Kayıtlar

O etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Selâm Götürün

Selâm Götürün O mübarek illere, Bizden selâm götürün! Hakk’ı anan dillere, Bizden selâm götürün! Kutlu Hicaz çölüne, Hakk’ın solmaz gülüne, Hacıların seline, Bizden selâm götürün! Girenler dost bağına, Düşmez küfrün ağına, Mübarek Nur Dağı’na, Bizden selâm götürün! Yalvarın Rabbimize! Dualar edin bize! Muazzam Kâbe’mize, Bizden selâm götürün! Girersiniz ihrama, El sürmeyin harama! Sahabeyi kirama, Bizden selâm götürün! İmren güzel huyuna! Benî Haşim soyuna, İçip zemzem suyuna! Bizden selâm götürün! Mekke ile Medine, İki eşsiz hazine, Çihar yâr-i güzine, Bizden selâm götürün! Güneşte yanan başa, Gözlerden akan yaşa, Öpülen kara taşa, Bizden selâm götürün! Gösterilen vefaya, Merve ile Safa’ya, Muhammed Mustafa’ya, Bizden selâm götürün! Tekbir alan ihvana, Kestikleri kurbana, Bütün ehl-i imana, Bizden selâm götürün! Yetişir Cemal gayrı, Çok sözün yoktur hayrı, Hüccaca ayrı ayrı,

Ben Rabbimle Beraberim O Bana Bir Çıkış Yolu Gösterir

Ben Rabbimle Beraberim O Bana Bir Çıkış Yolu Gösterir (İnne meıye Rabbi, seyehdîn!) Bu ayeti celileyi dağlara taşlara haykırmak, her gördüğüm yere yazmak istiyorum BÜYÜK HARFLERLE... “İNNE MEIYE RABBİ, SEYEHDİN!” Belki bir çoğumuz ilk defa işittik Rabbimizin bize böyle bir vahiy indirdiğini... Belki yüzlerce mukabeleye gittik, defalarca kendimizde okuduk ama birazdan ilk defa işiteceğiz... Kıymetli kardeşlerim; Bir kaç zamandır kimi görsem ruhsal sorunlar yaşıyor, sürekli depresif ve üzüntü içerisinde... Toplumumuzun neredeyse %90’ı depresyonda desem, abartmış sayılmam... Hep bir ağızdan “ölsem, kurtulsam” diyoruz ama, dertlerimizi Kuran’a arz ettiğimizde utanır mıyız acaba? Şuara Suresine derdimizi anlatalım mesela... Haydi, şuan yüreğimizin baş köşesine oturtup, uykularımızı kaçıran sıkıntıyı fısıldayalım... Sonra dönüp ayeti celileyi okuyalım... Şuara suresi bizlere Musa Aleyhisselam’dan bahsediyor. Düşünün ki, bir gruba

Ne Verirsen Elinle O da Gider Seninle…

Ne Verirsen Elinle O da Gider Seninle… Sık sık evinin kapısını çalıp: “- Ne verirsen elinle, o da gider seninle!” diye bir şeyler isteyen dilenciden bıkıp, oldukça rahatsız olan evin hanımı, bir gün yine aynı dilenci kapısını çaldığında ondan kurtulmaya karar verir. Dilenciye biraz beklemesini söyleyip mutfaktan bir ekmek alır ve ortasından yararak arasına peynir, zeytin yerleştirir. Tabii bu arada arasına haşarat öldürmede kullandığı kuvvetli zehirden dökmeyi de ihmal etmez. Dışarıya çıkıp ekmeği dilenciye uzattığında: Dilenci: “- Ne verirsen elinle, o da gider seninle!” deyip evden ayrılır. Artık dilenciden kurtulacağını sanan kadın: “- Bakalım bundan sonra o saçma sözlerle kimseyi rahatsız edebilecek misin?” diyerek söylenir. İyice acıkan dilenci, ileride bir caminin şadırvanında biraz önce kendisine verilen ekmeği çıkarıp tam yiyeceği esnada elini yüzünü yıkamakta olan bir askerin kendisine baktığını görür. Askerin halinden, yoldan geldiği ve yorgunluğu anlaşı

O Halde Neden İdareciler Ve Doktorlara Gidiyorsun?

O Halde Neden İdareciler Ve Doktorlara Gidiyorsun? Süfyan-ı Sevri Kuddise Sirrûh bir akşam namazında imam olmuştu Fatiha-yı Şerife’yi okurken: “Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım isteriz” ayetini okuyunca bayılıp düştü. Ayıldığı zaman sebebi soruldu. Şöyle buyurdu: “- Öyle ise neden idareciler ve doktorların kapısına gidiyorsun?” denileceğinden korktum. Her sabah ve akşam bütün afet ve belalardan afiyet ve sıhhati Hazreti Allah’tan isteriz. Ta ki tabiblerin kapılarına muhtaç olmayalım. Beyit: Sararmış tabib, kör olan göz doktoru ve âmâ müneccim; Dünyanın acaib hallerindendir. Hadisi Şerif: Allah’ım! Senden afv ve afiyet isterim. Bir adam Rasülüllah Aleyhisselâm’a: “- Hangi dua daha faziletlidir?” diye sordu. Efendimiz; “- Rabbinden dünya ve ahirette afv ve afiyet iste,” buyurdu. Çünkü hem dünyada ve hem de ahirette istenecek çok kıymetli bir nimet ve çok yüksek bir şereftir. Allâh’ü Teâlâ: Sonra and olsun, o gün (kıyamette) nimetin

O, Sizinle Beraberdir

O, Sizinle Beraberdir Cenâb-ı Hak buyuruyor: “…Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.” (Hadid, 4) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “Kişinin en üstün îmânı, nerede bulunursa bulunsun Allah’ın onunla beraber olduğunu bilmesidir.” (Kenzü’l Ummal, 1339) Hz. Musâ Aleyhisselâm Ey Rabbim! Seni nerede bulabilirim? diye niyaz etti. Allah Teâlâ buyurdu ki: Ey Musâ bana ulaşmaya niyet ettiğinde bana ulaşmış olursun. Bazı büyükler şöyle demişlerdir: Bu beraberlik, akılla düşünülebilen his, zihin, hayal ya da vehim türünden bir maiyet değildir. Allah Teâlâ bütün bunlardan tamamiyle münezzehtir. Bu beraberlik, aynı, tahakkuku ve ilmi bakımından sadece münezzeh olan Allah’a mahsûs olan, sırrını Cenâb-ı Hak’tan ve kendilerine bildirdiği kâmil kişilerden başka hiç kimsenin bilmediği bir beraberliktir. Allah, merhametinden dolayı gizli sırları idrak etme husûsunda yetersiz olan akılları onu görmekten mahrum bırakır. (Rûhu’l-Beyan, 20.

Sen O’nu Tanı

Sen O’nu Tanı Cenâb-ı Hak buyuruyor: “İnsanın başına bir sıkıntı gelince, Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince, önceden yalvarmış olduğunu unutur. Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşar. (Ey Muhammed!) De ki: Küfrünle biraz eğlenedur; çünkü sen, muhakkak cehennem ehlindensin!” (Zümer, 8) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular:                              “Bolluk ve rahat içinde iken Allah’ı tanı ki zorluk ve sıkıntı zamanında O da seni tanısın.” (Ahmed, Müsned, I, 307; Aclûnî, I, 366) Baklî’nin Arâis adlı eserinde şöyle der: “Allah Teâlâ, yakîni zayıf olanları şöyle tavsif ediyor: Kendisine Allah’ın imtihanının elemi dokunduğu zaman O’nu tanımadan O’na dua eder. O’nun nimeti kendisine ulaştığı zaman ise nimetle nimet verenden perdelenir. Böylece her iki yoldan da câhil kalır. Ne belâda sabredici, ne de nimetlere erdiğinde şükredici olur. Bu durum onun Rabbini tanımamasındandır. Rabbini ma’rifet sıfa

O Gece Sendin Gelen

O Gece Sendin Gelen Arş'ın kubbelerine, adı nûrla yazılan, İsmi; semâda ''Ahmed'', yerde ''Muhammed'' olan, Yedi katlı göklerde, Hâk Cemâli'ni bulan, Evvel-Âhir yolcusu, Yâ Hazreti Muhammed. Sağnak nûr yağmurları, inerken yedi kattan, O gece, Sendin gelen, ezel kadar uzaktan, Melekler, her zerreye, müjde verirken Hâkk'tan; O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed. Güneşler, o gecenin, nûruna secd ederken, Yıldızlar, meşk içinde, kâinat vecd ederken, Bütün hamd ü senâlar, Yüce Rabb'e giderken, O gece sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed. Kâbe'de şirk taşları, putlar yere dönerken, Cehâlet bayrakları, birer birer inerken, Bin yıllık, küfr ateşi, ebediyyen sönerken, O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed. O gece, Sâve Gölü, mûcizeyle kururken, Kisra Saraylarında, sütunlar savrulurken, Arz'dan Arş'a, Âlemler, rahmetini bulurken, O gece, Sendin gelen, Yâ Hazreti Muhammed. Sen ki; doğum kundağı, ak bulutla örülen, Doğar doğmaz, All

Herkeste Bir O'nda İki

Herkeste Bir O'nda İki Mekkeli düşmanları yanlarına aldıkları bazı çöl kabileleriyle birlikte on bin kişilik bir ordu düzüp, Medine üzerine yürürler. Müslüman mücahitlerin sayısı ancak üç bin kişidir. Şehirde kalıp, savunma savaşı yapmaya karar verirler. Medine'nin etrafına büyük bir hendek kazılmaya başlanır. Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem kazılan toprağın hendek dışına taşınması işinde çalışmaktadır. Görgü tanığı bir arkadaşının anlatımıyla toz-toprak O'nun Sallallahü Aleyhi Vesellem göğüs ve karın derisini örtmüş durumdadır. Üç gün süren hendek kazımının en zor tarafı, aynı günlerde bütün şiddetiyle devam eden açlık ve kıtlıktır. Arkadaşları, çalışırken, açlıktan düşüp bayılmamak için karınlarına taş bağlamışlardır. Bir ara karşısına dizilirler. Ahirette kendilerinin bu fedakârlıklarına şahitlik etmesini isterler... Ve elbiselerini sıyırıp, taşları gösterirler. O sadece tebessüm eder. Sonra da kendi elbisesini sıyırır... Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi

Baban O Elmayı Isırmasaydı…

Baban O Elmayı Isırmasaydı… Hanefî Mezhebinin imamı olan İmâm-ı Âzam namıyla mâruf Numan b. Sabit’in babası Sabit hazretleri, henüz gençlik yıllarında daha evlenmemiş iken, günün birinde bir dere kenarında abdest alıyordu. O sırada derenin sularına kapılıp gelen irice, kıpkırmızı bir elma gördü. Elmayı canı çekti ve gayri ihtiyari olarak uzanıp elmayı aldı ve ısırdı. Isırdığı anda kafası dank etti. Çünkü helâl yiyecek konusunda son derece hassas olan, yediğine ve içtiğine azami derecede dikkat eden Sabit hazretleri; nereden geldiğini, kime ait olduğunu bilmeden, sahibinden izinsiz olarak bu elmayı ısırmıştı. Fevri hareket ettiği için hata ettiğini anladı, elmanın sahibini bulup helâlleşmesi gerektiğini düşündü. Zira o ısırıkla beraber az da olsa elmanın suyunu yutmuştu. Hemen elmanın sahibini bulmak için harekete geçti. “Bu elmayı dere getirdiğine göre, belli ki derenin kenarındaki bir bahçede bulunan elma ağacından düşmüştür” diye düşündü. Ve suyun geldiği yöne doğru yürüdü

Ben Sana Hiç O Gözle Bakmadım ki

Ben Sana Hiç O Gözle Bakmadım ki                         İbrahim Ethem Rahmetullahi Aleyh Hazretleri ile uzun yıllar arkadaşlık yapmış olan bir kimse vardı. Bir defasında;             “Senelerdir beraber bulunuyoruz.             Rica etsem, bende gördüğün ve hoşuna gitmeyen şeyleri söyler misin?” Diyerek İbrahim Ethem Hazretleri'ne sordu.             Hazret ise, bu suale şu cevabı verdi;             “Ben sana hiç o gözle bakmadım ki!”             Şeyh Sadi Rahmetullahi Aleyh ne güzel buyurmuştur: “Şunu bil ki, bu dünyada başkalarının hep iyi taraflarını görenlerin, yarın mahşer günü kusurları görmezlikten gelinir.”             “Ey akıl sahibi!             Gül, dikenle beraber bulunur.             Senin dikenle ne işin var...             Gülü demet yap…             Eğer tabiatında daima ve yalnız kusurları görmek varsa tavus kuşunda çirkin ses ve ayaktan başka bir şey göremezsin!”

Aşk da O, şık da O, Mâşuk da O’dur

Aşk da O, şık da O, Mâşuk da O’dur Ve her vücûdun cânı “AŞK”’tır… Hakîkat her vücûdun cânı AŞK’tır Ne cân kim cân içinde cânı AŞK’tır Bu AŞK elinde âciz cümle eşya… Ne sır kim kamu ser-gerdân-ı AŞK’tır Gehî Leylî olur Mecnûn gözünden Geh olur Leylâ’nın hayrânı AŞK’tır Ene’l- hak çağırır Mansûr dilinden Cüneyd’de cübbev-ü irfân-ı AŞK’tır Vücûdun cübbesin “AŞK” ile çâk et Dala gör ona kim ummân-ı AŞK’tır Yunus Emre

O Seni Görmüyorsa, Sen Onu Görüyorsun ya!

O Seni Görmüyorsa, Sen Onu Görüyorsun ya! Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem Hz. Aişe Radiyallahü Anha’nın evine girmişti. Gözleri görmeyen Abdullah İbni Mektum da Radiyallahü Anh kadınlar arasındaydı. Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem bunu görünce: "Ey Aişe Radiyallahü Anha! Kadınların, mahremi olmayan kimselerin yanında kalmaları helal değildir" buyurdu. Hz. Aişe Radiyallahü Anha: "Ya Rasûlullah! Fakat o kör birisidir" deyince; Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem: "O seni görmüyorsa, sen onu görüyorsun ya!" buyurdular. Ey Müslüman kardeşim! Sakın kendi kendine fetva verip: “Benim kalbim temizdir! Haremlik selâmlığa ne ihtiyaç var? Diyerek fâsıklar gibi yaşama!” İki cihan güneşi Sevgili peygamberimiz Aleyhisselâm’ı her amelinde örnek al. Haramlar Cehennem ateşidir. Bu dünyada haramlardan kaçarsan yarın ahirette yer ile gökyüzü arasını kaplayan kırmızı Cehennem ateşine düşmezsin!

Her Şey Bitti Yalnız O Kaldı

Her şey bitti yalnız o kaldı Komiser işe aldığı mühendise soruyordu: – Aklı başında adamdın, sana ne oldu böyle? – Komiser bey, mevki gitti, makam gitti, servetim bitti, işimden ayrıldım, ispirto içmeye başladım. Her şey bitti komiser bey, sadece Allah kaldı! Bu adam da Allah’a sövmeye başlayınca şişeyi kafasına indirdim... Adam ellerini önüne bağladı, başını eğdi. Komiser şikâyet edene nasihat etti. – Git bir daha olay çıkarma. Nice hastalar için en büyük güvence Allah. Borçlular, çaresiz kalanlar, zor duruma düşenler Allah’tan başka kime sığınabilirler? Bahtiyar o insandır ki en iyi gününde de Allah demiştir. Bir gün arının bir tanesi odama girdi, dolaştı. Her halde kendisine uygun bir şey bulamadığından dışarı çıkmak istedi, cama çarptı aşağı düştü. Kendini topladı tekrar uçtu tekrar cama çarpıp düştü. Yaklaştım dedim ki: “Sen de Müslüman mısın?” Arı ters ters yüzüme baktı. Müslümanlar da günahların, heveslerin zindanından kurtulup cennet misal bir dünyada

O Bir Çare Bulur

O Bir Çare Bulur İslâmiyete düşman olan Hristiyanların bâzıları, meşhûr Tatar hükümdârı zâlim Hülâgu’nun yanına gelerek ve kendisine yaltaklanarak, Müslümanların mescitlerini yıkmasını, medreseleri dağıtmasını, ezânı ve İslâmın sembolü olan şeyleri ortadan kaldırmasını söylediler. Kan dökmekten, insanlara eziyet ve işkence etmekten zevk alan o meşhûr zâlim de, mâcera uğruna çok Müslüman kanı döktü. Âlimlerden ve diğer Müslümanlardan birçok kıymetli zâtı şehîd etti. Müslümanlar, bu zâlimler karşısında âciz kalıp, ne yapacakları hakkında görüşmek üzere beş yüz kadar âlim toplanıp, o zamandaki meşhur âlimlerden Şemseddîn Müsta’cel bin Rıfâî hazretlerine geldiler ve bu fitneyi durdurmak için bir şeyler yapmasını, bir çâre göstermesini, bu belânın üzerlerinden kaldırılması için duâ etmesini istediler. O ise, kendisini buna lâyık görmeyip: “Bu iş benim yapabileceğimin üstündedir. Ben de sizinle berâber geleyim. Birlikte Tâcüddîn hazretlerinin yanına gidelim. O bir çâre bulur.” dedi

O Söylediyse Doğrudur

O Söylediyse Doğrudur Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Cennete giden yola girmek, Cennete gitmek, dünya sevgisini kalbden çıkaran Ehl-i sünnet âlimlerine, Silsile-i aliyye büyüklerine tâbi olmak, ancak onları sevmekle mümkündür. Yoksa insan, bunu kendi başına yapamaz. Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri, (Hocama kavuştum, aklımı bıraktım ve kurtuldum. Aksi halde felakete gidiyordum; çünkü anlattıklarıyla yaptıkları arasında çok fark vardı. Aklım kabul etmiyordu. Zihnimde itirazlar başlayınca, felakete gittiğimi anladım, en sonunda aklımı bıraktım ve kurtuldum) buyuruyor. Kâbe’ye varan, hâlâ (Kâbe’ye nasıl gidilir?) diye sorar mı? Sorarsa, ona ne derler? İnsan bir gemiye veya başka bir vasıtaya bindikten sonra, kaptanına karışmaya hakkı yoktur. Binmeyebilir. Binerse susup oturacak. Yani bizim dinimizin esası, Ebu Bekr-i Sıddık hazretlerinin söylediği sözdür. Ne buyuruyor Ebu Bekri Sıddık hazretleri? (Mademki o söyledi, doğru söyledi) buyuruyor. Mirac hadisesini duyan

O Allah, öyle bir Allah’tır ki…

O Allah, öyle bir Allah’tır ki… İbrahim Ethem (Rahimehullah) Padişahtı. Allah sevgisinden dolayı tacı tahtı terk ediyor, dervişliğe başlıyor. Seneler sonra seyr-ü sülûkünü tamamladıktan sonra Belh şehrine tekrar geliyor. Kendi yaptırdığı camide yatsı namazı kılıyor. Dışarıda sulu kar, yağmur, soğuk… “Şurada kıvrılayım da sabah olunca giderim” diye düşünüyor. Kayyum geliyor, camide saklandığı yerden buluyor, çıkarıyor. “Ne yapıyorsun? Müsaade et, şurada yatayım! Sabah namazından sonra Belh’e gireceğim” diyor. Kayyum bacağından tutuyor onu “İbrahim Ethem, senin gibi çulsuzlar için yaptırmadı bu camiyi!” diyor ve bacağından sürükleye sürükleye, kafasını merdivenlere vura vura atıyor onu dışarıya. İbrahim Ethem, kibir olmasın diye; “Bu camiyi ben yaptırdım!” diyemiyor. Çaresiz, şehre gidiyor. Her taraf kapalı, sadece bir yer açık. Bir fırın. Kapıyı çalıyor ve sabaha kadar oturma müsaadesi istiyor. Orada çalışan işçi, “Geç otur!” diyor. Aradan bir-iki saat geçiyor. S