Kayıtlar

hoca etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Kader Kıssası

Kader Kıssası           Bir talebeye yolculuğu sırasında kaderin sırrının bilinmezliğini gösteren ibretlik hadise…           Bir talebe köyden şehre ilim öğrenmek için yaya gidip gelmektedir. Yolculuğu sırasında bir ağacın altında abdest alıp namazını kılar ve dua Eder. Sonra ağaca yaslanır ve:           “Ey Rabbim, ben hep senin için namaz kılıyorum, sana dua ediyorum; ama kader sırrını bir türlü anlayamıyorum. O kadar ilim öğrenmeme rağmen kaderi idrak edemiyorum!” diye düşünmeye başlar.           Yarı uyanık bir hâlde kendini karıncaların okulunda bulur. Karıncaların köyünü su basmıştır. Bir kısmı boğulup gitmiş, sadece yüksek kayaların üzerlerine sığınabilenler hayatta kalmıştır. Sağ kalanların içinden toplanan karınca profesörler bu hiç beklemedikleri suyun kaynağını araştırmaktadırlar. Aralarında şu konuşmalar geçer:           - Bu bir seldir, dağlardan gelmiştir!           - Hayır! Sular ılıktı, yer altından fışkırmıştır!           - Hayır hayır! Bu ol

En Akıllı Adam

En Akıllı Adam Bir keşiş dünyanın en akıllı adamını bulmak için diyar diyar geziyormuş. Sıra Nasreddin Hoca’nın köyüne gelmiş ve köylülere sormuş. - Sizin köyün en akıllı adamı kim? Demiş. Köylüler de: - Nasreddin Hoca demiş. Bunun üzerine keşiş köy meydanında Hoca ile görüşmeye başlamış ve eline bir çomak almış yere bir daire çizmiş, Nasreddin Hoca da çomakla daireyi ortadan ikiye bölmüş, keşiş bir doğru daha çizerek daireyi dörde bölmüş, Hoca da dörde bölünmüş dairenin üç dilimine çarpı işareti koymuş, keşiş elleriyle aşağıdan yukarıya doğru hareket yapmış, Hoca da yukarıdan aşağıya yapmış ve keşiş büyük bir hayranlıkla Hoca’yı tebrik etmiş. Olup bitenden bir şey anlamayan halk kesişe ne olduğunu sormuş.   Keşiş de: - Bu adam gerçekten dünyanın en akıllı adamı, yere dünya çizdim; o ortadan ekvator geçer dedi, ben dünyayı dörde böldüm o da dört de üçü sudur dedi, ben yerden buharlaşma sonucunda ne olur dedim o da yağmur yağar dedi. Bu sefer hocaya neler olduğunu so

Harput’ta Pahalılık Sirke Hocagil’den İcat Edildi

Harput’ta Pahalılık Sirke Hocagil’den İcat Edildi           Elazığ’ın tarihi kenti Harput’ta Sirke Hoca namında Harput-Göllübağ’da yaşayan bir gönül insanı… Bir gün oğluna:           “Yavrum haydi bu kurumuş üzüm çubuklarını merkebe yükleyelim de Harput’a götürüp satıver.”           10-12 yaşlarında olan Sirke Hocanın oğlu, o günkü piyasa değeri 3 kuruş olan bağ çubuklarını 3 kuruş 10 para’ ya satıp 10 para kar etmenin gururu ve keyfiyle eve döner…           Annesine olanları anlatır. Durumdan haberdar olan sirke hoca, hemen oğluna:           “Oğlum sen ne yaptın? Derhal geri git kime sattı isen o on parayı iade et… Yoksa Harput’ta pahalılık Sirke Hocagil’den icat edildi derler.”           Kıssadan Hisse: Allah’ü Teâlâ’nın velisi, Gönül insanı böyle olur. 10 para olsa bile iade ediyor. (10 paranın bugünkü değeri sıfıra yakın. O zaman 40 para, 1 kuruş ediyordu. Yani bir kuruşun dörtte biri)

Baba Ve Oğluna Hoca Nasîhati

Baba Ve Oğluna Hoca Nasîhati Tâbiînden Ebû Hâzım el-A’rec (radıyallâhü anh) evini ilim talebelerine, vaaz ve nasîhat isteyenlere mescit yapmıştı. Abdurrahman bin Cerîr (rahimehullah) oğlu ile beraber Ebû Hâzım’ın (radıyallâhü anh) ders halkasına geldiler. Ders esnasında aralarında şu konuşma geçti: ·         Abdurrahman bin Cerîr (rahimehullah): “Ey Ebû Hâzım, kalplerimizi gafletten nasıl uyandırabiliriz?” Ebû Hâzım (radıyallâhü anh): “Kalbini düzelttiğin zaman büyük günahların affolunur. İnsan, günahları terk etmeye azmederse kalbi gafletten uyanır. Unutma ey Abdurrahman, dünyanın ufacık bir işi bizi âhiret amellerimizin birçoğundan meşgul eder. Seni Allâhü Teâlâ’ya yaklaştırmayan her nimet bir cezâdır.” ·         Abdurrahman’ın oğlu “Bizim âlimlerimiz çoktur. Hangisine tâbi olmamızı tavsiye edersiniz?” diye sordu. Ebû Hâzım (radıyallâhü anh): “Evlâdım, her yerde Allâhü Teâlâ’dan korkan, günâha bulaşmaktan sakınan, gençlik vakitlerinde nefsini ıslâh edip de ihtiyarlığ

Nasreddin Hoca İle Oğlu

Nasreddin Hoca İle Oğlu Hoca Nasreddin, oğluyla birlikte köyüne gidiyormuş. Oğlunu eşeğe bindirmiş, kendisi yürümüş. Karşıdan gelenler, oğlunu göstererek: — “ Aksakallı adam yürürken bacak kadar velet eşekte gidiyor. Zamane çocuğu işte.” , demişler. Hoca oğlunu indirip kendisi binmiş. Az sonra birkaç kişiyle daha karşılaşmışlar. Bunlar ise: — “Koca adama bak! Bu sıcakta minnacık çocuğu yaya yürütüyor. Hiç insafı yok.” demişler. Hoca, eşeğe oğlunu da bindirmiş. Çok geçmeden yine üç beş kişiye rastlamışlar. Adamlar: — “Zavallı hayvan!   Düşüp ölecek! Hiç acımadan iki kişi birden binmişler üstüne!” demişler. Hoca inmiş, oğlunu da indirmiş. Eşek önde, onlar arkada ilerlemişler. Biraz sonra, yol kıyısında duranlar: — “ Amma aptal adammış bu hoca, Eşek bomboş gidiyor, kendisi oğlu ile kan ter için de arkasından koşuyor!” diye konuşmaya başlamışlar. Hoca dayanamamış. Oğluna dönüp: — “Gördün mü, her kafadan bir ses çıkıyor. Şu dünyada kimseyi hoşnut

Resimlerle Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca...

Resim
Resimlerle Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca...

Akşemsettin Hazretleri

Akşemsettin Rahmetullahi Aleyh Hazretleri " Konstantiniye bir gün mutlaka feth olunacaktır. Onu feth eden asker ne büyük bir asker, onu fetheden kumandan ne büyük bir kumandandır. " buyurmuştu güzeller güzeli Peygamber Efendimiz (S.A.S) 14 Asır önce müjdelenmişti İstanbul'un fethi, kıymetlilerin en kıymetlisi tarafından. Alemde kaç kişiye nasip olurdu, Allah'ın sevgilisinin övgüsüne mazhar olmak? Allah aşkı için, Resulu Ekrem sevdası uğruna; gözü, gönlü Allah'a dönük nice Hakk dostu, nice Hakk sevdalısı dayanmıştı surların kapısına. Ama bir Osmanlı vardı ki Onu kuranlar hamurunu imanla yoğurmuş, aşkla işlemişti. Osmanlı sultanlarının herbiri bu şerefe mazhar olmak için dayanmıştı Bizans'ın kapısına... Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri Î. Murat'a şöyle söylüyordu. – Sultanım, fetih şu bizim köseyle, sizin Mehmed'e nasip olur, ben dahi o günü göremem! Üstâdının bu sözlerini duyan Akşemseddin büsbütün vahdet deryasına atıldı. Çünkü kendisi

Fatih Sultan Mehmed Rahmetullahi Aleyh’in Hocaları

Fatih Sultan Mehmed Rahmetullahi Aleyh’in Hocaları Bazıları, Osmanlı şehzâdelerini yalnız ana kucağında eğitilmiş zannederler. Hâlbuki şehzâdelerin eğitimi, 5-6 yaşından itibaren başlardı. Ayrıca; silah kullanma, ata binme, ok atma, avlanma, gürz kullanma... Gibi dallarda da en iyi bir şekilde yetişirlerdi. Gençliklerinde ise; devlet idaresine hazırlanmak için, sancaklarda vazifeye başlarlar; buralarda, padişahlık sırasını beklerlerdi. Meselâ; Fâtih Sultan Mehmed Hânı yetiştiren, devrin en meşhur hocalar kadrosu, şu âlimlerden kurulu idi: Şeyhülislâm: Molla Hüsrev, Molla Gürânî. Mutasavvıf Ve Tıp Âlimi: Akşemseddin. Vezir: Molla Hayreddin, İbni Temcîd, Hoca Yusuf Sinan Paşa. Vezir Ve Şâir: Molla Ayas, Bursalı Ahmet Paşa. Nişancı: Çelebizâde Abdülkadir Âmidî, Hasan Çelebi, Hatipzâde Mehmet, Molla Sirâceddin Paşa. Kazasker: Müslihiddin Mustafa Efendi. Müderris: Kınalı Abdülkadir Hamidî. Ayrıca, birçok yabancı hocalar da vardı. Böylece, iyi bir eğitim göre

Her Şey Yerli Yerinde

Her Şey Yerli Yerinde Anlatılır ki, Nasreddin Hoca Rahmetullahi Aleyh , bir yolculuk esnasında ceviz ağacının altında dinlenirken, ceviz ağacının meyvelerinin küçük, ama karşısındaki kabak bitkisinin meyvelerinin büyük olması dikkatini çekmiş. "Allah'ım, hikmetinden sual olunmaz, ama bu kocaman ağaca bu küçük küçük meyveler, ama şu küçücük kabak bitkisine büyük büyük kabaklar vermişsin. Acaba hikmeti nedir?" demiş. Bu düşüncelerle meşgul iken tatlı bir uykuya dalmış. Birazdan başına bir ceviz düşmesiyle uyanmış: "Aman ya Rabbi! Sana şükürler olsun. Ya benim düşündüğüm gibi cevizde kabak gibi büyük meyveler, kabakta küçük meyveler yaratsaydın? Ne olurdu benim halim?" kafam parçalanırdı demiş. Gerçekten de insan, şu âleme dikkatle baktığında, her şeyin yerli yerinde olduğunu görür. Öyle ki herhangi bir şeyi yaratıldığı tarzdan başka şekilde düşünüp, "Böylesi daha iyi olurdu" diyemeyiz. Nasreddin Hoca Rahmetullahi Aleyh, artık her şeyin

Hoca Sadeddin Efendi

Resim
Hoca Sadeddin Efendi Yirmi ikinci Osmanlı şeyhülislâmı. Hoca Efendi diye ün kazanan kâmil bir ilim adamı, devrindeki ulemânın kutbu ve velî. İsmi, Sâdeddîn'dir. Büyük babası Hâfız Mehmed, Bayındır ümerâsından Sofu Halil'in yakınlarından idi. Yavuz Sultan Selîm Han, Ehl-i sünnet yolunun düşmanı Şah İsmâil'i bozguna uğrattığı zaman, İranlı âlim ve sanatkârlar arasında Tebriz'den İstanbul'a getirildi. Çok geçmeden pâdişâhın teveccüh ve îtimâdına mazhar olan Hâfız Mehmed, "Hâfız-ı mahsûs-ı sultânî" sıfatı ile Mısır seferine iştirâk etti. Oğlu HasanCan ise Yavuz Sultan Selîm'in has nedîmi ve yakını oldu. Sultânın vefâtına kadar yanından ayrılmadı. Onun oğlu Sâdeddîn Efendi 1536 (H.943) yılında Kânûnî Sultan Süleymân devrinde İstanbul'da dünyâya geldi. 1599 (H.1008) senesinde vefât etti. Sâdeddîn Efendi, küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline başladı. Gençliğinde; Müderris Karamanlı Mehmed ve Şeyhülislâm Ebüssü'ûd Efendi ile zamânın di

Temel, Dursun Ve Nasrettin Hoca

Temel, Dursun Ve Nasrettin Hoca Bir gün Nasrettin Hoca Temel ve Dursun bir otele giderler. Temelin odası sivrisinekli, Temel’in odası örümcekli, Nasrettin Hoca’nın odası karıncalıymış. Sabah olmuş. Temel uyanmış. Dursun’a sorar; -Nasıl uyudun? Diye. Dursun; -Örümcekler beni ağa buladı! -Sen nasıl uyudun? -Sivrisinekler beni kan kaybın öldüreceklerdi! Demiş. Nasrettin Hoca’ya giderler. -Hoca sen nasıl uyudun? -Çoooook iyi… Şaşırırlar… Hoca açıklar… -Karıncalardan birisini öldürdüm, diğerleri cenazeye gitti...

Eskiden Öyleydi, Şimdi Böyle…

Eskiden Öyleydi, Şimdi Böyle… ESKİDEN; Çocuk doğunca:  Bir aile veya din büyüğü tarafından sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunur; dinimize, milli örfümüze aile büyüklerimizin ismine uygun isim konur, dua edilir; tatlılar yenirdi. ŞİMDİ; Çocuk doğunca:  TV dizilerinden seçilen veya çevreden kulağımıza değişik gelen, asortik isimler daha çok anne-baba veya komşular tarafından konuyor. ESKİDEN; Çocuğun Eğitime Başlaması:  Çocuk 4 yıl‚ 4ay‚ 4 gün yaşına basınca;  “Bed-i Besmele Cemiyeti”  düzenlenir; hoca çocuğa adını sorar; sonra  “Euzü besmele”  çektirir,  “Kelime-i Şehadet”  söyletir, diğer arkadaşları da yüksek sesle  “Âmin!”  dermiş. Daha sonra güzel elbiselerle‚ hediyelerle çocuğun gönlü hoş edilir ve  “Evlâdım ben söyleyeceğim, sen tekrar et!”  denerek “Errahman”  dedirtilir,  “Errahim”  dedirtilip  “Rabbiyesir Duası”  kelime kelime   tekrar ettirilip  “elif, be, te, se…  Şeklinde Arap harflerini tekrar ettirerek, dualar edilerek, tekbirler getirilirmiş. Gelenlere d