamak, duayı bitirince elleri yüze sürmek duanın edeplerindendir. Bu edepleri şöylece sıralayalım:   1- Şerefli zamanları kollamaktır: Arefe günü, Ramazan ayı, Cuma günü, gecenin son üçüncü bölümü ve seher vakitleri gibi. 2- Şerefli halleri değerlendirmektir: Secde hali, savaşçıların karşılaşması ve yağmur yağması halleri, namaz için ikâmet okunurken ve kalbin rikkat hali gibi. 3- Kıbleye dönmek, elleri kaldırmak ve duadan sonra yüze sürmek. 4- Gizlilik ve seslilik arasındaki bir sesle yalvararak söylemek. 5- Seci yapmaya kendini zorlamamak. Duada haddi aşmak bununla tefsir edilmiştir. Ayet ve hadislerde belirtilen ve rivayet edilen dualarla yetinmek en iyisidir. Çünkü herkes kendiliğinden dua etmeyi beceremez, bu sebeple haddi aşmasından korkulur. 6- Tazarrû, huşû ve korku ile

Sözü Feraset ve Nezaketle Söylemek

  Sözü Feraset ve Nezaketle Söylemek   Padişahın biri, Rüyasında, dişlerinin önden arkaya doğru döküldüğünü, yemek yiyemez hâle geldiğini görür! Canı sıkılan padişah, gördüğü rüyanın yorumunu yaptırmak üzere derhal saray tabircilerini huzuruna çağırtır! Rüyasını anlattıktan sonra tabirci başına: “- Hele bir söyle, bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir?” Diye sorar! Tabirci başı hiç düşünmeden: “- Maalesef şerdir padişahım!” Der ve sözlerine şöyle devam eder: “- Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki gözlerinizin önünde bütün yakınlarınızın birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz!” Tabirci başının bu yorumu, padişahın gönlünde âdeta soğuk rüzgârlar estirir! Bir anlık sessizliğin ardından pâdişâh hiddetle kükrer: “- Tez atın şunu zindana, felâket tellâlı olmak neymiş öğrensin!” Muhafızlar, tabirci başıyı yaka-paça götürüp zindana atarlar! Padişah, bu kez huzurundaki diğer bir tabirciye dönerek: “- Sen söyle bakalım, rüyamın tabiri n

Arkadaş Seçimi

  Arkadaş Seçimi   Arkadaş seçiminin kıyamet günündeki etkisini vurgulayan “O gün Allah’a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dostlar birbirine düşman olurlar.” (Zuhruf, 43/67.) ayetiyle ilgili olarak Kurtubi’nin Tefsir’inde şöyle bir rivayet nakledilir: İki mümin ve iki kâfir dost vardır. Müminlerden birisi ölür ve Rabbinin huzuruna vardığında: “- Rabbim filan kişi bana, sana ve Rasulü’ne itaati emrediyordu. İyiliği emrediyor, kötülükten alıkoyuyordu. Benim senin huzuruna çıkacağımı söylüyordu. Rabbim benden sonra onu saptırma, beni hidayete eriştirdiğin gibi onu da hidayete eriştir. Bana kereminden lütfettiğin gibi ona da lütfet.” der. Nihayet diğer mümin arkadaşı da vefat edince, Allah her ikisini bir araya getirir ve birbirlerini övmelerini ister. İkisinin de birbirlerinden hayırla bahsetmeleri üzerine Yüce Allah: “Ne güzel dost, ne güzel kardeş ve ne güzel arkadaş!” buyurur.   Kâfirlerden birisi ölünce ise: “- Rabbim filan kişi bana, sana itaati, Rasulü’ne itaat

Dürüst Oduncu

  Dürüst Oduncu   Bir varmış iki yokmuş... Evvel zaman içinde kocaman bir ormanın kenarında küçücük bir köy varmış. Köyün adamları ormanda odunlarını keser, kestikleri odunlarla geçimlerini sağlamaya çalışırlarmış. Köyün en dürüstü bu odunculardan birisiymiş. Herkes ona çok güvenirmiş. Yalanı hiç sevmez, kendi kazandığı paradan başka kimsenin cebinde gözü olmazmış. Günlerden bir gün, bu dürüst oduncu her zamanki gibi yine ormana odun kesmeye koyulmuş. Baltasını ağaçlardan birinin hemen dibine bırakmış. Sonra da başlamış kesilecek ağaç aramaya. Bir ağacı gözüne kestirdikten sonra baltasının yanına geri gitmiş. Ancak baltası bıraktığı yerde yokmuş. Aramış taramış, bir sağa bakmış yok, bir sola bakmış yok. Çaresizce ağlamaya başlamış. “Ne yaparım ne ederim ben şimdi. Baltam yoksa nasıl odun keser para kazanırım!” diyerek ağlarken gözyaşları sel olmuş. Oduncunun bu perişan halini gören orman cini dayanamamış, oduncunun haline acımış. Hemencecik altın kaplama bir baltayı oduncunun a

İbretlik Bir Hikâye ve Alınacak Ders…

              İbretlik Bir Hikâye ve Alınacak Ders…   Zengin bir adam yemek yedikten sonra evinden dışarı yürüyüşe çıkar… Biraz yürüdükten sonra iki rekât namaz kılmak için bir mescide girer. O mescidin bir köşesinde bir adamın hıçkırıkla ağladığına şahit olur. Dayanamaz ve o adamın neden ağladığını sorar. “Yaklaşık 2000 TL borcunun olduğunu ve bu sıkıntıdan kurtulmak için Allah'ü Teâlâ’ya yalvardığını söyler…” Zengin olan Müslüman bu rakamın kendisi için sorun teşkil etmeyeceğini bildirir ve o an cebinden 2000 TL’yi çıkarır verir… Para ile birlikte olası ikinci bir ihtiyaç durumunda kendisini araması için kartvizitini de verir… Adam parayı alır ama kartı iade eder… Sebebini sorması üzerine ömür boyu unutamayacağı şu harika sözü işitir: "- İkinci kez borçlandığım durumda yine Allah'ü Teâlâ’ya yalvaracağım. Seni aramayacağım… Çünkü O seni bana gönderdi, senden başkasını da bana gönderir!"   Sübhanallah! O kıssayı dinledikten sonra uzun uzun

Prof. Dr. Aziz Sancar Sözleri

Resim
  Prof. Dr. Aziz Sancar Sözleri Aziz Sancar (D. 8 Eylül 1946, Savur, Mardin) Kuzey Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik bölümü öğretim üyesi Türk moleküler biyolog. 001-       Ben Müslüman'ım Müslüman olarak doğmaktan ve müslüman olmaktan gurur duyuyorum. İslam ülkelerinin bilimden uzak kalmalarının sebebi ı Kerim'den uzaklaşmasıdır. 002-       Ben Türkiye'deki günlük politik çekişmeleri takip edersem üzüntümden çalışamam. Gençlere tavsiyem bu tür kavgalara girmeyin. Bütün enerjinizi işinize verin. Bilim öğrenmeye çalışın. Günlük dedikodularla, politikalarla uğraşmayın! Memlekete hizmet için bilim lazım. Avrupa ve ABD seviyesinde olmak için bilim lâzım. 003-       Çoğu insan zekaya inanır , ben inanmıyorum , bizi birbirimizden ayıran emektir , ben çalışmaya inanıyorum. 004-       Evrime inanmak diye bir şey yoktur. Evrim bir gerçektir ve inanç meselesi değildir. Güneş'i balçıkla sıvayamazsın. Evrim vardır ve kim ne derse desin bu gerçek ortadadır. 005