Kayıtlar

Bizi de Duâna Dâhil Et!

Bizi de Duâna Dâhil Et! Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah'ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.” (Bakara, 158) Rasûlullah (sav) buyurdular: "Ramazan ayında yapılan umre, tam bir hac sayılır yahut da benimle birlikte yapılmış bir haccın yerini tutar." (Buhârî, Umre 4; Müslim, Hac 221.) Peygamber Efendimiz (sav), umre için kendisinden izin isteyen Hz. Ömer’e: “–Kardeşcağızım, bizi de duâna dâhil et, bizleri unutma!” buyurmuştur. (Tirmizî, Deavât, 109/3562) Hz. Ömer (ra), bu iltifatkâr talep karşısındaki hâlini: “–Rasûlullâh (sav)’in bu sözüne karşılık bana dünyâyı verselerdi bu kadar sevinmezdim.” diyerek dile getirmiştir. (Ebû Dâvûd, Vitir, 23/1498) (Osman Nûri Topbaş, Hacc-ı Mebrûr ve Umre, Erkam Yay.) Dua ederken yapacağımız duala

Derviş İle Sarhoş

Derviş İle Sarhoş Sarhoşun biri şarap şişesiyle caminin önünden geçerken camiden çıkan bir dervişin dikkatini çeker ve derviş sarhoşa der ki: -Birader şu şişeni bana versene! Sarhoş şaşkın şekilde; - Sen yeni camiden çıktın şarabı ne yapacaksın be adam? Derviş der ki: -Şarabı caminin içene dökeceğim! Sarhoş hiddetlenir kızgın bir şekilde: -Sen nasıl Allah'ın evine şarap dökersin Allah’tan korkmaz mısın? Ben kırk yıldır içki içerim ama böyle bir şeyi asla yapmam. Şarabı da sana bu iş için vermem! Haydi, başka kapıya git. Beni bulaştırma ben Allahtan korkarım! Der... Ama dervişin de tam istediği cevabı bilmeden vermiştir. Derviş taşı gediğine ustalıkla koyar: -Be adam sen şu kul yapısı adına cami dediğimiz taştan topraktan yapılmış binanın içine saygından şarap döktürmezsin ama nasıl olurda Allah’ü Teâlâ’nın sana rahmeti ve lütfu ile emanet edip kendisine kul olup ibadet etmeni istediği şu mükemmel ve muazzam beden sarayının içine şarap dökersin? (Alıntı)

Yaşanmış Bir Hikâye: Lâstiklerini Değiştiremeyen Taksici

Yaşanmış Bir Hikâye: Lâstiklerini Değiştiremeyen Taksici İran- Irak Savaşında kaybettiği kocasının biriktirmiş olduğu imkânları da çoktan tüketmiş, bir gün aç, bir gün tok yaşar hale gelmişlerdi. Kendi neyse de geride kalan üç çocuk yokluk bilmiyor, acıkınca feryadı basıyorlardı. Kerkük'ün sokaklarında ise sefalet kol geziyordu. Kim kime yardım edecek, destek olacaktı? İşsizlik yaygındı. Çevresi de perişandı. Bir yanı yıkılmaya yüz tutmuş evceğizinin camından yola doğru ümitsizce bakarken bir taksinin kapının önünde durduğunu, içinden de bir yolcunun indiğini gördü. Demek ki taksi şoföründe az çok para olacaktı. Çünkü müşteri indirmişti. Bütün cesaretini ve ümidini toplayarak evden çıkıp yola koştu. Yaklaşıp direksiyon başında arabasını hareket ettirmek üzere olan şoföre seslendi: – Sakın beni dilenci falan zannetmeyin. Üç çocuğumla üç gündür aç beklemekteyim. Bu gidişle namusumun lekelenmesinden korkmaya başladım. Allah rızası için yardımda bulunun. Ben açlıktan ölmeye razı

Cami Ve Gençlik

Cami Ve Gençlik “Cami” ve “Gençlik” İslam’ın “ Asr -ı Saadetini” hatırlatıyor. Gençliği pırıl pırıl, tertemiz bir peygamber, etrafında kenetlenmiş mübarek sahabesi, fethinden önce putlarla dolu, sonrasında kıblemiz olan Kâbe, Hicretle beraber Takva Mescidi Kuba ve İslam’ın en güzel yaşandığı Mescid-i Nebi. Buralarda fedakarlığın ve başarının zirvesine ulaşmış genç sahabîler. Asr Suresi’nin üçüncü ayetinde ifade edilen: “İman edip, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başka, Onlar ziyanda değillerdir.” (1) İfadesinin gerçek adresi ve sahibi o mübarek Sahabe-i Kiram’dır. (Allah hepsinden razı olsun).   Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) kadın-erkek, genç-ihtiyar, zengin-fakir, hür ve köle herkesi İslam’a davet etmiştir. Ancak bunlar içerisinde İslam’ı ka-bul edenlerin çoğunluğunun gençler olduğu bilinmektedir. Daha Mekke’de iken İslam’ı ilk kabul edenlerden Hz. Ali, Zeyd b. Harise, Abdullah b. Mesud, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi Vakka

George Bernard Shaw Ve İslâmiyet

George Bernard Shaw Ve İslâmiyet 1950 senesinde ölen Bernard Shaw, ölümünden bir müddet evvel, bir dünya seyahatihe çıkmıştı. Bombay’dan geçerken “THE LIGHT” gazetesi “İslâmlaşmak” tabiriyle ne kastettiğini bizzat kendisinden öğrenmek üzere, meşhur yazardan bir röportaj talep etti. Bu husustaki görüşlerini Bernard Shaw The Light muhabirine, şu şekilde izah etti: – “Hayret verici bir canlılığa sahip olduğu için, Muhammed’in Sallallahü Aleyhi Vesellemin dinine karşı öteden beri yüksek bir hürmet beslerim. Bana öyle geliyor ki, daima değişmekte olan hayatın değişik safhalarında ve her devre uyacak bir görüntüsü olan yegâne dindir. Benim gibi, oldukça şöhret kazanmış kimselerin gelecek hakkındaki Kanaatlarına önem vermek gerekir. Ben İslâmiyet için, yarınki Avrupa tarafından kabul edileceğini söyledim. Nitekim bugünkü Avrupa, İslamiyet’i böyle görmeye başlamıştır. Ortaçağda kilise, tabilerine, taassup veya cehalet yüzünden İslamiyet’i karanlık renklerle tasvir etmişti. Onlar Muham

Çanakkale Savaşında Namaz

Resim
Çanakkale Savaşında Namaz İngiliz’in, vakit vakit gemilerden, siperden... Yine bolca gülle, bomba savurduğu bir gündü. Hızlı hızlı geçiyordum, tehlikeli bir yerden Birden bire gözlerime büyük bir şey göründü. Böyle büyük görünen şey küçücük bir insandı, Fakat bana çok dokundu, ayaklarım bağlandı. Ateşlerin yaladığı bu düzlükten geçenler, Güllelerin cehennemlik yağmurundan kaçarken... Yolun biraz kenarında, tek başına bir nefer, Pervasızca bombalardan, ateşlerden, her şeyden... Kendisine, süngüsünden bir mihrapçık kurmuştu, Sonra onun karşısında namazına durmuştu. Ne havada ıslık çalan… Ve düştüğü yerlere, Kızgın çelik dahmelerle ölüm saçan gülleler... Ne semâda ifrit gibi, vızıldayan tayyâre, Ne dünyalık bir düşünce ne bir korku ne keder… Onun demir yüreğini oynatmaktan acizdi, Sanki toplar, şarapneller tehlikesiz... sessizdi!.. Potinleri yanındaydı... Onun büyük saygısı, Kunduralı ibadeti görmüyordu muvâfık. Böyle temiz bir yüre

Asla Pes Etme!

Asla Pes Etme! Zamanın birinde Yunanistan’da yeni Avukat olmuş biri işe başlar. Aldığı davaları kaybeder. Hangi davayı alıyorsa kaybediyor bu yüzden davayı veren müvekkilleri ona hakaret, küfürler etmeye hatta döverler. Çünkü Bu avukat kekeme konuşma kabiliyeti oldukça zayıf bu nedenle müvekkillerinin davalarında istediği performansı yapamayıp konuşamıyordu…          Avukat, işe ara vererek yalnız başına sahil kenarında yaşamaya başlar. Her sabah deniz kenarına giderek Sahildeki çakıl taşlarını alarak ağzına bırakıp kendi kendine konuşmaya başlar. Her sabah bunu yapmaya başlar. Uzun süre sonra kekemesini bastırarak akışkan bir dil ile konuşmaya başlar. Daha sonra şehre geri döner ve işine başlar.  Dava almaya başlar ve kazanır. Sürekli kazanmaya başlar o denli olur ki artık bir dava bile kaybetmez. Aldığı ne dava varsa kazanır. Ülkenin her yerinde zengin iş adamları onu davalarına davet eder ve muazzam para teklif ederlerdi. O kadar ünlü olur ki Yurtdışından zengin kişiler o

Kendi Hatalarına Kör Başkalarının Hatalarına Savcı mısın?

Kendi Hatalarına Kör; Başkalarının Hatalarına Savcı mısın? Yaşlı adamın eşi evde tereyağı yapıyor, kocası ise her gün yakınlarındaki bakkala götürüp satıyor onunla geçiniyorlardı. Bakkal, adamın getirdiği tereyağını hiç tartmıyordu. Ancak bir gün "Acaba!" dedi, adam gittikten sonra tereyağını tartıya koydu, 900 gram olduğunu görünce çok öfkelendi ve "Yarın geldiğinde bunun hesabını sorar bir daha da ondan alışveriş yapmam!" dedi. Ertesi sabah yaşlı adam elinde tereyağı içeriye girdi, bakkal sert bakışlarıyla; - "Bir daha senden tereyağı almayacağım!" dedi. Yaşlı adam üzülerek; - "Efendim bir yanlışım mı oldu?" dedi. Bakkal; - "Efendi senin bana verdiğin tereyağını tarttım. 900 gram geldi ayıp değil mi bu yaptığın?" dedi. Yaşlı adam utanarak başını yere eğdi ve - "Efendim bizim terazimiz yok, sizden bir kilo şeker almıştık onu tartı olarak kullanıyoruz" dedi. Bakkal utancından ne yapacağını şaşırdı. B

Müjde! Müjde!

Müjde! Müjde! Bir gün Peygamberimiz, Hazret-i Aişe annemizle konuşurken şöyle buyurdu: - Allah'a kavuşmayı ve onu görmeyi kim isterse, Allah Teâlâ da o kulunu görmekten memnun olur. Kim Allah'a kavuşmayı istemezse, Allah da onunla görüşmekten hoşlanmaz. Peygamberimizin sözlerini zevkle dinleyen Aişe annemiz: - İyi ama ey Allah'ın sevgili elçisi! Bizler ölümü hiç sevmeyiz, dedi. Peygamber Efendimiz: - Hayır, hayır, diye açıkladı. Ölüm hiç de sizin bildiğiniz gibi değil. Bakın anlatayım: - Allah'ı seven ve O'na inanan bir kimse öleceği zaman, melekler onun yanına gelirler. Allah'ın onu ne çok sevdiğini, ona vermek için ne güzel nimetler hazırladığını müjdelerler. O zaman bu mutlu insan, bir an önce dünyadan ayrılmayı ve Allah'a kavuşmayı ister. Allah Teâlâ da o kuluna kavuşmayı arzu buyurur. Ama Allah'a inanmayan adam böyle değildir. O zavallı, öleceği zaman, ahirette başına gelecek felâketler kendine söylenir. Bunları duyunca çok üzülür ve

Beş Yüz Yıllık Amel

Beş Yüz Yıllık Amel Allah’ü Teâlâ’nın kullarından biri vardı. Eni boyu otuz arşın olan küçük bir adada otururdu. Bu kimse beş yüz sene bu adada Allah’a ibadet etti. Allah’ü Teâlâ, kendisine parmak kalınlığında kaynayan tatlı bir su ile her gün bir meyve veren bir nar ağacı verdi. Her gün bu su ile ab-destini alır, susadığında içer, karnı acıktığında o bir narı yer karnını doyururdu. Bütün zamanını ibadet ile geçiriyordu. Bu kimse Allah’ü Teâlâ’dan, ruhunu secde eder vaziyette iken almasını istedi. Ve âhırete kadar bu şekilde kalmasını diledi. Dileği yerine getirildi. Sonra Allah’ü Teâlâ, ahirette: Kulumu rahmetimle Cennete koyunuz, buyurdu. O kimse buna itirâz edip: Ben yaptığım amellerin karşılığı olarak Cennete girmek istiyorum, dedi. Bunun üzerine, Allah’ü Teâlâ, meleklere emir verdi. Yapmış olduğu amellerin hesabının yapılmasını istedi. Yapılan hesapta yapmış olduğu beş yüz yıllık ibâdetin sevabı sadece göz nimetinin şükrü bile olmadığı görüldü. Yanî göz nimeti, kulun yaptığı

Allah’ı Görecek miyiz?

Allah’ı Görecek miyiz? Allah’ı görmeyi ne çok istediğinizi biliyorum. Büyüklerinize, kim bilir kaç defa: - Allah’ı niçin göremiyoruz? Diye sormuşsunuzdur. Tıpkı balıklar gibi. Hani onlar da birbirine: - Deniz diye bir şey varmış. Gidip, bizde görsek, derlermiş. Allah, her zaman yanı başımızda; hatta kendinin de buyurduğu gibi, “Bize boyun damarımızdan daha yakın! ” Ama yine de biz onu göremiyoruz. Zaten göreceğimizde yok; çünkü bu gözlerimiz, Allah’ı görecek şekilde yaratılmamış. - Ya ahirette? Orada da Allah’ı göremeyecek miyiz? Diye sorarsanız, bu önemli sorunun cevabını peygamber efendimizden alalım, derim. Aynen sizin gibi, Peygamber Efendimizin arkadaşları da bu konuyu pek merak etmişler ve ona: - Ey Allah'ın Elçisi! Biz, ahirette Rabbimizi görecek miyiz? Diye sormuşlar. Peygamber efendimiz de şunları söylemiş: - Evet, göreceksiniz. Bir öğle vakti, açık bir havada, gökyüzünde hiçbir bulut yokken, güneşi görebilmek için birbirinizi hiç itip kakar mısınız? Ayın on d

Sahip Olduğunuz Nimetlerin Farkında mısınız?

Sahip Olduğunuz Nimetlerin Farkında mısınız? İsa aleyhisselam bir ağacın altında dua eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları yürümeyen bir kötürüm olduğunu anladı. İki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu. Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu “Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!..” Hazret-i İsa kötürüm adama yaklaştı “Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor. Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin. Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?” Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki; “Efendi! Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple Onu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de ona şükrediyorum. Hâlbuki dünyanın serveti elinde ol

Bir Bilim Adamını Allah’a İnandıran Yedi Sebep

Bir Bilim Adamını Allah’a İnandıran Yedi Sebep (Vakit ayırıp okumanız tavsiye edilir) New York Bilim Akademisi eski başkanı A. Cressy Morrison’un “İnsan Tek Başına değildir.” adlı eserinde yer alan “Bir Bilim Adamını Allah’a İnandıran Yedi Sebep” ünvanlı bahsi dikkatlerinize arz edelim: “Aşağıdaki şu yedi sebep şahsen beni Allah’ın varlığına inandırmaktadır; 1. Cebinize, birden ona kadar numaralanmış on tane bir kuruş koyun ve şöyle bir iyice de karıştırınız. Şimdi, bu kuruşları teker teker birden ona kadar numara sırası ile çekmeye çalışın, her aldığınız kuruşu da tekrar cebinize koyup paraları yeniden bir iyice karıştırın. Matematiksel olarak biliyoruz ki, ilk çekişte bir numaralı kuruşu çekme ihtimaliniz onda birdir. Arka arkaya bir ve iki numaralı kuruşları çekme ihtimaliniz ise yüzde birdir. Bir, iki ve üç numaralıları müteakiben çekmek ihtimaliniz ise binde birdir ve bu, böylece devam eder gider. Bu kuruşların hepsini sırası ile birden ona kadar çekmek ise, inanılm

Müslüman Müslümanın Kardeşidir

Müslüman Müslümanın Kardeşidir İbnu Ömer Radıyallahu Anhüma anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim, kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da o sebeple onu Kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir Müslümanı örterse, Allah’ta onu Kıyamet günü örter." 

Dinlerinden Soğutun

Dinlerinden Soğutun M. Necati Özfatura Prof. Dr. Zeki Aslantürk'ün yayınladığı bir belgeye göre, ünlü misyoner Zwemer, 1930'da Kudüs'te misyoner adaylarına şöyle demektedir: "Hıristiyan hükümetlerin sizden İslam ülkelerinde yerine getirmenizi istediği asıl görev, Müslüman ülkelerdeki nesillerin dinini öğrenmesine mani olmak, onları dinlerinden soğutmaktır. Ve sizler bu çalışmalarınızla İslam ülkelerindeki emperyalist hareketin öncüleri olacaksınız. Böylece Müslüman halkların genç kuşakları emperyalizmin onlara sunduğu fikirleri benimseyeceklerdir. Bu süreçte kuşaklar, ciddi konulara hiç ilgi göstermeyen, ancak amaçsız ve kendi çıkarlarını gözeten ve isteklerine kavuşmak için her şeyi yapmaya hazır hale gelecektir." Yine aynı belgeye göre Louis Massignon 1965'te Vatikan'da misyonerlere şu mesajı verir: "Müslümanların her şeyini bozduk ve yok ettik. Dinleri, inançları, ahlakları, dine bağlılıkları ve insani duyguları yok oldu. Onların mil

Sultan Abdülhamid Han'ın İstihbarat Gücü

Resim
Sultan Abdülhamid Han'ın İstihbarat Gücü    Osmanlı’nın son dönemlerinde 33 yıl tahta kalan Sultan II. Abdülhamid Han Osmanlı’nın dağılmasını geciktirmiş olmakla birlikte müthiş bir siyasi zekâya sahipti. Alman Birliğini kurmuş olan Prens Bismark da buna nazaran: "Dünyada yüz gram akil varsa, bunun doksan gramı Sultan Abdülhamîd Han'da, beş gramı bende, kalan beş gramı da diğer dünya siyasîlerindedir." demiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinde Batılı Emperyalist güçler ve bunlara bağlı iç düşmanlar Osmanlı’yı yıkıp parçalamak için büyük oyunlar oynamaktaydı. Sultan Abdulhamid Han ise bu zararlı mihrakların faaliyetlerinden haberdar olmak için müthiş bir istihbarat gücü kurmuştu. İşte Osmanlı’nın bu dönemlerinde Ermenileri, Türklere karşı kışkırtarak Doğu Anadolu’da karışıklık çıkartan batılı emperyalist güçlerden İngiltere’nin Büyük Elçisi Sultan Abdülhamid’in huzuruna çıkarak küstahça: “Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz?” diye sorma cüreti göstermesi

Yay Hayattır, Ok Niyet, Hedef İse Amaçtır

Resim
Yay Hayattır, Ok Niyet, Hedef İse Amaçtır Hepimiz ilâhi iradenin okçularıyız. Bu sebeple hangi aletleri nasıl kullanacağımızı bilmeliyiz. Benden size önemli birkaç tavsiye… Yay Yay hayattır… Bütün enerji ondan gelir. Ok bir gün mutlaka terk edecektir. Hedef ise uzaklardadır. Ama hayat her zaman sizin yanınızda kalır, bu yüzden ona nasıl iyi bakacağınızı bilmeniz gerekir. Durgun kalacağı dönemlere ihtiyacı vardır. Her daim kuşanılmış ve gerilmiş halde tutulursa gücünü kaybeder. Bu yüzden gücünüzü tazeleyebilmek için dinlenmeyi kabul etmelisiniz. Böylece yeniden yayı germek için asıldığınızda gücünüz eksiksiz olur. Yayın bilinci yoktur: O okçunun elinin ve arzularının bir uzantısıdır. Öldürmeye ya da düşünmeye hizmet eder. Bu yüzden her zaman amacınızı net olarak belirleyin. Yay esnektir ama yine de onun da sınırları vardır. Kapasitesinin ötesinde herhangi bir girişim onu kıracak ya da onu tutan elleri tüketecektir. Bu durumda yayın yanı sıra kendi bedeninizden de size v

Sevgi Elini Önce Siz Uzatın

Sevgi Elini Önce Siz Uzatın “Kendinizi haklı görüvermek, her zaman kolaydır gerçekten. Haklı olmadığınızı düşünüp, karşınızdakine hak vermek, önemli olsun sizce. Sevecekseniz gerçekten, başta hak vermesini biliniz.” (Rehber Varlık ) Pek çoğumuz bir tartışma, yanlış anlama veya yetiştirilme biçimindeki farklılıklardan kaynaklanan küçük kırgınlıklara dört elle sarılırız. Kırıldığımız kişi bir dost veya akraba olsun, inatla onun bize el uzatmasını bekler, onu bağışlamak ve eski ilişkiyi tekrar, başlatmak için bunun tek yol olduğuna inanırız. Sağlığı pek de iyi olmayan bir hanım dostum yakınlarda bana oğluyla üç yıldan beri konuşmadığını söyledi. “Neden?” diye sordum. Bana geliniyle ilgili bir konuda ters düştüklerini ve önce oğlu aramadıkça, onunla bir daha hiç konuşmayacağını söyledi. Ona kendinin el uzatmasını önerince önce itiraz etti ve “Bunu yapamam, çünkü onun özür dilemesi gerekir” dedi. Kadın biricik oğluna elini uzatmadan nededeyse ölmeye bile hazırdı. Biraz tatlı dil