Kayıtlar

Nefsimmiş Meğer

  Nefsimmiş Meğer   Yıllardır kendimi, güyâ tanırdım; Sanık ben, yargıç ben, hep aklanırdım. Şeytanı, en büyük düşman sanırdım; Ondan da beteri.. Nefsimmiş meğer…   Gönlümü, hevâya kaptıran oymuş, Şuûru şehvete saptıran oymuş, Tutkuları, putlar yaptıran oymuş, En sinsi düşmanım.. Nefsimmiş meğer…   Övgü dolu sözlerine kanmışım; “Kalbin temiz” demiş, gerçek sanmışım. Hakk’ı ancak, zor günümde anmışım, İçimdeki nankör.. Nefsimmiş meğer…   Öyle sevdirmiş ki,dünyayı bana; Saraylar kurmuşum, üç günlük cana. Hevâ heves denen, çöplükten yana Beni sürükleyen.. Nefsimmiş meğer…   Meyhâne meyhâne, hayâl kurmuşum, Çamurlu yollarda, yalpa vurmuşum, Adresi hep, münâfıktan sormuşum; Koynumdaki yılan.. Nefsimmiş meğer…   Dalmışım.. Her akşam cümbüşle meşke, Kalmamış dilimde, riyâdan başka. Bir kadehlik, ömrü olan bir aşka; Beni kul eyleyen.. Nefsimmiş meğer…   Tutkuya döndükçe, giyim markası, Yerde paspas olmuş, hayâ hırkası. Kuşatmı

Daha Kur'ân Ne Desin?

  Daha Kur'ân Ne Desin?   Ey insan! Yaşıyorken, hem de Kur’ân çağında; Çırpınıp duruyorsun, cehâlet batağında. Kalbin katı, gözün kör, başın kibir dağında Kur’ân sana gel diyor, bak bendedir adresin, Ey eşref-i mahlûkat! Daha Kur’ân ne desin!   Özgürce seçmen için, iki yoldan birini; Apaçık bildiriyor, bütün âyetlerini. Ya Peygamber, ya şeytan... Seç diyor rehberini; Öyle seç ki; sırattan rüzgar gibi geçesin, İlle şeytan diyorsan... Daha Kur’ân ne desin!   Ya Cennet bahçesidir, ya ateştir o mezar, Mekân var mı dünyada, öyle derin, öyle dar? Hiçbir şey yakın değil, insana ölüm kadar. Diyor ki; hesabı var, aldığın her nefesin; Mezarlar konuşurken..Daha Kur’ân ne desin!   Malın, mülkün, şöhretin, dünyada herşeyin var; Ya dünyadan Rabb’ine, götürecek neyin var? Bana yeter diyorsan, şu üç günlük îtibar; Bir dördüncü gün var ki; çok çetindir bilesin, Bunlar masal diyorsan... Daha Kur’ân ne desin!   Âyet diyor ki; eğer, dağa inseydi Kur’

Dinle Sana Bir Nasihat Edeyim

Nasihat   Dinle sana bir nasihat edeyim, Hatırdan gönülden geçici olma! Yiğidin başına bir iş gelince, Onu yâd ellere açıcı olma…   Mecliste arif ol kelamı dinle, El iki söylerse sen birin söyle, Elinden geldikçe sen iyilik eyle, Hatıra dokunup yıkıcı olma…   Dokunur hatıra kendisin bilmez, Asilzadelerden hiç kemlik olmaz, Sen iyilik et de o zayi olmaz, Darılıp da başa kakıcı olma…   El ariftir yoklar senin bendini, Dağıtırlar tuzağını fendini, Alçaklarda otur gözet kendini, Kati yükseklerden uçucu olma…   Muradım nasihat bunda söylemek, Size layık olan onu dinlemek, Sev seni seveni zay etme emek, Sevenin sözünden geçici olma…   Karacaoğlan söyler sözün başarır, Aşkın deryasını boydan aşırır, Seni bir mecliste hacil düşürür, Kötülere konup göçücü olma…   Karacaoğlan Rahmetullahi Aleyh

En Güzel Duygu: Vermek

Resim
  En Güzel Duygu: Vermek   Âlimlerden biri, talebesi ile gezerken, bir tarlanın yanındaki ağaçlardan birinin altında eski bir çift ayakkabı gördüler. Belli ki civarda çalışan birisinin ayakkabısıydı. Talebe: "- Hocam bu ayakkabıyı saklasak da, sahibi geldiğinde ayakkabısını bulamayınca, o anki halini seyretsek, ne dersin?" dedi. Hoca: "- Sevincimizi başkalarının üzüntüsü üzerine kurmak doğru değildir. Gel şöyle yapalım; sen zengin bir ailenin çocuğusun, bu ayakkabının içine bir miktar para bırak, sahibi gelip bunu gördüğü zamanki sevincini seyredelim!" dedi. Talebe bu teklifi daha güzel buldu ve adamın ayakkabısının içine bir miktar para koydu. Hocası ile görünmeyecek şekilde bir ağacın arkasına saklandılar. Bir müddet sonra, ayakkabının sahibi geldi. Elbiselerini değiştirdi, ayakkabısını giyerken içinde bir şey olduğunu fark etti. Baktığında bunun para olduğunu gördü. Bir müddet etrafına bakındı, hiç kimseyi göremeyince, dizleri üzerine oturdu ve el

İstenmeyen Misafir

İstenmeyen Misafir   Yıllardır sözleşmeli olarak çalıştığı iş yerinden kocasına verilen ani çıkışla hayatları alt-üst olmuştu. İşletmenin lojmanından ayrılıp tekrar kiracılığa, üstelik daracık bir eve çıkmak; aylardır maişetsiz, hep içerden harcamak Ayşe Hanım’ın sinirlerini iyice germişti. Çocuklara yeni elbise, okul masrafları derken bıçak kemiğe dayanmış, sıkıntının derinliği artık mutfağa da yansımaya başlamıştı. Bir türlü iş bulamamıştı kocası. Tuhaf adamdı. Tüm muhtaçlığına, garipliğine rağmen misafirsiz sofraya oturmama huyunda direniyor, illa; “- Çorbaya bereketli bir kaşık girsin!” diyordu. Bulundukları yer, kasabanın istasyon mahallesi idi. Şehirden trenle dönenler buradan minibüslerle çıkardı civar köylere. Yolculardan arabası geciken birini; yukarı köyün çiftlik sahiplerinden Hacı Osman’ı ısrarla getirdi akşam yemeğine. Misafiri odaya buyur ettikten sonra eşiyle konuşmak üzere mutfağa girdiğinde Ayşe Hanım öfkeyle patladı: “- Akşamın dar vaktinde gene mi mis

Essubhu Beda Min Tal'atihi İlahisi Sözleri

Essubhu Beda Min Tal'atihi İlahisi Sözleri   Essubhu beda min tal’atihi (Sabah nurunu O’nun çehresinden aldı) Velleylü deca min vefratihi (Gece ise karanlığını O’nun siyah saçlarından aldı) Fa akar Rusulâ fazlan ve âlâ (O fazilet ve ulviyeti ile bütün resullerden üstün oldu) Ehdes sublâ li delâ le tihi (Hidayete erenler yolunu O’nun delaleti ile buldu)   Kenzül kerami mevlenniami (Cömertlik hazinesi o hazineden ihsan edendi) Hâdil ümemi li şeriatihi (Toplumları dinine ve hidayetine erdirdi) Ez kennesebi a’lel-hasebi (Soyu çok temiz, şerefi pek yücedir) Küllü’l-arabi fi-hizmetihi (Bütün Araplar O’nun hizmetindedir)   Sâate şeceru natakal haceru (Ağaçlar huzurunda koştu, taşlar dile gelip konuştu) Şakkal kameru bi işaretihi (O’nun işareti ile ay ikiye yarıldı) Cibrili etâ leylete Esrâ (İsra gecesi Cebrail Aleyhisselâm O’na geldi) Ver-Rabbü de’â li-hazretihi (Ve Rabbi O’nu huzuruna davet etti)   Nâdeş-şerefâ vallâhu afâ (O büyük rütbelere

Ben Gülmeyeyim De, Kim Gülsün?

Ben Gülmeyeyim De, Kim Gülsün ? Hz. Osman Radiyallâhu Anh abdesti bitiriyor, kurulanıyor, gülmeye başlıyor. Yanındakiler, “— Hayırdır inşaallah!”. Diyorlar. Hazret-i Osman Radiyallâhu Anh Anlatıyor: “— Bir gün, benim şu abdest aldığım yerde Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz abdest alıyordu. Biz de oradaydık. Resulullah abdestini aldı, gülmeye başladı. Sonra, ‘Neden güldüğümü, niye sor muyorsunuz?’ buyurduğu hatırıma geldi!”. “— Peki efendim, ne oldu?” “— Biz de, ‘Ya Resulallah Sallallahü Aleyhi Vesellem niye güldünüz?’ diye sorduk.”. Cevaben buyurdu ki: “— Bir müminin abdestte, yüzünü yıkarken, bütün (küçük) günahlarının, suyla beraber aktığını görüyorum. Elini yıkarken, başına mesh ederken, ayaklarını yıkarken, bütün günahlarının döküldüğünü görüyorum. Ümmetim kurtuluyor diye seviniyorum, ben gülmeyeyim de, kim gülsün?” Nebiyy-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellem’e içinde (pek az) su bulunan bir taş tekne getirdiler. Tekne ise içinde avuç açılamayacak kadar küçük idi. Orad

Kıble Yönü

  Kıble Yönü   Adam, bineceği otobüsün kalkmasına bir saatten fazla süre olduğu için, otogarın yarı aydınlık koridorlarını arşınlıyordu. Ellerini yıkamak üzere biraz ilerideki lâvaboya yanaştığında, iş tulumları giymiş bir genç ona doğru gelerek: “- Herhâlde namaz kılacaksınız, dedi. Abdest alma yerimiz de mevcuttur. Adam, elindeki sigaranın külünü delikanlının ayakları dibine silkelerken: “- Sen herhâlde görevlisin. Ne iş yaparsın burada?”. “- Temizlikçiyim efendim. Lâvabo ve tuvaleti temizliyorum!”. Adam, alaycı gözlerle sü-zerek devam etti: “- Ben, namazı senin gibi çulsuzlara bıraktım. Bu iş size öyle yakışıyor ki!”... Temizlikçi genç, adamın hakaretine aldırmayacak kadar olgundu. Fakat namaza karşı yapılan saygısızlık, canını çok sıkmıştı. Vereceği cevabı bir süre düşündükten sonra, susmayı tercih edip işine döndü. Adam, mağrur adımlarla oradan uzaklaşırken, başının döndüğünü hissetti. Sırtından çıkartarak koluna aldığı kaşe paltonun ağırlığını da ilk defa fa

Vah Almancım Vah!

  Vah Almancım Vah!   Almancılar ev yaptırdı köyüne, kapalı kapısı. Oturanı bakanı yok çürüdü yapısı. Ha çöktü ha çökecek tavanı çatısı Oturmaya ömrü yetmedi! Vah Almancı vah!   İki senede bir ay izine gider. Eşe dosta borç verir parayı çar çur eder. Parası biter gönlüne düşer elem keder. Dönüşün hüzünlü olur! Vah Gurbetcim vah!   Almancı izine gelir gelmez uğraşır evin tamiriynen. Elektrikcisiyle sucusuyla uğraşır her biriynen Elinde evrak, dilekce çekişir dairede amirinen. İzinin biter işin bitmez! Vah Almanci vah!   Kimi köyüne ev yaptı kimi kayseride ev aldı. Kesin dönüş yaparım diye hayale daldı. Kendi geldi çocuklar gurbetde kaldı. Hayallerin boşa çıktı! Vah Gurbetcim vah!   Evine hırsız girer kapıyı peceyi söker. Bakımı olmaz suyu patlar çatısı çöker. Komşular çöplerini kapısının önüne döker. İzinin tamirinen geçer! Vah Almancim vah!   Güve düşer yıllar önce aldığı öteberiye. Kurban keser sözde hayırcılar üşüşür deriye Bo

Şikâyetname

  Şikâyetname   Fuzuli “Şikâyetname” (Selâm verdim rüşvet değildir deyi almadılar)   Halk arasında selâm için “Allah’ın selâmı” derler. -Yahu Allah’ın selâmını verdik, onu bile almadı diye serzenişte bulunurlar. Şair Fuzuli de ünlü mektubu Şikâyetname’ye “Selâm verdim, rüşvet değildir diye almadılar” şeklinde başlamış. Gelin geçmiş zamanın bu ünlü hikâyesini dinleyelim. 16. yüzyılın büyük Divan şairi Fuzuli, yalnız bir insandır. Onun şu beyitini çoğunuz bilirsiniz.   “Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge Ne açar kimse kapım bad-ı sabâdan gayrı” Demiştir.   Yani şair o kadar yalnız birisidir ki evinin kapısından içeri sadece sabah rüzgârı girmektedir. Çileli geçen bir ömür… Yalnızlık, yoksuzluk, kimsesizlik onun için kader olmuştur. Hâlbuki Fuzuli, ana dili Türkçe dışında Arapçaya ve Farsçaya o derece hâkimdi ki üç dilde de divan sahibi olacak kadar… Her üç dilde de oldukça güzel şiirler yazıyordu ama bunlar, o devirde onun geçim sıkıntısını aşmasına yetmedi