Mağrur Olma!
Mağrur Olma!
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Hiç şüphesiz Allah, onların
gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları asla
sevmez.” (Nahl, 23)
Rasûlullah Sallallahü Aleyhi
Vesellem buyurdular:
“Hiçbir kimse yoktur ki onun
başında biri yedinci kat göğe giden, diğeri yerin yedinci katına doğru giden
iki zincir bulunmasın. Kişi tevazu gösterdiğinde, Allah onu yedinci kat
semadaki zincirle yüceltir. Kibirlendiğinde ise yedinci kat yerdeki zincirle
alçaltır.” (Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, VII, 158)
Küçük bir fâre kocaman bir
devenin yularını kapmış, eline almış, kurula kurula gidiyordu. Deve, kendi
huyu, uysal tabiatı yüzünden, onunla yol alıp giderken fâre, kendi küçüklüğünü
göremeden:
“–Meğer ben ne müthiş bir
pehlivanmışım, develeri sürükleyebilecek bir yiğitmişim!” diye böbürleniyordu.
Gide gide bir nehrin kenarına
geldiler. Nehri gören fare, kibrinin şaşkınlığı içinde donup kaldı. Onun
kibrinin farkında olan deve ise, mânidâr bir şekilde:
“–Ey dağda, ovada bana
arkadaşlık eden! Neden durakladın? Neden böyle şaşırıp kaldın? Haydi, yiğitçe
nehrin içine gir. Sen benim kılavuzum, öncüm değil misin? Yol ortasında böyle
şaşırıp kalmak, sana yaraşır mı?” dedi.
Mahcûp düşen fâre, kekeleyerek
şöyle cevap verdi:
“–Arkadaş! Bu su pek büyük, pek
derin bir su; boğulurum diye korkuyorum.”
Deve suyun içine girip:
“–Ey kör fâre! Su diz boyu imiş,
korkmana gerek yok!” dedi.
Fâre çaresiz ve mahcûp îtirafına
devam etti:
“–Ey hünerli deve! Nehir sana
göre karınca, bize göre de ejderha gibidir. Çünkü dizden dize fark vardır.
Benimki gibi yüz tane dizi üst üste koysak, ancak senin bir dizin eder.”
Bunun üzerine akıllı deve,
fâreye şu nasîhatte bulundu:
“–Öyleyse, gurur ve kibire
aldanıp bir daha terbiyesizlik etmeye kalkma; haddini bil! Sana olan hoş görüş
ve müsâmahama kapılıp şımarma; çünkü Allâh, şımaranları sevmez!..
Var git; sen, kendin gibi
fârelerle boy ölçüş!”
Artık, iyiden iyiye gerçeği
anlayıp utanmış bulunan fâre:
“–Tevbe ettim, pişman oldum.
Allâh için olsun şu öldürücü, şu boğucu sudan beni geçir!” diye yalvardı.
Böylece deve, yine merhamet edip
ona acıdı da:
“–Haydi! Sıçra da hörgücümün
üstüne çık, otur! Bu sudan geçmek veya başkalarını geçirmek benim işimdir. Zîrâ
vazîfem, senin gibi yüz binlerce âcize hizmetten ibarettir.” dedi ve fareyi
nehrin öbür tarafına geçirdi.
Hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevî’de
anlattığı bu hikâyede fâre; başından büyük işler görmeye kalkışan, kendini
başkalarından üstün gören, böbürlenen bir kişinin sembolüdür. Deve ise sabırlı,
tecrübeli, hünerli ve kâmil bir insanın remzidir. (Osman Nûri Topbaş, Mesnevi
Deryasından Ab-ı Hayat Katreleri, Erkam Yay.)
Her Güne Bir Esma-ül
Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Bâıs: Kullarını gafletten
uyandırmak için onlara peygamberler gönderen, elçilerle ve gönderdiği kitapları
ile ruhları uyandıran, kıyamet gününde ahiret hayatını başlatmak üzere ölüleri
dirilten ve kabirlerinden çıkararak, yeniden hayata döndüren demektir.
Kısa Günün Kârı
Cenâb-ı Hak, ilâhî intikam ve
kahrını celbeden iğrenç vasıflardan lâyıkı vechile sakınabilmeyi cümlemize
nasîb eylesin. Bizleri, İslâm’ın izzet ve vakarını taşıyan; ilâhî kudret ve
azameti karşısında ise “hiçliğini” idrâk edip haddini bilen, yersiz övünmelerden
sakınan ve:
“O Rahmân’ın (has) kulları ki,
yeryüzünde mütevâzî olarak dolaşırlar…” (el-Furkân, 63) âyet-i kerîmesinden
lâyıkıyla hissedâr olan kullarından eylesin!
Âmîn!
Lügatçe
mahcûp: Utangaç, sıkılgan, hicap etmiş.
müsâmaha: Hoşgörü.
remz: 1. İşaret, işâretle anlatma. 2. Gizli ve kapalı bir sûrette
söyleme.
Yorumlar
Yorum Gönder