Kayıtlar

Faziletli Bir Müslüman Olabilmek Ne Güzeldir

Faziletli Bir Müslüman Olabilmek Ne Güzeldir Hz. Hüseyin radıyallahu anhu diyor ki: “Allah-u Zülcelâl, bütün insanları topladığı zaman: - Fazilet sahipleri neredeler? Diye bir ses duyulur. Bir grup insan, ayağa kalkıp cennete doğru yürümeye başlarlar. Bunun üzerine melekler önlerine çıkarak: - Nereye gitmek istiyorsunuz? Diye sorunca, onlar da: - Cennete gitmek istiyoruz, derler. Melekler: - Hesaptan önce mi? Diye sorunca, onlar da: - Evet, hesaptan önce! Derler. Melekler: - Siz kimsiniz? Diye sorunca: - Biz fazilet sahipleriyiz, diye cevaplarlar. Melekler: - Dünyadaki faziletiniz ne idi? Diye sorunca: - Bize karşı yapılan cahillikleri olgunlukla karşılar, bize kötülük edenlerin kusurlarını affederdik, derler. Bunun üzerine melekler: - Haydi, cennete giriniz, iyi amel işleyenlerin mükâfatı ne güzeldir, derler. Arkasından yine aynı ses: - Dünyadayken Allah'a dost olanlar nerede? Diye seslenir. Bu çağrı üzerine bir grup insan, yin

Ne Güzeldir Müslüman

Ne Güzeldir Müslüman İyilikte yarışır, Kötülükle savaşır, Dargınlarla barışır, Ne güzeldir Müslüman! Bulduğuna şükreder, Olmayınca sabreder, Helâl yer, helâl içer, Ne güzeldir Müslüman! Zorda dahi hak yemez, Kimseye kötü demez, İncinse de incitmez, Ne güzeldir Müslüman! Her işi sağlam yapar, Yalnız Allah’tan korkar, Hayrına hayır katar, Ne güzeldir Müslüman! Namazına âşıktır, Orucuna sadıktır, Hacca bağrı yanıktır, Ne güzeldir, Müslüman! Zekât sadaka verir, Bir lokmayı paylaşır, Yoksullarla kaynaşır, Ne güzeldir, Müslüman! Kötü huylu hiç olmaz, Kalp kırmaz, gönül yıkmaz, İsraf edip savurmaz Ne güzeldir Müslüman! Doğruluktan hiç şaşmaz, Yanlış yollara düşmez, Haddini bilir aşmaz, Ne güzeldir Müslüman! Kibir, tamah hiç yoktur, Kalbi ve gözü toktur, Onda meziyet çoktur, Ne güzeldir Müslüman! Boş şeyleri terk eder, Hep Allah’ı zikreder, Her olayı fikreder, Ne güzeldir Müslüman! İşi gü

Kudüs ve Mescid-i Aksa’da Yağmur

Kudüs ve Mescid-i Aksa’da Yağmur Kıymetli dostlar! Bugün sizlere son devrin büyük âlimlerinden, hafız-ı kurra Gönenli Mehmed Efendi Hocaefendi’den dinlediğim bir hatırayı nakletmek istiyorum. Hocaefendi’nin hac yolunda tesadüf ettikleri yağmur hadisesini tefekküre vesilesi olması niyazıyla kendisinden dinleyelim: “Bakın, size bir yağmur hikâyesi anlatayım, şimdi hatırıma getirildi. Bendeniz karayoluyla ilk hacca giden kafilelerde bulundum. Biliyorsunuz, uzun bir süre hacca gitmek yasaktı, sonra -Allah razı olsun- Menderes zamanında kanunlar müsaade etti. İşte karayoluyla gidiyorduk. (Birden ağlamaya başladı ve sağ elini kaldırarak ‘Hey hey...’ der gibi havada salladı ve devam etti.) Biliyor musunuz, bu millet Kâbe’ye, hacca hatta hacıya bile âşıktır. Urfa’dan geçiyorduk, otobüsün önüne insanlar yattı. Evet evet, yanlış duymadınız, (Eliyle önünde yol varmış da işaret ediyormuş gibi yaparak) böyle yere yattılar. Yola yattılar yola... ‘Yahu bunlar ne yapıyor?’ dedik, mecbur

Pîri Muazzam Hz. Şeyh Şaban-ı Velî

Pîri Muazzam Hz. Şeyh Şaban-ı Velî Kastamonu, Taşköprü ilçesi, Gökçeağaç Bucağı (Hanönü ilçesi) Çukurçayı köyünde babasız olarak doğdu. (1470 Fatih dönemi) 3 yaşında Annesini kaybetti. Anadan yetim, babadan öksüz kaldı. Taşköprülü hayırsever bir hanım tarafından evlad edinilerek okutuldu. İlk tahsilini ve hafızlığını Kastomonu’da, yüksek tahsilini de İstanbul’da yaptı. Tefsîr, hadîs, fıkıh ve zamanın fen ilimlerini öğrendi. İkinci Bayezıd dönemi idi. Saray başta olmak üzere Halvetilik revaçtaydı. İstanbul’da genellikle Fatih Medresesinde kaldı. Boş zamanlarında tekkeleri dolaştı, tasavvufa meraklıydı, nihayet müderrislik icazetini alarak Kastamonu’ya dönmek üzere yola çıktı. Hz Pir; birkaç arkadaşıyla1498 yılında Bolu’dan geçerken, arkadaşları Hayreddin Tokadi Dergahı’na gidelim diye ısrar ettiklerinde; ilahi ve zikir seslerini duyup sanki geleceğini görüyor gibi uzunca bir zaman düşündü ve sonra dedi ki; ”Onlar Hak âşıklarının gönlüne cezbe salarlar, onlar bir zincirci tai

Maruf el-Kerhî Kuddise Sirruh

Maruf el-Kerhî Kuddise Sirruh Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz Adı Maruf bin Feyruz veya Feyruzan; künyesi Ebu Mahfuz, nisbesi el-Kerhî. Tebe-i tabiîn neslinden. Pekçok tabiî ile görüştü. Davud et-Taî'nin mürîdi, Seriy es-Sakatî'nin şeyhi. Anne-babası Hristiyan’dı. Küçük yaşta onu Mesîhî bir muallime teslim ettiler. Muallim ona "teslis" inancını telkin ederek: "Allah üçün üçüncüsüdür." deyince O: "Hayır, Allah tektir." diye karşılık verdi Bu cevaba sinirlenen muallim onu iyice dövdü. O' da mektepten kaçtı. Ehl-i Beyt-i Resûl'den İmam Ali Rıza'nın yanına vardı, müslüman oldu. Ne bulduysa onun nezdinde ve hizmetinde buldu. Marufun mektepten kaçarak ortalıktan kaybolması annesini ve babasını pek üzdü. Kendi kendilerine şöyle karar verdiler: "Eğer oğlumuz geri gelirse hangi din üzere dönerse biz de onun dinine gireriz". Neden sonra Maruf çıktı, geldi; evin kapısını çaldı. Sordular: "Hangi din üzere döndün?" O

Aziz Mahmud Hüdâyi Rahmetullahi Aleyh Hazretleri

Aziz Mahmud Hüdâyi Rahmetullahi Aleyh Hazretleri Buzları Kaynatan Aşk Hüdâyi Hazretleri, tasavvuf denizine dalmış, vahdetin halis ırmaklarından gönül kovasını doldurmuştu. Mürşidi Üfdâde Hazretlerini Allah kapılarına ulaştıran bir güneş olarak görünüyor ve onun eteğine öyle sarılıyordu. Ona öyle candan hizmet ediyordu ki; sanki başını onun yolunda ayak yapmıştı. Bursa'da derin ve şiddetli bir kış hüküm sürüyordu. Mevsim, kara kış denilen mevsimdi. Evlerin saçakları, buzların billur avizeleriyle dopdoluydu. Hüdâyi, bir sabah gözlerini açtı ki; mürşidinin abdest vakti gelmiş, yüce mürşid halvetten çıkmış, o hâlâ abdest suyunu ısıtmaya vakit bulamamıştı. Ateş yakacak zaman da yoktu. Neredeyse mürşidi kendisine seslenecekti. Pürtelaş, bakır ibriği kaptı. Kaptı ama ibrik sanki buz kesmişti. Telaştan ne yapacağını şaşırmış bir halde, buz kesmiş ibriği kalbinin üstüne koydu ve sıkıca sarıldı, Rabbine sığındı. Üftâde Hazretleri, ağır ağır merdivenin basamaklarından iniyor

Akşemsettin Hazretleri

Akşemsettin Rahmetullahi Aleyh Hazretleri " Konstantiniye bir gün mutlaka feth olunacaktır. Onu feth eden asker ne büyük bir asker, onu fetheden kumandan ne büyük bir kumandandır. " buyurmuştu güzeller güzeli Peygamber Efendimiz (S.A.S) 14 Asır önce müjdelenmişti İstanbul'un fethi, kıymetlilerin en kıymetlisi tarafından. Alemde kaç kişiye nasip olurdu, Allah'ın sevgilisinin övgüsüne mazhar olmak? Allah aşkı için, Resulu Ekrem sevdası uğruna; gözü, gönlü Allah'a dönük nice Hakk dostu, nice Hakk sevdalısı dayanmıştı surların kapısına. Ama bir Osmanlı vardı ki Onu kuranlar hamurunu imanla yoğurmuş, aşkla işlemişti. Osmanlı sultanlarının herbiri bu şerefe mazhar olmak için dayanmıştı Bizans'ın kapısına... Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri Î. Murat'a şöyle söylüyordu. – Sultanım, fetih şu bizim köseyle, sizin Mehmed'e nasip olur, ben dahi o günü göremem! Üstâdının bu sözlerini duyan Akşemseddin büsbütün vahdet deryasına atıldı. Çünkü kendisi

Fatih Sultan Mehmed Rahmetullahi Aleyh’in Hocaları

Fatih Sultan Mehmed Rahmetullahi Aleyh’in Hocaları Bazıları, Osmanlı şehzâdelerini yalnız ana kucağında eğitilmiş zannederler. Hâlbuki şehzâdelerin eğitimi, 5-6 yaşından itibaren başlardı. Ayrıca; silah kullanma, ata binme, ok atma, avlanma, gürz kullanma... Gibi dallarda da en iyi bir şekilde yetişirlerdi. Gençliklerinde ise; devlet idaresine hazırlanmak için, sancaklarda vazifeye başlarlar; buralarda, padişahlık sırasını beklerlerdi. Meselâ; Fâtih Sultan Mehmed Hânı yetiştiren, devrin en meşhur hocalar kadrosu, şu âlimlerden kurulu idi: Şeyhülislâm: Molla Hüsrev, Molla Gürânî. Mutasavvıf Ve Tıp Âlimi: Akşemseddin. Vezir: Molla Hayreddin, İbni Temcîd, Hoca Yusuf Sinan Paşa. Vezir Ve Şâir: Molla Ayas, Bursalı Ahmet Paşa. Nişancı: Çelebizâde Abdülkadir Âmidî, Hasan Çelebi, Hatipzâde Mehmet, Molla Sirâceddin Paşa. Kazasker: Müslihiddin Mustafa Efendi. Müderris: Kınalı Abdülkadir Hamidî. Ayrıca, birçok yabancı hocalar da vardı. Böylece, iyi bir eğitim göre