Kayıtlar

İmam-ı Âzam (Rahimehullah)’dan Hikmetli Sözler

İmam-ı Âzam (Rahimehullah)’dan Hikmetli Sözler ·      Ancak ilmi bir ihtiyaçtan dolayı devlet başkanı ile yakın ilişki içinde ol! Onun yanında ateş içerisindeymiş gibi ol! Çünkü sultan kendisi için istediğini başka hiç kimse için istemez. ·      Devlet başkanı sana bir mesele arz ettiğinde, söylediklerini kabul edeceğine kani olmadıkça o meseleyi çözmeyi kabul etme! ·      Avamın (sıradan seviyesiz ve bilgisiz insanların) arasında, sorulmadan rastgele konuşma! ·      Avamın ve tacirlerin yanında ilme ve dine ait olmayan sözlerden kaçın ki mala rağbet ve sevgin üzerinde durulmasın. ·      Avam arasında ne gül ne de tebessüm et, yılışık olma! ·      Gereksiz yere çarsıya – pazara sıkça çıkma! ·      Olgunluğa erişmemiş yeni yetişmelerle çok konuşma, senli benli olma! ·      Sokaklarda, mescitlerde yiyip içme! Yol kenarlarındaki çeşme ve sulardan su içme! ·      Yol ortasında oturma. Yok, illa da oturacaksan hiç olmazsa mescitlerde otur! Dükkânlarda oturma! ·     

Edep Timsali Hz. Fatıma Radiyallahü Anha

Edep Timsali Hz. Fatıma Radiyallahü Anha Sevgili Peygamberimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem vefatından sonra, Hz. Fâtıma, âhiret hazırlığını daha ciddi bir şekilde yapmaya başla­mıştı. O her haliyle ‘yolcu’ olduğunu belli ediyor ve hazırlığı­nı ebedî âleme göre yapıyordu. Artık vuslat gününü hasretle beklemeye başlamıştı. Peygamberimizin vefatının üzerinden altı ay geçmişti ki Hz. Fâtıma validemiz hastalandı. Halife Hz. Ebû Bekir’in Radiyallahü Anha hanımı, büyük sahabi Hz. Esmâ Radiyallahü Anha ziyaretine gelmişti. Konuşurlarken Hz. Fâtıma Radiyallahü Anha, günlerdir kalbini huzursuz eden bir hususu açmak istedi. Hz. Esmâ Radiyallahü Anha; “Ya Fâtıma Radiyallahü Anha, seni üzen şey nedir, söyle de Ebû Bekir Radiyallahü Anh’ı haberdar edeyim, bir çare bulsun” dedi. O iffet ve fazilet timsali, o hayâ örneği, o nezahet menbâı Hz. Fatıma Radiyallahü Anha’nın son demlerinde kalbini dilhûn eden şey elbette mühimdi. Fakat ne olabilirdi? Bakınız o peygamber neslinin muazzez men

Bundan Daha Büyük Ceza mı Olur?

Bundan Daha Büyük Ceza mı Olur?           İnançsızın biri Hz. Ömer Radiyallahü Anh’in yanına gelip O'na şöyle dedi:           - "Ben hiç namaz kılmıyorum, senin Allah'ın bana hiç ceza vermiyor ya Ömer!"           Hz. Ömer Radiyallahü Anh’in Radiyallahü Anh ise şöyle cevap verdi: -     "Sana secde etmeyi nasip etmiyor, bundan daha büyük ceza mı olur..."

Nasıl Bıraksın?

Nasıl Bıraksın? "Köylüler bir dostlarının ölümü üzerine konuşurlarken birisi der ki, - Demek hanımına ve çocuklarına para pul bırakmamış ha öbürü şöyle cevap vermiş. - Nasıl bıraksın? Evvela servet yapayım derken sıhhatini bozdu. Sonra da sıhhatine kavuşmak için servetini bitirdi."

Hifa ve Süheyl...

Hifa ve Süheyl...  Hifa ve Süheyl... Yıl asrısaadet yılı, aşkların en güzelinin yaşandığı mekân ve zaman. Ölümsüz sevdaya doğru yol alan, ilahi aşkın sırrına mazhar olan ve kalplerinde sadece onun sevgisini taşıyanların yılı. İşte o yıllarda vuku bulan bir aşk kıssası… Hifa ve Süheyl... Hz. Peygambere teslimiyetin güzel bir vesikası… Hifa ve Süheyl... (Radiyallahü Anhüma) Madde den geçip mana ikliminde aşkı yaşayanların hikâyesi… Hifa ve Süheyl... Hifa genç, güzel, şan- şöhret sahibi ve oldukça zengin bir kadın; Güzelliği dilden dile dolaşan, şan şöhreti saraylara kadar ulaşan, Birçok kimsenin kendisi ile evlenmesi durumunda her şeyini feda edebileceği birisi… Hifa… Öyle ki Hifa’yı duymayan, güzelliğini bilmeyen kimseler kalmamış sevda çöllerinde. O kadar güzel ki Hifa; krallar saray anahtarlarını getirip önüne bırakıyor. Zamanın zenginleri kervan yükü kadar mücevher ve altın vaat ediyor. Sahabe eşleri ise Hifa ile akraba olabilmek için Hifa’yı kocalarına isti

Hayıf Bana, Yazık Bana, Vah Bana!

Hayıf Bana, Yazık Bana, Vah Bana! Muradıma maksuduma ermezsem, Hayıf bana, yazık bana, vah bana! Kadir Mevlâm cemalini görmezsem, Hayıf bana, yazık bana, vah bana! Daima isyandır hep benim işim, Nic'olur kabirde ol garip başım, Duadan unutman eşim yoldaşım, Hayıf bana, yazık bana, vah bana! Âsi kulum defterine bak derse, Yüzün karaları gör ne çok derse, Yerim göğüm arasından çık derse, Hayıf bana, yazık bana, vah bana! Okumayıp defterimi şaşırsam, Mahşer yerlerinde derde düşürsem, Mümin kullarından ayrı düşersem, Hayıf bana, yazık bana, vah bana! Derviş Yunus Arasat’a varırsam, Yüzüm karaların anda görürsem, Defterimi sol elime alırsam, Hayıf bana, yazık bana, vah bana! Yunus Emre

Allah’ü Teâlâ’nın Huzurunda Beni Nasıl Gördün?

Allah’ü Teâlâ’nın Huzurunda Beni Nasıl Gördün? Mecnun bir gün çölde namaz kılan bir insanın önünden geçmiş. Adam da Mecnun’u yakasından tutmuş ve aralarında şöyle bir konuşma olmuş: -Bre deli ne diye koskoca çölde tam da benim önümden geçip namazımı bozdun? -Allah Allah sen şimdi beni gördün mü yani? -Elbette gördüm. Koskoca herifsin nasıl görmeyeyim? -Hayret… Ben Leyla'nın aşkından gözüm hiç bir şeyi görmezken sen Allah’ü Teâlâ'nın huzurunda beni nasıl gördün? Gerçekten çok hayret.

Cennete Koşuşun!

Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Rabbinizden bir mağfirete; Allah’a ve peygamberlerine inanlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sâhibidir.” (Hadid, 21) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “Allah’ım senden mağfireti kazandıracak sebepleri dilerim.” (Tirmizî, Salatü’l-hâce 479; İbn Mâce, Salatü’l-hâce 1384) Üftâde (ks) Hazretleri şöyle demiştir: Şüphesiz ki Allah Teâlâ bizi emir âleminden ruhlar âlemine, sonra oradan cisimler âlemine göndermiş ve bizi en güzel kıvamda yaratmış ve cüz’i bir irâde vermiştir. Ve şöyle buyurmuştur: “Eğer bu irâdenizi ibâdetler, tâatler ve iyilikleri kazanma yönüne sarf ederseniz sizi cennete koyar, size visâli ve cemâl-i ilâhîyi görmeyi kolaylaştırırım.” Sonra bu yola olanca gücümüzle koşmamızı emir buyurdu. Dünyanın ömrü kısa olduğu için Allah Teâlâ mübâlağa ile koşmamızı emretmiştir. Peygamberler ve veliler gittiler, e

Sen O’nu Tanı

Sen O’nu Tanı Cenâb-ı Hak buyuruyor: “İnsanın başına bir sıkıntı gelince, Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince, önceden yalvarmış olduğunu unutur. Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşar. (Ey Muhammed!) De ki: Küfrünle biraz eğlenedur; çünkü sen, muhakkak cehennem ehlindensin!” (Zümer, 8) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular:                              “Bolluk ve rahat içinde iken Allah’ı tanı ki zorluk ve sıkıntı zamanında O da seni tanısın.” (Ahmed, Müsned, I, 307; Aclûnî, I, 366) Baklî’nin Arâis adlı eserinde şöyle der: “Allah Teâlâ, yakîni zayıf olanları şöyle tavsif ediyor: Kendisine Allah’ın imtihanının elemi dokunduğu zaman O’nu tanımadan O’na dua eder. O’nun nimeti kendisine ulaştığı zaman ise nimetle nimet verenden perdelenir. Böylece her iki yoldan da câhil kalır. Ne belâda sabredici, ne de nimetlere erdiğinde şükredici olur. Bu durum onun Rabbini tanımamasındandır. Rabbini ma’rifet sıfa

Dünya Hayatı

  Dünya Hayatı Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sâhibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Âhirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızâsı vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd, 20) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “Dünya ile benim durumum nedir, benim dünya ile ilgim bir yolcunun durumuna benzer; o yolcu sıcak bir günde bir ağacın gölgesinde durup gölgelenir, sonra o gölgeyi bırakıp yoluna devam eder.” (Tirmizî, Zühd 44; İbn Mâce, Zühd 3; Müsned, I, 391.) Dünya hayatı aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir. Yâni dünya, yok olması çok çabuk olan cam ya da çini gibi maddelerden sayılabilecek bir metâdır. İnsan tabîatı önce ilk gördüğüne meyleder. Ama onu alıp f

Mağrur Olma!

Mağrur Olma! Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Hiç şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları asla sevmez.” (Nahl, 23) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “Hiçbir kimse yoktur ki onun başında biri yedinci kat göğe giden, diğeri yerin yedinci katına doğru giden iki zincir bulunmasın. Kişi tevazu gösterdiğinde, Allah onu yedinci kat semadaki zincirle yüceltir. Kibirlendiğinde ise yedinci kat yerdeki zincirle alçaltır.” (Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, VII, 158) Küçük bir fâre kocaman bir devenin yularını kapmış, eline almış, kurula kurula gidiyordu. Deve, kendi huyu, uysal tabiatı yüzünden, onunla yol alıp giderken fâre, kendi küçüklüğünü göremeden: “–Meğer ben ne müthiş bir pehlivanmışım, develeri sürükleyebilecek bir yiğitmişim!” diye böbürleniyordu. Gide gide bir nehrin kenarına geldiler. Nehri gören fare, kibrinin şaşkınlığı içinde donup kaldı. Onun kibrinin farkında olan deve ise, mânidâr bir şekilde: